ÜÇ KITAYA SIĞMADI
Kanuni Sultan Süleyman; Büyük Osmanlı Padişahı. En uzun süre tahtta kalan padişah; tam 46 yıl dile kolay. Üç kıtaya hükmetmiş bir imparator bugün için akla ziyan. Bir diziye dahi hükmedemiyoruz.
Muhteşem Süleyman Batı’nın ağzı ile bizde ise Kanuni… Amerika’da sanat galerilerinde dünyanın büyük kanun adamları arasında resmi teşhir edilir, bizde ise onu hakir gösteren, hor gören dizi filmi çekilir. Batı ona muhteşem lakabını takar bizimkiler ise dizi filmlerinde haremde kadının kanadı altında bir zavallı sayar. O sıcak ve yumuşak yatakta ölmeyi zül addedip at üstünde ölmeyi tasavvur ederken, bizimkiler ise filmlerde onu kuş tüyü yataklarda gösterip yaşarken mevt eder.
“Fatih Sultan Mehmet şimdi uyansa
Ne ben onu tanırım nede o beni tanır.
İstanbul’u Bizans fethetmiş sanıp tekrar savaşır” demiş şairin biri…
Fatih uyansa memleketi “Kim için fethettim?” der.
Kanuni uyansa çekilen filme bakar “Destur Bre!” der.
Peki, bizler nasıl bakacağız onların yüzüne?
Ne diyeceğiz mesela Fatih’e? “Vallaha sen İstanbul’un fatihi oldun ama bizler içine ettik güzelim İstanbul’un” mu diyeceğiz?
Ne diyeceğiz mesela Kanuni’ye?
“Bak seyrediyoruz dizi filmini, çekirdek çıtlatarak, ailecek hem… Reyting rekoru kırıyoruz hem!”mi diyeceğiz?
21 yaşında İstanbul’u fetheden Fatih, üç kıtaya sığmayan Kanuni; özrümüz kabahatimizden büyüktür çünkü yine size atfedilen; ‘bir milletin ıslahı kötülerin imhasıyla değil, neslin eğitim ve terbiyesiyle mümkündür.’ sözünüzün özünü ne yazık ki kavratamadık beyinlere… Affedin, hoş görün, kabul edin.
Kendi tarihine dost gözüyle bakamayan ve onu olduğu gibi değil de hep kötüler ve yaralar gibi bakan zihniyetlere acıyorum. Necip Fazıl ağzıyla sesleniyorum: “Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?” Yanıt alamadım.
Bizim kadar geçmişine küfreden başka bir millet var mı acaba? Merak ediyorum. Yok saydığımız kocaman bir imparatorluk var arkamızda. Üç kıtaya hükmetmiş; imparatorluklar yıkmış, imparatorluklar silmiş… Bugün facede dolaşan şu cümleyi görünce eyvah ki eyvah dedim; “Ne ettik kutsal emanete?” sizlerde sorun lütfen kendinize!
“Üç kıtaya sığmayan Kanuni’yi bir harem dairesine sığdırmaya çalışan zihniyete lanet olsun.” Serlevhası ile facede dolaşan yazıyı görünce tüylerim diken diken oldu. Bir harem dairesi; her türlü melanet dolaşacak gibi memleket insanın gözleri önünde, öyle teşhir edilecek güya sanat adına Koca Süleyman, Muhteşem Süleyman… Bir yaprak dökümü bu toplumda, bu aşkı memnu sanki… Dökülen değerler habire dökülüyor, yasak olan her şey habire yapılıyor. Kanunilerin Fatihlerin yerini Şevketler Behlüller alıyor. Yazık!
Üç kıtaya sığmadı ama bir dizi filme sığdı.
Dizi dizi dilimleyecekler, cılkını çıkartacaklar velhasılı…
Şairdi, bilhassa şu beyti bir atasözü kadar meşhurdur:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi" Kanalizasyon içinde muteber bir kanal yok… gibi… Olmaya reyting uyduda bir dizilik harem gibi… Dizi dizi dedikleri bir küfür kavgasıdır… Olmaya baht ü saadet evde televizyonsuzluk gibi… Naçizane bir şeyler uydurmaya tenezzül ettik, gayemiz nazire değil hicap duyarım bundan, gayemiz dikkat celp etmek!
Muhteşem bir dönem: Şiirde Baki, ilimde Ebusuud Efendi, Mimaride Mimar Sinan, hâtta Karahisari, denizde Barbaros, Turgut Reis ve tahtta Kanuni… Türk asrı desek uyar kavlimce… Bugün ise kanallarla üç kıtaya hükmediyoruz kendimize küfür ede ede… Buradan da bir “Oscar” çıkar zannımca! “Nobel” gibi… Çünkü ağacın kurdu içindedir.
Adildi, bu yüzden ona Kanuni adı verilmiştir.
Süleymaniye Camiinin inşası sırasında bir Ermeni Usta, yanlış duvar yapması sonucu, Kanuni tarafından cezalandırılır. Ermeni Usta, sultandan şikâyetçi olur. Kadı, ikisini de huzuruna çağırır. Kanuni ve Usta, kadının karşısında ayakta beklemektedirler. Karar açıklanır: "Kıssas!" yani Kanuni de aynı şekilde cezalandırılacaktır. Ermeni Usta, adalete hayret eder ve: "Madem dininiz bu kadar adil, hem davamdan vazgeçiyorum hem de Müslüman oluyorum" Davadan sonra Kanuni, kadıya: "Eğer ben padişahım diye benim lehimde bir karar verseydin, seni bu kılıcımla öldürürdüm" der. Kadı, oturduğu minderin altından bir hançer çıkarır ve : "Sultanım siz de eğer ’ben padişahım’ diye kararıma itiraz etseydiniz ben de bu hançeri sizin kalbinize saplardım..."
Başka söze ne hacet? Bugün hapisten elini kolunu sallayarak çıkanlara bakın lütfen. Bilmem kaç kişinin katili, bilmem ne örgütü falan filan… Adaletin Bu mu Dünya?
Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi’den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen mümkün olup olmadığını sormuş. Beyit şöyle:
“Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?” (Eğer karınca ağaca zarar verir, onu kurutursa onu yok etmenin bir günahı var mıdır?) Şairliği de bulunun Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap vermiş:
“Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.”
Bir karıncaya dahi ehemmiyet veren bir din ve o dini nefislerinde samimi bir dava gibi yaşayan hükümdarlar, din adamları… Hak hukuk adalet demokrasi vesaire… Geriye mi gittik ne diyeceğim geliyor!
"Ben öleceksem at sırtında ölmeliyim, yumuşak döşekler yaralar beni." Kanuni Sultan Süleyman Han
Sen öldün ama biz seni bir kere daha öldürdük.
Şu sözün dahi bugüne müthiş bir “Osmanlı Tokatı”dır. Anlayabile tabi ki, idrak edebilene, onu aklın ve kalbin süzgecinden direkt geçirebilene tabi ki…
“6.5 milyon km² vatan toprağı, onun döneminde 15 milyon km² toprağa ulaştı sakalını cihan için ağarttı o yol üzre vefat etti.”
Şu an bilmem kaç sayılık ve kaç paralık bir dizinin seyrinde bizlerde toplum olarak içten içe kendimizi yemekteyiz ve saçlarımızı sinirden ağartmaktayız.
Bu yol üzre herkes üzerine düşeni yapsın lütfen!
YORUMLAR
Bir tarihçi, bu diziyi geçmişinle barışan halka bir misilleme olarak gördüğünü söylemişti.
Öyle ya ''geçmişinden koparılan insanlar kökleri kurumuş yok olmaya mahkum ağaçlara benzerler'' misali...
Yalanlarla doldurdukları tarihi okullarda okuttukları yetmez bir de böyle dizilerle desteklenmeli...
Ve özellikle de dünyanın bile hakkını vererek hayranlıkla andığı Sultanı secmeleri... Senaristi NTV de dinledim. Osmanlı Haremi ile ilgili tarihi bilgilerimiz yok dedi. Dizide ki harem konusu tümü kurgu olarak benim hayallerime ait diye itiraf etti.
'' Tarihçilerin Muhteşem Yüzyıl dizisinde dikkat çektiği maddi hatalardan bazıları şöyle:
-Olaylar 1520'de geçmektedir. Oysa Topkapı Sarayı'na haremin gelmesi 1540'ta başlar. Bu tarihten önce harem, Beyazıt'taki Eski Saray'daydı.
-Yavuz Sultan Selim'in Rodos seferi için 200 parça kalyon hazırlandığı söyleniyor. Osmanlı'da ilk harp gemisi 1644'te inşa edilmiştir.
-16. yüzyılda adına Avrupa denilen müstakil bir coğrafya yoktu. Bu kavram 18. yüzyıldan sonra aydınlanma döneminde ortaya çıktı.
-Hareme kızlar, seçilerek alınır, ardından çok ciddi bir eğitimden geçirilirdi. Başta örf-âdet olmak üzere İslami ilimler ile kabiliyetlerine göre birer sanatta yetiştirilirlerdi.
-Dizideki harem halkının davranışlarının, asırlar boyunca süzülerek gelen 'saray terbiyesi ve nezaketi'yle alâkası yok.
-Harem halkının muhafazasını sağlayan ve dışarıyla ilişkilerine yardımcı olan harem ağaları, binanın dışında kendilerine ayrılan nöbet yerlerinde beklerdi. Harem ağaları da aynı terbiye ile yetiştirilirdi.
-Dizideki oryantal oyunlar ve müzik, Osmanlı eğlence anlayışı ve musikisini yansıtmıyor.
-Babasının cenazesi ortadayken bir padişahın eğlence düzenlemesi inandırıcı değil.
-Kostümler Osmanlı'dan çok İngiliz dizisi Tudors'tan alıntı gibi...
-Osmanlı geleneğinde padişahın huzuruna baş açık çıkılmazdı.'' Milliyet
Yüreğinize sağlık.
Herkes ektiklerini biçer birgün