- 1242 Okunma
- 17 Yorum
- 0 Beğeni
DOĞUŞ ( TAN )
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
DOĞUŞ-TAN
Yabancı bir şehrin yalnızlığında; sokakların beton kaldırımlarını arşınlarken, düşünceleri dönüp dolaşıp hep aynı nokta üzerinde yoğunlaşıyordu. Sanki çılgın bir konçertoyu oluşturan tüm enstrümanlar beyninin içinde sarabande dansını yapıyor gibiydi. Uçurtmasını özgürce mavi gökyüzünde uçuramayan, yüreğinde ki küçük çocuğa seslenmeye yeltendi. Sonra vazgeçti. Uykusundan uyandırmaya kıyamadı. Üzerine beyaz yorganını usulca örttü.
***
Küçük bir çocukken; yaş günlerinde babasının kendisi için özel olarak hazırladığı düğünleri hatırladı. Dudakları ve havsalası kocaman bir tebessümün esiri halinde çiçek açtı.
Birdenbire…
Açan mor çiçek; aklına düşen diğer imgeyle beraber alaycı bir gülümseyişle dudaklarında asılı kaldı.
Düğünlerim… Dedi. Seslice düşünerek.
Sonradan hiç yaşayamayacağı zamanların hırsız saatleri. Erken yaşanmışlıklar.
***
Babasının ona olan sevgisini, eyleme dönüştüren doğum günü düğünleri…
Mahallelinin dahi hala hatırında olan geçmiş zamanların, şimdilerde ise kendisinin buruk bir tebessüm ile hatırladığı sahte tiyatro sahneleri.
Küçük evlerinin hemen yanı başında bulunan boş arsaya kurulan düğün yeri, sabahın erken saatlerinde hazırlanmaya başlardı. Kiralanan tahta iskemleler sıra halinde dizilir; gazinodan gelecek olan Çingene çalgıcılar için özel bir masa hazırlanırdı. Şehrin en ünlü Casablanca gazinosundan gelen; kimi sarışın kimi esmer olan konsamatris kızlar etrafta salınarak dolaştıkça, mahallenin delikanlıları post bıyıklarının altından mahçup gülümseyişlerinin ardına saklanırlardı. Komşuları olan Kara Emine’nin kendisi için diktiği; yeşil çiçekli basmadan elbisesiyle, saçları lüle lüle şaşkın bakışlı çocuğun resmi, önce evlerinin duvarlarını süsledi. Sonrasında ise, annesinin ceviz kaplama sandığının dibinde naftalin kokan çeyizlerin arasında gün yüzüne çıkarılmadan senelerce öylece yalnızlığa mahkûm edildi.
Kendi elleriyle cezası kesilmiş, yalnızlığa terk edilmiş küçük bir çocuk olarak.
***
Cülus sokağının Arnavut kaldırımlarında yürürken, cumbalı evlerin gölgeliklerinde kendi siluetini görür gibi oldu. İçinin eskiliği gün yüzüne çıktıkça canı daha fazla acıyor ve yaşanmış onca çaresizliğin mengenesi boğazını sıkıyordu. Karşı kaldırımda sessizce sek sek oynayan kız çocuklarının mutlu yüzleri, kendi çocukluğunun asiliği ile ne kadar tezat diye düşündü.
Yalınayak sabahın kör saatinde sessizce kapıdan süzülüp, sokağa kendini atışı ile başlayan günü, akşamın zifiri karanlığında eve kan ter içinde dönüşüyle son bulurdu. Öğretmeninin el işi dersinde ödev olarak verdiği etamin parçasını, ablası çoktan işlemiş ve çantasına yerleştirmiş olurdu. Kendisi ise yarın ki günde, okul sonu satacağı atomları tepsiye dizmekle uğraşırdı.
İlkokul ikinci sınıfa geldiğinde; okulun en masum ve utangaç ama bir o kadar da en ilgi çekici çocuğu olma özelliğini taşıyordu. Onda diğerlerinde olmayan, farklı bir tını vardı.
Göz ile görünüp, hissedilir ama tarif edilemez bir şeydi bu…
Sessizce, içini çekerek yokuş yukarı Eyüp Sultana doğru yürümeye başladı.
Yaşamının nerede başlayıp nerede bu duruma geldiğini soranlara verecek en ufak bir cevabı yoktu. Bu tür sorulara muhatap kalmak bir nevi karşısındakilere kin beslemek ile eşit paralellikteydi. Her daim, her kesten farklı bir yerlere koyulmak. Şaşkın aptal bakışlar ile karşılaşmak. Pardon kusura bakmayın cümleleri duymak. Birbirlerine onu göstererek dürten insancıklar denen varlıkların içinde yaşamak. Başucundan ayakucuna kadar süzülmek…
Süzülmek. Süzülmek. Elekten geçirilmek. Canını çıkartana kadar…
Markette, yolda, işte, oynaşta, her yerde, hatta umumi tuvalete girerken bile.
Ah! Yüce Allah’ım! Diyerek kocaman bir nefes aldı. Aklım sana emanet.
***
Eyüp Sultan camisinin dışa açılan kapısından geçip iç avluya doğru yöneldi. Avlunun ortasında ki şadırvanda, elini yüzünü yıkadı. Dalgalı arsız saçlarını yatıştırırcasına geriye doğru parmakları ile taradı. Az önceki iç sıkıntısı bir nebze olsun hafiflemiş gibi oldu. Burada ki manevi dünyanın, ruh haline etkisi olduğunu düşündü. Caminin mistik havası; ruhundaki asiliği ve kaderine olan öfkesini bir anda ele geçirmişti. Karşıda boylu boyunca uzanan asırlık çınar ağacına doğru adım attı. Yere oturup koca çınara sırtını verdi. Ağacın dallarına tünemiş kuşlara bakışlarını çevirdi. Gözlerini kapadı. Kuş cıvıltılarıyla birlikte, çok uzaklara doğru yolculuğa çıktı.
***
Heyecanlıydı. İçi içine, sığmıyor yüreği yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Yatağındaydı ve oturuyordu. Bir rüya görmüştü. Bu rüya ile beraber ergenliğin kapısından içeriye ilk adımını atmıştı. Onun gizli dünyasında; belki de uzun yıllar su yüzüne çıkmayacak, hiç kimse ile paylaşamayacak, hazzın doruklarında sadece rüyalarında gezinebileceği ve hep içine gömeceği duyguları nihayetinde yaşamıştı.
Ne hissetmiştim o an diye düşündü.
Kocaman bir hiç…
Yaşadığı her şey kendisine o kadar normal geliyordu ki. Her şey olması gerektiği gibiydi. Her kesin yaşadığı gibi. Tıpkı Ahmet gibi, Mehmet gibi…
Zaman su misaliydi. Ve hep akıp gidiyordu.
Hayatını kontrol etmek kolaydı. Ama ya duygularını?
Gülümsedi. Gözlerini kapadı.
***
İlk kez; ilkokulda aşık olduğu zaman dilimini, sonrada öğretmenine hissettiği o garip duyguyu düşündü. Temiz, safça ama gizli.
Sonra, on dört yaşındayken fabrikada ki aşkını hatırladı. Ona aldığı hediye paketini, yıllar sonra çok seveceği ama bir o kadar da onun yüzünden çok acı çekeceği, kader yazgısı ile paketledikleri günü düşündü.
Hayat ne garip… Dedi.
Ve devamında ise cümlesini düzeltti.
Benim hayatım ne garip.
Hayat ona acımasızca davranmaya devam ediyordu. Kendi hiçliğinde boğuşurken, ayakta kalma savaşında mücadele ederken, damağında zehir tadı bırakacak olan acıları yaşadı.
Ona erken yaşanmışlıklarını tattıran sevgili babasını kaybettikten hemen sonra, annesi bu dünyadan göçüp gitmişti. Erkenden. Sessizce vedalaşmadan. Öylece.
Babacığım! Dedi.
Oğlum diye sevdiğin ben, biliyormusun aslında hiç yaşamadı. Yaşayamadı. Bir günahkâr gibi... Oysa sen demez miydin ki, küçücük bebekler dünyaya gözlerini ilk açtıklarında günahsız doğarlarmış diye.
Ya ben… Günahkâr mıydım?
Hep içime çekildim.
Hep kabuğumun içinde kalmaya mahkûmdum.
Hep utandım. Utandırıldım.
Hep kırıldım. Tıpkı taze bir gülfidanı gibi… Çıt diye. Kendi halimde.
Gözlerinden akan yaşlara hiç dokunmadı. Ne önemi var diye düşündü. Akabilirlerdi. Bastırılmaktan yara olup kabuk bağlamış duygularına, merhem olabiliyor muydu gözyaşları. Kocaman bir hayır… O zaman varsın aksınlar diye hayıflandı.
Öfkeliydi. Herkese. İnsanlara, arkadaşlarına, geride kalan ailesine ve kader yazgısına…
Öfkeliydi. Hayata. Yaşadıklarına. Belki kendisini doğuran annesine… Belki de dilinin ucuna kadar gelip de korkudan söyleyemediği o yüce varlığa.
Elleri ile yüzünü kapattı. Büyük bir çaresizlik çemberinin içerisinde kıvranarak konuşmaya başladı. İçindeki tüm yaşanmışlıkların acısını kusarcasına…
Yaratanı ile.
Konuşacak başka kimsesi yoktu ki.
Sığınacak başka dalı yoktu ki.
Onu, ondan başka anlayabilecek kimsesi yoktu ki.
Onu, o yaratmıştı ve ancak o onu huzura kavuşturabilirdi ki.
***
Biliyorsun değil mi? Hüzünlerimin karanlık kıvrımlarında dolaşan suların yitikliğinin sebeplerini. Zift bulaşmış o sularda çaresizce nefes almaya çalıştıkça daha çok diplere batmamın nedenlerini. Ve diğer yarattığın tüm varlıkların omuzlarıma yüklenip de zevk çığlıkları atarak beni yerin dibine sokma çabalarını. İnsanoğlu bencil, insanoğlu acımasız, insanoğlu sanki kendi yaşamında asla olmayacakmış gibi başkasının hayatını eleştirmekten ve onu rencide etmekten haz alan ucube.
Anlayış yok.
Hoşgörü yok.
Empati yok.
İnsan sevgisi yok.
Yok, yok, yok. Yok, ulan yok!
Ben mi seçtim hayatımı!
Ben istemedim!
Sen beni böyle yarattın! Sen beni böyle her şeye hasret bırakarak yarattın!
Ben istedim ki!
Esen yele karşı kader yazgım ile el ele gezebileyim. Bir bayram sabahında, huşu içerisinde diğerleriyle beraber senin karşına çıkıp saf tutup dua edebileyim. Beyaz gömleğimin üzerine taktığım mavi desenli kravatıma, aynanın karşısında mutluluk ile gülümseyip caka satarak bir düğüm atabileyim. İş görüşmesine giderken, patron denen o züppelerin karşısında, ezilip büzülmeyeyim. Sırf işi almak aç kalmamak adına, bir yandan sempatik olmaya çalışırken bir yandan da içimden avrat sövmeyeyim. Kara toprağa götürülürken, tabutumun üzerine serilmesin yeşil renge bulanmış çemberin oyaları.
Biliyorsun değil mi? Ben aslında; Doğuştan doğdum, Doğuştan öleceğim. Yok, bunun başka yolu. Yaşamımın sadece bir saatinde Doğuştan olarak nefes alabileceğimi bilsem, yinede bu yolun sonunu görmek için yürümeye devam edeceğim. Sonunda ölüm bile olsa.
***
Derin bir nefes aldı Doğuştan.
Saatine baktı. On ikiydi. Ayağa kalktı. Terapi saati ikideydi. Çapa Tıp Fakültesine gidecekti. Her ayın ilk çarşambasında yaptığı gibi. Gurup terapisine başlayalı yedi ay olmuştu. Allahın izniyle on bir ay sonra heyet raporunu alınca ameliyat masasına yatacaktı.
Sonrası… Kocaman bir arsız mutluluktu.
Öğlen ezanı okunmaya başladı. Müezzinin yanık sesi ile okuduğu ezan Doğuştanın önce kulaklarına sonra yüreğine akmaya başladı. Burası bana iyi geldi diye düşündü. Ve karar verdi. Her ayın ilk çarşambası İstanbul’a uçtuğunda, ilk önce Eyüp Sultana gelip maneviyatını güçlendirecek sonra gurup tedavisi için Çapa Tıp Fakültesinin yolunu tutacaktı.
Yokuş aşağıya inen yolda birden koşmaya başladı. Esen rüzgâr saçlarını okşayarak arkasında bıraktığı Eyüp Sultana doğru yön alıyordu. Beyaz bulutların arasında parlayan kış güneşinin pırıltısı önce gözlerini öpüyor ardından bedenini sıcacık sarıyordu. İçi dolup taştı. Anlayamadığı garip bir duyguyla… Etrafındaki insancıklara hiç aldırmadan bağırmaya başladı.
Bekle beni, Çapa!
Bekle beni, yularımı elinde tutan doktorlar heyeti!
Bekle beni, yaşamım!
Bekle beni kader yazgım!
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
Ben bu yazıda nerelere gittim geldim bir bilseniz..
Önce benzer çocukluk anılarımı ziyaret etim. Yazın ortasında olduğu için doğum günüm yazlıkta kutlanırdı ve her sene muhteşem geçerdi. Rahmetli babam Turing'de çalıştığı için pastam Beyaz Köşk'ten gelirdi. Kazablanka! Ah Kazablanka! Annemle babamın evlendiği yer.
Geçmişin nefesi her satırda hissediliyor Doğuştan'da. Geçmişin hem acı, hem tatlı hatıraları. kadere isyan, belli belirsiz Allah'a isyan ve akabinde hemen ucundan dönülen bir günah.
Hepimizi Tanrı yarattı..Ne kadar basit bir cümle. Sorsalar neler neler yazarız ya da konuşuruz bu basit cümle üzerine. Ne ahkamlar keseriz. Ne erdemliyizdir biz. Forumlara yazarız erdemimizi( sezdirmeden- öyle hava atmadan yani, hava atsak ters düşecek erdemimize..ucundan acık sokarız karşımızdakinin gözüne erdemimizi, takdir ediliriz ama ne sahteyizdir aslında.) Forum mu yok yazacak, komşumuza arkadaşımıza konu gelince keseriz ahkamımızı. Tanrı herkesi farklı yarattı! Haşa bize mi düşer Allah'ı yargılamak...Ammma velakin işin özü bu değildir. Yalanı önce Allah'a sonra kendimize sonrada başkalarına söyleriz hep:. Bu cümle "hepizi Tanrı yarattı" sadece bir örnekti. Örnekler çoğaltılabilir.
Hoşgörüsüzüzdür biz (doğru mu yazdım?) Bizim gibi olmayanı öyle bir yargılarız ki; Allah yarattı demeyiz vallahi. E hani nerde "herkesi Tanrı yarattı, sual olunmaz O'na lafı? "Boş!
Hiç kimseyi başkalarına zarar vermediği sürece asla yargılamamalıyız. Adı Tanrı yarattı ya da adı kendi kişisel tercihi olsun, ne olursa olsun.
Yazı dilinize hayran kaldım açıkcası. Boğulmadan yazmışsınız, boğmadan da okuttunuz bize. Bazı imla hataları dikkatimi çekti. Basit hatalar, mutlaka düzelecektir. Önemsiz.
iyi ki güne geldiniz. İyi ki okudum sizi.
tebrikler
SEVİLAY DİLBER
keşke ahh keşke her kes sizin gibi düşünebilse.....
bir taraftan allahın yarattıkları derken
bir taraftan irdelemese.
utandırmasa, yermese.
yüreğinize ve kaleminize sağlık..
binlerce kez teşekkürler..
yazdıklarını onada okutacağım.
umudu hiç sönmesin diye......
BANU ULUDAĞ
Birde iki yüzlülük vardır. Adam 13 yaşındaki kızını 70 yaşındaki adama satar.Ya da çeşme başında kız bir oğlanla konuştu diye aile meclisi ile katline karar verilir. Bunlar normaldir onlara göre... ha bizde "töre işte yaa, değişmesi gerek" deriz geçeriz...Yani saygı bile duyarız icabında..dinle bile karıştırırız... ama kimseye zararı olmayan birinin yaratılışı batar. Bizi yargılayanlar ne kadar normal ki gelip bizi yargılama hakkını buluyor kendine? Artı normallik nedir ne değildir.
Aslında ben toplumun neresindeyim onu da bilmiyorum ya:)
ama asla hoşgörüsüz ve yargılayan ve cahil kesiminde değilim. Şükürler olsun.
Her ikinize de sevgilerimle.
meLâL arkadaşa tavrından ve yorumu sahipLenmesinden doLayı çok teşekkür ederim...
biriLerinin beni anLamış oLmasına sevindim doğrusu.. hisLerimi anLamış da öyLe konuşmuş gibi.. şahsen ben cevap verecek oLsa idim çok kırıcı oLabiLirdim... çok üzüLdüm...
konu okumak değiL asLında okuduğunun ne oLduğunu biLmek...
çok basit ve anLaşıLır bir şey yazdım ama sayın yazan bana geçirmiş cevabında.. bir kerede başka biri yapmıştı bunu bana... niye ki, oysa iyi bir şey yazmıştım ben buraya, bir yazanı nasıL onore edebiLir ki insan, iyiydi fiLan yazı işte... yunus beLLedim ama hızır çıktı karşımdaki.. (hızır reisi kasdetmediğimi umarım anLamışsınızdır.) çok basit haLk ezgiLeri ve besLenmeLeridir bunLar, ve bu arkadaşLar nasıL bu kadar haLktan uzak besLendiLer anLayamadım... bir insan nasıL oLur da yunus emre'yi biLemez gibi kendi kendime hayıfLandım fiLan.. birkaç hikaye işte enikonu; odun hikayesi, diğer yanak hikayesi, moLLa kasım hikayesi vs vs... koca koca kurumLar dünyada yunus emre yıLı iLan etmediLer miydi yahu... hiç mi merak etmedik bunLarı, bu adamLar ne yapmışLar diye..
çok harika oLmuş, nefisdi gibi yazsa idim beLki o vakit daha iyi anLaşıLacaktı herşey...
size çok görmüyorum eLbet tavrınızı, biLmiyor oLabilirsiniz ,o an unuttunuz beLki, hatırınıza geLmedi işte, şaşkındınız fiLan faLan…
eee sonrası nerde o vakit… kusura bakmayın ama
'' eşşeğin büyüğünü ahırda unutmuşsunuz''
SEVİLAY DİLBER
çiziverin başka şeylerde müslüman millet okuyuversin....
benimkisi tamamiyle dalgınlık.........
size yazmam gerekenleri bir başkasına yazmışım.......
şu an farkediyorum.........
sizede affola.......
kasıtlı bir şey yok.......
eşşeği bir yerede bağladığım da yok......
amacım sadece öykü yazmak........
yorumları okurkende her seferinde diğer öykünün kurgusunu düşlerken okuyorum......
eee haliyle her şey birbirine karışıyor.......
takmayın bu kadar kafanıza......
tüm sevgilerim size.....
inanın bana.......
Angie
çiziverin başka şeylerde müslüman millet okuyuversin...."
"sizede affola......."
"takmayın bu kadar kafanıza......"
Mesela ben bu söylemlere takılı kaldım. Kutlamak için girmişken kalakaldım. Keşke yukarıdaki yazının kelimelerindeki inceliğe ve de bir hatanın mahcubiyetine rastlasaydım dedim. Dedim de iyi mi ettim? Kötü ettim bilirim. Bir azar da ben yerim belki.
Güne yakıştırmışsanız ne diyebilirim ki.
Kutlu olsun.
SEVİLAY DİLBER
Duygular, hissedilenler güzel aktarılmış,Doğuştan'ın duygu karmaşası ve yaşadıkları, çok yönlü ele alınıp işlenmiş.
Hayatta biçok örnekleri karşımızda olan, içimizde yaşayalardan biri Doğuştan.
Anlatımınız akıcı, tebrikler, yeni paylaşımlarda buluşmak dileklerimle, selamlar.
SEVİLAY DİLBER
"güzel insanlar güzel atlara binip gittiler"
e onlar gidince ortalık hüzün kırık hayatlar ah bu kötü örnekler vurdum duymazlıklar aymazlıklar..
aslında hepimiz bu durumdan şikayetçi...
peki ne yapabiliriz..?
sevgi yürekli empatik dost güzel insan güzel örnek olabiliriz...:)
kutladım düşündüren sorgulayan günün paylaşımını hayata kattığınız erdemli eşsiz güzellikleri değerli yazar..:)
sevgim saygımla hep selamlar...
SEVİLAY DİLBER
Çıkmam lazım, okuyamadım, tebriklerimi bırakayım sabah okuyup yorumlayacağım.
Selam ve hayırlı geceler dileklerimle.
SEVİLAY DİLBER
Sayın yazar: adam cambaz ipte demiş, siz bağlantıyı bence yanlış kurmuşsunuz.
SEVİLAY DİLBER
karadenizliyiz ya hemen parlıyoruz............
heyecanla............
ama yeri geldiğinde gönül almasını........,
ve özür dilemesinide biliyoruz...
saygılar.........
sevgiler.....
SEVİLAY DİLBER
Yeniden yeniden gönülden kutluyorum günü ışıtan zenginleştiren çalışmanızı...
SEVİLAY DİLBER
.tüm sevgilerim size....
Şimdilik tebrik ediyorum güne düşen yazınızı.
Yarın tekrar sayfanızda olacağım
SEVİLAY DİLBER
saygılarımla..........
ve sevgilerimle..
SEVİLAY DİLBER
Melâl.
Yunus Emre'yi bilirseniz şayet duymuşsunuzdur, kendisi yıllar boyu odun taşımıştır ve bir kez olsun eğri ve yaş odun getirmemiştir dergaha.
Yukarıdan anlaşılacağı üzere, ben bu yorumdan anladım ki, iltifat etmiş yorum yazan.Kusursuz yazmışsın, düzgün yazmışsın, yanlış harf sokmamışsın mabedine demiş.Ama siz bunu anlamayıp yazık olmuş doğuştan'a diye tepki vermişsinizYani okurun yazınızdan birşey anlamadığını ima ederken aslında siz okurun yorumunu anlamamışsınız..Doğrusu böyle itinalı bir yazıyı yazma yeterliliğine sahip olupta bu mevzudan, daha önemlisi Yunus'tan bihaber olmanız ve bu şekilde karşılık vermeniz üzdü.Böyle bir konuda sussaydım kendimi eğri hissederdim.
saygıyla...
SEVİLAY DİLBER
Melâl.
Siz de bana, siz kim oluyorsunuz da müdahele ediyorsunuz da diyebilirdiniz ama dememişsiniz hatanızın farkına varmışsınız.Gerisi fasarya...Özürlük bir durum var ise, o da uyumsuz penGuene olmalı sanıyorum.
Sevgiler...
asran
Halbuki pamuk kalpli ve sonuna kadar hoşgörülü ve iyi niyetli bir arkadaşımızdır.
Ama burada Melâl'i de tebrik ediyorum. Belki de tanışmıyordur bile zira bu sitede öyle güzel insanlar var ki... Hiç tanımasalar bile derhal doğru olanı izah ederek arada hüsnü zannı teşekkül ettirmeye gayret ediyorlar.
ve Si orom... Başarılı çalışmanızı bende tebrik ediyorum. Yanlıştan dönüp özür dilemenin erdeminde gördüm sizi. Bir kez de bunun için tebrik etmek isterim. Sevgili Aynur Engindeniz'in de hep ifade ettiği gibi zaman zaman olumsuz eleştirilerde gelecektir. Bu derece güzel çalışma çıkarabilenlerin bu eleştirilerin kendilerine verilen destek olduğunu bilmeleri gerekir. Samimi sevgim ve saygımla...
Yazılarınızı okumayı çok seviyorum. Yine çok anlamlı ve güzeldi. Tebrik ederim. Sevgilerimle..
SEVİLAY DİLBER
ben küçük adamlar diyorum bunlara doğuştan büyüyenler .
yalnız yazının sonunda şöyle bir şey hissettim ,elbette maneviyat kişiler için önemlidir ,kişinin dua etmesi ve ruhunu açması onu elbette rahatlatır ,ama tıp denen bilimsel gerçekleri de yadsıyamayız ,buradaki sığınış kişinin yalnız kalışı sonucudur ,içini dökme isteğidir ve yerindedir.
sevgimle
SEVİLAY DİLBER
ve bekle beni bana susturan masalımın kangren salınışı...
sizi okumak büyük keyif...
kutladım çokca...
SEVİLAY DİLBER
çok beğendim yazınızı..
öykülenmesi, tasfirleri ve iç sesleri oldukça güzel aksettirilmiş.. zaman zaman yazım hataları var.. ama bu kadar güzelliğin içinde " amaaan adam sen de!" diyerek görmezden geldim...
saygımla
bilgekul tarafından 1/11/2011 12:37:48 PM zamanında düzenlenmiştir.