- 594 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
SUSKUN YÜREKLER- 5
Köydeki dedikodular bir süre sonra azalmıştı. Nusret, oğlunu soranlara inanabilecekleri bir mazeret buluyor ve konuyu kapatıyordu. Nasılsa belli bir süre sonra unutulacaktı bu konu.
Saffet ise boş durmuyor, köyde bir ajan gibi insanlardan bilgi almaya çalışıyordu. Farklı kişilerden, farklı bilgileri aldıkça daha çok ilgisini çekmeye başladı, bu konu. Üzeri kabuklaşmış bir yarayı, tekrar kanatmak istiyordu adeta. Çocukluğundaki konuşmalar, belleğinden bir türlü gitmiyor, onu öfkenin içine çekiyordu. Kendisinin fark etmediği bir gerçek de, acı çektirmekten zevk alan sadist kişiliğe sahipti. Daha on yaşındayken; kediyi alarak ıssız bir yere götürmüş, orada onu taşlayarak öldürmüştü. Hatta sarman kendini savunmak isterken, bir iki cırmık izi bırakmıştı suratına. Kedinin nereye gittiğini kimse anlayamamıştı.İlk vukuatında, yakalanmaması ona cesaret vererek bir sürü hayvanı aynı yöntemle ortadan kaldırmıştı. İşkence ettiği hayvanların, gözlerinin içine bakıyor, acıyı gördüğünde; zevki, doruğa çıkıyordu. Şimdilerde ise daha fazlasını ister hale gelmişti.
"Bir insanın ölüm anı nasıldır acaba ?"soruları beynini kemiriyordu. Musa’ nın gidişi onu daha da hırçınlaştırmış,sadist ruhunu kamçılamış ve istekli hale getirmişti. Bundan böyle;O, avcı; Musa da avı olacaktı.
Kan davasına muhatap aileler, son yıllarda; sanki yangından arta kalan közün sönmek üzere olduğu gibi sessizliğe bürünmüş ve kendi dünyalarında uysallaşmış, davayı neredeyse unutacak duruma gelmişlerdi.
Saffet’ in hınzırca çabaları ,bir türlü ateşleyip,canlandıramıyordu bu közü.
"Bir şeyler yapmalıyım ",diyordu kendi kendine.
Şeytanın bile aklına gelmeyecek oyunlarla av merasimine hazırlanıyordu. Kahvede sesli bir şekilde Musa hakkında atıp tutmaya, bir taraftan da aileyi izlemeye başladı. Bir şekilde onunla irtibat kuracağını tahmin ediyordu. Muhtarlığa gelen mektupları, muhtardan gizli kolaçan ediyordu. Bütün çabaları ne yazık ki beyhudeydi.Ne yaparsa yapsın, hiçbir olumlu bilgiye ulaşamamak onu çılgına çeviriyordu.
Ümidi kalmamış, ortalıkta avare avere dolaşıyor, sataşacak insan arıyordu.
Melike’ yi gördü. Hızlı bir şekilde yürüyordu. "Üzerindeki tedirgin bir ifadenin varlığı pek hayre alamet değil ". diye düşündü.Muhtarlığa girmesi; daha çok ilgisini çekti. Köyün gelen ve giden postaları, muhtarlıkta toplanıyordu. Gelenler, sahiplerine veriliyor, gidecekleri de her hafta Salı günü muhtar tarafından İlçeden postalanıyordu. Önce kime mektup gönderebileceğini düşündü. Kimse aklına gelmedi. Arkasından içeriye girdi. Melike, onu karşısında gördüğünde, yüzünün rengi değişti. Elinde tuttuğu zarfı saklamaya çalıştı, fakat yapamadı.
- Hayırdır Melike ? Ne arıyorsun burada?
- Öylesine uğradım Saffet Ağabey. Gelen mektup var mı diye.
- Var mıymış peki? Sen göndereceksin galiba.
- Benim değil, bizim Hatice’ nin bu mektup. Bana bırakıver dedi de.
- Nereye gönderiyor bakayım o mektubu.
- Arkadaşına galiba. Bakmadım da. Beni ilgilendirmediği için gerek duymadım.
- Ver bakalım şu zarfı
- Veremem, başkasına ait bir şeyi.
- Ne olacak ya üstüne bakacağım, içine okuyacak değilim ya !
- Al bak o zaman. Senin neden ilgilendiriyorsa anlayamadım.
- Aman al be, yemedik mektubu.
Eline almasıyla, gönderen ve alıcının adına baktı öncelikle. Gönderen kişi Hatice idi. Alıcısı da Hülya, adresin İzmir olmasına anlam veremedi.
Saffet’in zarfa hınzırca bakması karşısında;"
"Bu işin içinde bir şeytanlık olmalı" diye kuşkusunu artırdı ve kararını verdi:
" Mektubu göndermeyeceğim!.."
Bir mazeret ileri sürerek muhtarlıktan çıktı. Adresi ve mektubu yok etmeliydi. Eve gitti. Sobanın içine koydu ve zarfı ateşledi. Ona ulaşma çabası, bu şekilde sona erdi. Aklına, Saffet’ in sinsi bakışları geldi. Kuşkulanmıştı. Kendisini takip edecekti bunu biliyordu.
Mektubun gelişinden bu yana düşünüyor fakat bir türlü karar veremiyordu. Köyünden tek başına çıkmamış bir kız için tehlikeli bir serüvene atılmak çok zordu. Yolda başına gelebilecek kötülüklerden, insanlardan, toplumun bakış açısından, her şeyden… Düşündükçe karamsarlığa kapılıyor,bir çıkış noktası bulamıyordu.Her şeyi göze alarak gitse, orada nasıl bir yaşamla karşılaşacaktı? Bütün düşüncelerini yazdığı mektup, alevin içinde kül olup gittiğinde, umutsuzluğu bir kat daha arttı.
Pencerenin önüne geldi. Bir müddet bulutlara baktı dalgın bir şekilde. "Sevgilim,uzaklarda kimbilir hangi yerde aynı havayı teneffüs ediyordu şimdi." diye iç geçirdi... Özlemi, depreşti. Bir kez daha lanetler okudu kan davasına ve töreye…
"Gitmeliyim, dedi. Sonu ölüm bile olsa gitmeliyim…"
DEVAM EDECEK !
YORUMLAR
Sevgili Nermin, yeni öykü serin hayırlı olsun kardeşim.Onbeş gündür siteye giremedim, birinci bölümden başlayarak okudum.
Kan davasının ne denli zararlı ve insan hayatını kötü etkilediğini çok güzel dile getiren bir öykü.
Devamını ilgiyle takip edeceğim.
Selam ve sevgilerimle arkadaşım.