- 1867 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SARI GELİN TÜRKÜSÜ VE MENKİBESİ
Yüzyıllardır Türk sinesindeki hoş bir terennüm olarak dilden dile dolaşan “sarı gelin” türküsü bugünlerde başka mecralara çekilerek yad yaban yüreklerin tınısı gibi sunulmaya çalışılmaktadır.
Yaratılışımızdan olsa gerek ki, Türk sinesi güzel olan her şeylerin harmanı olmuştur hep...Bazen “göç göç” olup yollara dizilen, bazen “hani yaylam hani senin ezelin” diye yürek titreşimlerinde hoş terennümler söyleyen Anadolu insanının yüreği türkü nağmeleriyle işlenmiştir. Dünyadaki hiçbir millette ineğe hatta sineğe türkü yazmamıştır; bizim gibi...Hiçbir millet bu denli duyarlı olmamıştır; çevresindeki hoşluklara ve çirkinliklere. Bazen hoşlukları bazen çirkinlikleri, bazen nadan yüreklileri, bazen gani gönüllüleri hep bizim türkülerimiz, destanlarımız, manilerimiz, koşmalarımız dil dil söylemiştir. Bazen “yüce dağ” başındaki yol aşan dağlar, bazen o dağ zirvelerindeki karların beyazlığı aklığınca açık yüreklilik, bazen deniz yakamozlarının ışıltıları kadar aydınlatıcı, bazen feleğin kahpeliğini dem dem perçinleyen sitemler hep bizim dilimizde terennüm olmuştur. Anadolu’da “şen ol Bayburt” diyen yürek, “asker yolu” beklerken günü güne ekler. Bazen “ey sevdiğim nedir senden çektiğim?; ne sevdiğin belli ne sevmediğin” veya “ bu dünyada üç şey vardır; biri ana, biri baba yarda var gülüm yarda var;” diyen evlek evlek türkü tarlalarında pulul pulul yığılı, tomar tomar türküler binlerle, on binlerle derlenmişi ile derlenmemişi ile gönül kabartırlar. Bazen çıkagelen “bir gözleri sürmeli”; “bu dağda maral gezer; zülfünü tarar gezer,” ritmiyle can olur; heyecan olur...
Bahçelerde mor meni/Verem ettin sen beni/Ya sen gel Müslüman ol/Ya ben olam ermeni...Bu ehli dil, yürek erbabı “Çanakkale içinde vurdular beni”...”Erzurum dağları da kar ile boran”... Erzurum’da çevirdiler yolumu Erzurum çarşı Pazar... palandöken sisli dağ. Erzurum’a vardım dumanlı dağlar...saymakla. söylemekle bitmez...
Meşhur Döşkaya ile Allahukber Dağının yükseltileri arasında kalan çukurluktan ötürü “çukur” adıyla anılan Selim’e bağlı Akçakale, Karakale, Başköy, Beyköy, ve civarındaki diğer köylülerin çol-çocuk kadın erkek her yıl ziyaretleri bir şölen havasında ve hala heyecanla icra edilir...
Allahuekber dağı üzerinden geçen araba izi genişliğindeki tarihi top yolu izinden Allahekber dağlarına çıkan köylüler dağın sırtındaki Küçük ve Büyük Ziyaret’e giderek kurban keser, dua eder, adak adarlar...
Ziyaretçiler önce Küçük Ziyaret’e sonrada Büyük Ziyaret’e giderler. Küçük Ziyaret’te Şeyh Senan’ın 40 müridinin yattığına inanılır. Çocuklar,gençler ve öteki ziyaretçiler önce eğilerek mezar taşlarının önce baş sonrada ayak tarafını öpüp,yerden bir parça toprak alarak ağızlarına alır çiğnerler. Ziyarete gelemeyen yakınları için buradan toprak götürürler. Herkes mutlaka abdestlidir. Ve bu ziyaret ciddiye alınmalıdır;aksi halde bunun cezasını mutlaka görürler. Bu ziyareti ciddiye almayanların hazin misalleri vardır.
Sonra kurban kesilir. Kurban öncesi dualar edilir sonra kurban kesilir. Kurban kesmek için önce ziyareti tamamlamak gerekir.
Küçük Ziyaret’ten sonra Allahuekber Dağı tepesindeki Büyük Ziyaret’e çıkılır. Burada sağ kapıdan girilip sol kapıdan çıkılır. Niyetinin olmasını isteyen mum yakar veya bez bağlar veya bez yakarak tütsü çıkarırlar. Ziyaretlerini tamamlayanlar çadır kurdukları yerlere giderek yemek eğlence ve çeşitli oyunlar tertiplerler.
Büyük Ziyaret’te toplanmış vaziyette duran taşların dağıtılsa bile bir zaman sonra yine bir araya gelecekleri inancı vardır. Bu taşlar yakın mesafeden yatık görünseler de, uzaktan ayakta duran insan gibi gözükürler.
Burası mübarek bir yer olarak bilinir ve ziyaret edilmezse bereketin azalacağı düşünülür:ayrıca evlenmek,çocuk sahibi olmak ve çeşitli dertlerden kurtulmak için iyi geldiğine inanılır. Zaten Allahuekber dağının zirvesindeki bu ziyaret yeri; Ziyarat Tepe, olarak anılır. Buradaki yapı içinde yatanın, Şeyh Senan:Onun ayak altında veya binanın eşiğinde yatanın da Sarı Gelin olduğuna inanılır. Aşağıdaki Küçük Ziyarette ise Şeyh Senan(Sinan)’ın müritlerinin yattığına inanılır.
***
Allahuekber Dağları bütünüyle şehitliktir. Fakat halkın özellikle ve bilerek ziyaret ettiği iki yatır vardır; ki bunlar: Küçük ve Büyük Ziyaretlerdir. Büyük Ziyaret dağın tam zirvesidir. Bu sebeple çeşitli haritalarda da Ziyaret Tepe diye adlanmıştır.
Büyük Ziyaret tepesinde(3025m)ki mezar halkın ifadesine göre Şeyh Senan ve Gürcü kızı/Sarı-kızın kabridir. Burası bir metreye yakın beyzi duvarla çevrilen mezarın iki kapısı vardır. Kuzeydekinden girilir,doğudakinden çıkılır. Veya sağdakinden girilir; soldakinden çıkılır. Duvarın iç tarafında ve kapılara yakın yerlerde bulunan oyuklarda, yanık izlerine rastlanır. Bu izler ziyaretçilerin yaktıkları mum ve bez parçalarının izleridir. Bu beyzi alelusul yapılmış dış duvarların orta yerinde bir taş yığını vardır. İşte asıl kabir burasıdır. Halkın anlattığına göre bu mezar Şeyh Senan ile Gürcü kızının yani Sarı Gelinin mezarıdır. Duvar dışında kalanlar ise diğer şehit düşenlerindir.
Küçük Ziyaret Şeyh Senani’nin mezarıdır. Büyük Ziyaret tepesinden yüz metre kadar aşağısında yol üzerindedir. Burası Büyük Ziyaret’teki mezarın benzeri yapıdadır.
Dileği olanlar,duası olanlar buralara gelip dua ve dilekte bulunurlar. Hatta daha istekli ve ısrarlı olanlar bu duvar içindeki taş yığınlarına yaslanarak uyurlar. Galiba olmasını istedikleri dua veya dilek rüyalarında kendilerine ihsan edilecektir. Bu sevdiğine kavuşma, çocuk sahibi olma, sağlık ve hatta ermiş biri olmak içindir. Bu istek ve duaların sınırı yok gibidir. Diğer ziyaretçiler uyuyanları asla rahatsız etmezler ve bu durumu da garip karşılamazlar. Ziyaretçiler dualarının olması için yatırın duvarına yüz sürerler. Veya ellerini sürüp yüzlerini sığarlar.
Anlatıldığına göre: Geylanlı Abdülkadir daha 12 yaşında iken babasından izin alarak Geylan memleketinden kalkıp Bağdat’a gelir. Kısa sürede burada kendisini yetiştirip ün yapar. O kadar ki rivayet bu ya daha sağlığında iken Abdülkadir Geylani için demiştir ki:
“benim ayağım Abdülkadir Geylani’nin omuzları üzerindedir. Onun ayakları da bütün evliyanın omuzları üzerindedir.” Bunu duyan Şeyh Sen’ani, “benim omuzlarım hariç” diyerek buna itiraz etmiştir.
Abdulkadir Geylani’nin müritlerini çeşitli yerlere göndererek onlardan İslâmiyet’i yaymalarını istemiştir. Müritlerinden olan Şeyh Senani’ye de : “sende Penek’e gideceksin. Orada İslâmiyet’i yayacaksın. Ola ki görevini aksatırsan, umarım ki domuzların ayakları senin omuzlarında olur” diyerek Şeyh Senanı’ye bir anlamda serzenişte bulunmuştur.
Verilen bu görev üzerine Bağdat’dan hareket eden Şeyh Senani, bir kafileye katılarak yolculuğa başlar. Yolda önlerini eşkıyalar keser. Kafiledekilerin üzerlerini ararlar;ne varsa alırlar. Ama Şeyh Senani’nin üzerinde bir şey bulamazlar. Kafiledekilere biraz sert davranılınca Şeyh Senanı eşkıyaları sesleyerek değneğinin içinde bulunan 40 altını onlara verir. Bunun üzerine eşkıyalar orada inayete ererler ve onun müridi olurlar. Yoluna devam eden Şeyh Senani, nihayet görev yeri Penek’e gelir. Fakat buranın hâkimi Gürcü padişahının güzel ve sarışın kızına o arada aşık olur. Tenhada köşede sık sık görüşürler. Birbirlerine daha yakın olmak için, Şeyh Senani, kızın önerisi ile onların domuzlarına çobanlık etmeye başlar. Hatta kız ona şöyle bir öneride bulunur. Domuzların ardı sıra dolaşacağına, onların anasına bir iki sopa vurursan onun sesine diğer yavruları toplanacağı için onları bir araya toplama işin epeyce kolaylaşır.
Böylece aradan tam 7 yıl geçer. Bir gün enikleyen domuz yavrusunu sırtlayıp getirirken domuz yavrusunun ayakları Şeyh Senani’nin kulağına ve omzuna değer. Aniden Şeyh Abdülkadir Gaylani’yi hatırlayan Şeyh Senani, onun kendisine şayet görevini aksatırsan “dilerim ki domuzların ayakları omuzlarının üzerinde olur” mealindeki sözlerini hatırlar.
Şeyh Senani Penek hakimi Gürcü padişahının sarı saçlı kızına yani sevgilisine durumu anlatır. Ona hak veren ve kendisiyle aynı düşünceyi benimseyen sarı kız onunla gelme kararını bildirir. Durumu öğrenen Penek padişahı, kızını biraz da yaşlı olan Müslüman Şeyh Senani’ye vermek istemez. Yaşlı olmasından maada Müslüman olması büyük engeldir.
Bunun üzerine, daha Bağdat’tan buraya gelirken yollarını kesen eşkıyaların müridi oldukları Şeyh Senan ve Sarı kız kaçarlar. Onların kaçtığı haberini alan Gürcü kralı askerlerini onların ardına salar.500 Gürcü asker onları takip ederler. Nihayet onları Allahuekber dağlarında sıkıştırırlar. Şeyh Senani ve müritleri ile Sarı Kız askerlere karşı koyarlar ise de sonuçta tümü şehit edilir. Bu mücadele sırasında oradaki bir ayının bile Gürcü askerlere taş attığı anlatılır. Dağın alt tarafında müritler şehit edildikten sonra dağın zirvesinde de Şeyh Senan ve sevgilisi Sarı kız şehit edilirler. Hatta Şeyh Senani son nefesinde, üç defa “Allahuekber” dediği için de bu dağlara “Alahuekber” dağları” denmiştir.
Sahiplenme duygusuyla çevredeki Müslüman ahali sarı kızı, gelinleri olarak gördükleri sebebiyle aşağıda verdiğimiz türküyü yakmışlardır. Anlatma geleneğinin çok yaygın olduğu özellikle Doğu Anadolu bölgemizde bu türkü yüz yıllardır söylene gelmiştir. Ayrıca Şehy Senani ve Sarı Gelin hakkındaki bu efsanenin değişik varyantlarına rastlamak mümkündür. Ama aşağı yukarı konular ve anlatılanlar Abdülkadir Geylani,Şeyh Sinan ve Sarı Gelin etrafında toplanmıştır.
***
Abdülkadir Geylani ile Şeyh Senani’nin çağdaş olduğunu düşünürsek yaşadıkları tarihlerde Türkler Anadolu’ya girmişler; Malazgirt zaferini kazanmışlar ve Erzurum civarında Saltuklular hakim bir durumda idarelerini kurmuşlardır. Bugün dahi halk arasında Penek diye anılan Göle-Oltu civarı Gürcülerle sınır bölgesidir. O civarda sınır olan ermeni idaresi yoktur. Haliyle Şeyh Senani’in sevgilisi olan “Sarı Gelin”in etnik anlamda Ermenilikle bir ilgisi asla yoktur. Hatta Hıristiyan dinindeki Kıpçaklardan olma ihtimalî bile vardır.
***
Bugün Sarıkamış ve yöresinde söylenen şu efsane, şahitlik eder; Sarı Gelin türküsünün ruhumuzdaki, sevgi kıstası olduğuna...
Oysa bu efsaneyi bilmeyen, bazı yüreği ritimsiz atan sanatçılar tarafından, “Sarı Gelin” türküsü çok bilinçsizce başka mecraların ürünü gibi gösterilmesi garabetine düşmüştür.
Hâlâ bugün “Kars ve Pasinlerde “Şeyh Senan ve Sarı Kız “ efsanesinde Çoruh’un kollarından Penek suyu üzerindeki “Nefsi-Penek” şehrinin “Ciniviz-Padişahı” olan kıralının “Sarı-Kızı”na aşık olan Abdülkadir Geylanı hazretlerinin arkadaşı 40 müridin başı Şeyh Senan’ın dilek ve duası ile Müslüman ettiği bu kızla kaçarken arkadan yetişen Penek padişahı ordusuyla vuruşa vuruşa Allahekber dağına çıkıp tepeye yakın yerde 40 mürit ve sarı kızla birlikte şehit düştüğü,kendilerine yardım eden “Ayı Baba”nın da bu savaşta Penek padişahının askerleri tarafından öldürüldüğü anlatılıyor.
Bu türküyü 1919 yılında Kars’a gelen A..Refik Altınay tesbit etmiştir. “Kafkas Yollarında Hatıra ve Tahassürler” Kitabında Altınay diyor ki:”Göle’nin Okçu köyünden olan güzel sesli delikanlı Ali’nin “ en güzel söylediği Diyarbekir’de,Erzincan’da,Erzurum’da kürdi nağmelerle okunan malum bir türkü. Fakat nağmeler burada daha hüzün daha ziyade melal kesbetmiş. Türkünün mevzuu gayet şairane:Bir Türk delikanlısı köyünde yaşayan bir Hıristiyan kızını seviyor. Sabahları tarlaya giderken peşinden ayrılmıyor. Akşamları sürüleri ağıllarına dönerken sevgilisinin hüsnünü seyrederek,ruhunun ateşini teskine çalışıyor. Fikren,hissen o derecede meşgul oluyor ki nihayet taptığı haçı,sevdiği salibi görmek istiyor. Kalbi heyecan içinde çarparak bir Pazar sabahı kalkıyor... Kilise’ye gidiyor. Bir köşeye çekiliyor. Sevgilisinin taptığı haçı kilisede yapılan ayni seyrediyor. Türkü şöyle başlıyor.
“Vardım Kilse’sine,baktım Haç’ına Mayil oldum bölük bölük saçına
Kız seni götürem İslâm içene Vay Sinan ölsün Sarı-Gelin...
Ah seni vermem dünya malına....
Şarkının nakaratı o kadar hazin o derecede müessir ki...Ali elini şakağına koymuş,gözleri pür_nem,ruhundan kopan teessürlerle feryad ediyor.
Vay Sinan ölsün Sarı-Gelin Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Seni vermem dünya malına...
Dedikçe güya ağlamak istiyor. Sarı Gelinler orada da mı bedbaht aşıkları bu derecede teshir etmişler”
Bu Sarı-Gelin türküsünün ikinci hanesi şöyledir.
Vardım Kilse’sine kandiller yanar Kıranta-Keşişler pervane döner
Tersa sevmiş deyin el beni kınar Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Seni saran neyler dünya malın
1941 yılında Sarıkamış’taki köyleri gezerek sonradan bu gezi hatıralarını yazan Süleyman Kazmaz da Allahuekber dağının eteklerindeki köylülerin bu dağdaki ziyaret ettikleri türbelerden bahsederek Sarı Gelin ve sevgilisi Şeyh Senan ile ilgili köylülerin anlattıkları ve bu türbeleri ziyaretlerindeki geleneksel davranışlarını anlatır.
Bu türkünün Kars, Şüregel, Revan’daki başka bir varyantı da “*İravan çarşı Pazar*İçinde bir kız gezer*Elinde divit kalem*Dertliye derman yazar* diye başlayıp “Sarı Gelin,Sarı Kız* Ettin ömrüm yarı Kız* Nakaratıyla ve “Bar/halay” oyun havası olarak da söylenir.
Kars Tarihi müellifi M.F.Kırzıoğlu, daha 1953 yılında: “Erzurum’dan tespit edilerek radyolarımıza geçen varyantında manasız bulunan “Hoy Sinan ölsün” sözleri değiştirilerek “Hop Sinan ölsün diye güya “kibarlaştırılıp,mana verilmiştir.” Yer adları gibi mili destan,efsane, an’anelerimizdeki tarihi isimleri olsun tahrif edip bozmadan ne zaman kurtulacağız!..”diyor...
“Yukarıdaki uzun(onbirli) ve kesik (yedili) hava ile söylenen iki çeşit “Sarı Gelin” türküsündeki “Sinan” adlarının efsanedeki “Şeyh_Sen_an/Senan”dan ibaret olduğu muhakkaktır. Ermeniler’in de çok yaygın olarak bilip söylediği her iki türkünün sonunda “Sarı-Gelin, sate yâris” nakaratı söyleniyor.
Halk arasında “falan öldü filan öldü. Bir günde derler Sinan öldü” söyleminde “Hem Sinan, hem de sinen öldü”cinas anlamıyla kim bilir; belki de o günlerin hatırasına söylenmiştir.
Bugün: hoş yürek çağıldayışlarının güzelliğini, gönüllere taşıyan Sarı Gelin , Allahuekber Dağı’nın zirvesinde, Ziyaret Tepe’de, taşlarla çevrili kabrinde, sevgilisi Senan/Sinan ile sisli zirvelerden bu hoşluğu duyar gibi... O sarı sessizlikte dokuz asırdır sevgi ve murat dualarının bitmezliğini dinlemekte...
Çocuğu olmayanlar çocukları olsun diye, sevdalılar sevgililerine kavuşmak için, manevi bir ruh haletine girmek isteyenler de o murat ile her yıl Şeyh Senan ile Sarı Gelin’in bulunduğu mezar etrafındaki taşlara başlarını yaslayıp uyurlar. Amaçları, rüyalarında bu arzularının bu mekanda kendilerine verileceğine olan inançlarıdır. Anlatıldığına göre bu arzularına kavuşanlar hiçte az değilmiş.
Yöre halkı Sarı Gelinine saygısını çocuklarına bol bol verdiği “Senan” ismiyle yaşatmaya çalışıyor. Allahuekber dağları her yılın temmuz ayının ilk veya ikinci haftasında çevre köylerden gelen ziyaretçilerini ağırlarken, bu ziyaretin karşılığı olan bereket ve bolluğu manevi anlamda sunmaya devam etmekte. Onbinlerle ifade edilen şehitlerin durağı ve böylesi şeyhlerin otağı Allahuekber, zirvesindeki bitmeyen sis içinde manevi haz uyandıran havasından hiçbir şey kaybetmeden, tarihi “Top yolu”nun izlerini, Sarı Gelin’in mezarına kolaylıkla gelinsin diye hala muhafaza ediyor...
TÜRKÜNÜN YORUMU
Sanki ve belki İçli ve hisleri ince biri Erzurum’a gelmiş ve Erzurum’u başka yerdeki birine tarif eder; gibi ifadelidir; sözler.
Günümüzde sevilerek söylenen “Sarı Gelin” türküsünün nakarat kısmındaki “ay nenen ölsün Sarı Gelin” deyişinde “ nenen ölsün” tabiri “işini bilen,siyasi,gözü açık “ anlamınadır ki yöre halkı bu tabiri sık sık bu anlamda kullanır. Bunun tefsiriyle “nenen ölsün” diye hitap edilen “Sarı Gelin” in hiçte mahzun ve mazlum olmadığı gibi bir yorum yapabiliriz...
Erzurum çarşı Pazar/ İçinde bir kız gezer/ Elinde divit kalem/ Oturmuş katlim (ferman) yazar”
“Divit şimdiki mürekkepli kalemler gibi yanında taşınmak ve istenildiği yerde yazı yazılması imkanını temin etmek için icadolunmuş bir aletti. Genellikle beldeki kuşağa çaprazlamasına sokularak taşınırdı. Fakat divit “Tanzimat (1839)’tan sonra kıyafetin değişmesi yüzünden divit kullanımı hayli azalmış dolma kaleminin yaygınlaşması üzerine bütün bütün ortadan kalktığına” göre türkünün bu tarihten önce söylenmiş olduğu çok muhtemeldir. Zaten o tarihlerde 1828-1829 Rus savaşı ile Doğuda Ruslarla savaş yaptığımıza göre böyle duygusal bir ortamın olduğunu düşünmek zorlaşır. .
Dillere destan Kıpçak güzellerini çeşitli şairler konu etmişlerdir. Sarı kızı Kıpçak veya Gürcü gibi düşünürsek Gürcü ve Türk münasebetleri en çok Ortaçağ’da meydana gelmiştir. Türkünün kahramanları bu sebeple büyük ihtimal Erzurum’da Saltuklu hakimiyetinin hüküm sürdüğü yıllarda yaşamışlardır. Saltuklular idari bakımdan Anadolu Selçuklularına bağlı idiler. Nihayet 1202 yılında Anadolu Selçukluları sınırlarına dahil edileceklerdir. Erzurum’u Anadolu Selçukluları’na bağlayan II.Rükn ed Din Süleyman’ın da Gürcü kraliçesi Tamara ile ilgili bir aşk hikayesinden söz eden tarihler vardır.
Türküdeki akıcı ve sade Türkçe şayet o dönemden itibaren değişmemiş ise zaten o yıllardaki sade Türkçe kullanılması ile ilgilidir. Aşağı yukarı o dönemde yaşamış olan Yunus Emre’nin dili buna iyi bir örnektir. Ki Yunus Emre’nin, Erzurum merkeze bağlı Dutçu köyünde olduğu söylenen mezarını hatırlarsak bu türküdeki sadeliğin sırrındaki bazı şeyler yana yana gelebilir veya üst üste oturabilir
İlk sözlerinin değişmişliği çok normaldir. Erzurum adının üç hece oluşu hesaba katılarak söylenirse Ermenice terennümde bir hece eksiği uzatılarak telefi edilmeye çalışılmıştır ki bunu hatırlatmak bile bu anlamda yeter.