- 1194 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİZ BÜYÜDÜK
Yıl 1974 soğuk bir kış sabahı, şaşkın bakışlarım eşliğinde annemin kucağında giriverdin hayatımıza.
Kardeşin geldi dediler. Nerdeydin ki? Nereye gitmiştin? Nerden gelmiştin?
Miniciktin, ne çok ağlıyordun. Ama buna rağmen ne çok seviliyordun. Annem kucağından indirmiyordu seni. Kıskandım mı ne? Babam oğlum derken nasıl da gururlanıyordu.
Dışarıdan bakınca evdeki ışıklar görünmese de evimiz başka bir aydınlanmıştı sayende.
Karartma günlerinde ışığı olmuştun evimizin.
Hayata dair ilk korkularım o günlerde başlamıştı ve sorgularım. Savaş ne demekti? Asker ne demekti? Babam ben doğarken askerdi gene mi asker olacaktı? Evlerimizi neden terk etmek zorunda kalabilirdik? Karanlıkta niçin oturmak zorundaydık? Açlık ne demekti? Bir ekmek için bile insanlar neden bu kadar beklemek zorundaydı?
Ve hayata dair ilk umutlarım da o günlerde yeşermeye başlamıştı. Barış isteniyordu, kardeşlik özleniyordu, insanlar insanca yaşamak istiyordu. Çocuklar korkmasın ağlamasın diyordu herkes. Ben korkmuyordum çünkü yalnız değildim. Her şeyimi paylaşmaya hazır olduğum sen gelmiştin.
Kardeş ne demekti ilk başlarda çözemedim,anlamadım ama seni sevmem ve korumam gerektiğini biliyordum sanki. Küçüktün ve uyurken çok masumdun. Annem ‘’sen abla oldun’’ dediğinde büyüdüğümü anladım senin eve gelmenle. Büyümüştüm. Büyümüş müydüm sahi? Sanırım büyüyordum.
Sen hatırlamazsın ama ben silik bir resim gibi anımsıyorum o kışı. Yoksul ama mutluyduk. Mutfaktaki plastik kaplar ve annemin yaptığı bez bebeğimden başka oyuncağım yoktu. Dört gözlü ocağımız, buzdolabımız, televizyonumuz, musluktan akan sıcak suyumuz da yoktu. Piknik tüpünde pişirirdi annem yemeklerimizi ve senin mamanı. Hafta demez biterdi tüp. Annem saatlerce kuyrukta bekler, yorgunluktan bitap bir durumda, parmaklarında sıkıca kavradığı tüp ile dönerdi eve. Seni bana emanet ederdi giderken. Büyümüştüm evet. Sana bakabiliyordum annem yokken, öyleyse sahiden büyümüştüm. Tahta bir beşiğin vardı. Anneannemin işlediği beyaz yatak takımıyla süslenmiş. O gün annem dışarıya çıkınca öyle çok ağlamıştın ki. Biberonu verdim susmadın, ninni söyledim susmadın. Hafifçe annemin gösterdiği gibi salladım beşiğini gene susmadın. Sadece ağlamanı önlemekti amacım. Bu kez biraz daha biraz daha hızlı salladım beşiğini. İkimiz de yorulmuştuk. Sen uyudun ağlaya ağlaya, ben annemi bekledim.
Annem geldi, elinde piknik tüpü. Sen uyuyordun. Kalktım ‘’uyuttum kardeşimi ‘’anne dedim. ‘’Çok ağladı ama uyudu sonunda.’’ Sana mama pişirmek için mutfağa geçtiğinde annem sen tekrar uyandın. Maman hazırdı annem kucağına aldı seni, iştahla biberona saldırdın. O an annem hafif bir çığlık attı. Şakaklarındaki kızarıklıkları görünce. ‘’Bunlar ne? ‘’diye sordu bana. ‘’Anne vallahi kucağıma almadım. Sadece salladım dediğin gibi. Sadece salladım. Uyusun ağlamasın diye.’’ Neyse ki sadece hafifçe kızarmıştı şakakların. Çok öfkelenmedi annem. Hızla sallarken beşiğini fark etmemişim, başın beşiğin kenarlarına çarpmış hep. Ama büyümüştüm ben değil mi? Sana bakabiliyordum ya. Büyümüştüm.
Yıllar geçti birlikte büyüdük seninle. O evi hatırlıyor musun? Hani şu iki katlı, bahçesinde kocaman bir dut ağacı olan, mutfağındaki şöminede sana yumurta pişirdiğim o eski evi? Hani yüksek taş duvarla çevrili bahçemizi, pembe, kırmızı ve beyaz renkteki sarmaşık gülünün süslediği o kocaman bahçe kapımızı? Hani o minik odunluğu, annemden gizli neredeyse bütün sokak kedilerini barındırdığımız. Hani o salıncağı, önce ben sallanacağım diye başında didiştiğimiz o salıncağı. Hani o ahşap kapıyı, rüzgarın ıslık ıslık evimize sızdığı o eski ahşap kapıyı. Hatırlıyor musun?
Üst kattaki odada yatıyorduk biz. Yere sererdi annem yataklarımızı. Hani siyah beyazdı ya çizgi filmler bile o zamanlar. En büyük zevkimizdi yatmadan önce yorganlarımızı şöyle atıp, yataklarımızın üstüne, oluşan şekillerde kendimize bir dünya kurmak. Dağlar,tepeler, yollar... Sen arabalarını gezdirirdin dağ bayır ben bebeklerimi. Saatlerce kıkırdaya kıkırdaya oynardık.
Bazı geceler komşularımıza giderdik ailecek. Ömer Amcalara, Perihan Teyzelere, Hatice Teyzelere. Uzun kış geceleri nasıl da kısalıverirdi oyunlar ve hikayeler eşliğinde. Kestane kokularını, kavrulan susamların, patlayan mısırların o mandalina ve portakalların tadını hatırlıyor musun? Çıtır çıtır yanan sobanın arkasında ilerleyen saatlerde uyuklardık. Sonunda sen dayanamaz uyurdun. Eve dönüş için hazırlanırken seni uyandıramazdı annemle babam. Öyle ağırdı ki uykun. Kıyamazdım ‘’ anne uyandırmayın ben taşırım onu ‘’ derdim. Uyanacağın vardıysa bile uyanmazdın artık. Benim sırtımda eve kadar taşınmak hoşuna giderdi çünkü. Büyümüştüm ben.
Yıllar geçti biraz daha büyüdük. Biz büyüdük, evimiz büyüdü, dünyamız büyüdü ve ben seninle birlikte öğreniyordum her şeyi. Kavga ederdik. Ben ders yaparken sinsice arkamdan gelip beni korkutman deliye çevirirdi beni. Ben oturduğum yerden sıçrayınca sen nasıl da kahkahalarla gülerdin. Evlensen gitsen de bu oda benim olsa keşke derdin hatırlıyor musun? İki yatak odası vardı evimizde biri annemlerin diğeri benim. Ben büyüğüm diye annem bana vermeyi uygun görmüştü odayı hem de genç bir kızdım ya artık. Özel dünyamdı odam benim. Kitaplarım, bebeklerim, bana ait her şey oradaydı. Az çektirmedin bana o oda konusunda. Karıştırmaya, dağıtmaya öyle adamıştın ki kendini.
Küs kalamazdık uzun süre. Evimizin arkasındaki kırlık arazide lale ve nergis topladığımız bahar aylarını, yanaklarımız ve burunlarımız kızarana kadar koşuşturup saklambaç oynadığımız, yağan yağmurlarda ıslandığımız o kış günlerini unutmak mümkün mü? Ayaklarımızdaki lastik çizmelerin içinde çoraplarımız sırılsıklam olurdu. Akşam annem seslenmese eve gitmek aklımıza bile gelmezdi çoğu zaman.
Yıllar yılları kovaladı. Biz durmadan büyüdük. Ben evlendim. Ve buna en çok sen sevindin biliyorum. Odan bana kaldı dediğinde anlamıştım bunu. Biz büyüdükçe birbirimize yakınlaştık. Zamanla kardeşten öte bir dostluk oluştu aramızda. Ve ben ilk kez ölümün soğuk yüzüyle gene senin sayende tanıştım. Anneannemiz öldüğü zaman sen minicik bir bebek ben de ölümü anlayamayacak kadar küçük bir kızdım. Ölüm nasıl bir şeydi anlayamacak kadar küçüktüm. Sadece annemin ağlaması çok dokunmuş ona o ağlıyor diye eşlik etmiştim.
Denizle iç içe büyüdük. Ama sen başka türlü sevdalıydın denize. Onun kucağında, onun derin sularında, ona nispet yaparcasına onunla haşır neşir olmak, denizi yaşamak hayat felsefen olmuştu. Sadece yüzmek ve balık avlamak denize olan aşkını tarif etmene yetmiyordu. Denizin üstünde yürünmez ama sen koşmalı hatta uçmalıydın. Wind sörf merakın böyle başladı küçük yaşta. Ve Bitez sahilinde fırtına gibi esmeye başladın. Fırsat bulur bulmaz büyük aşkınla buluşmak için sahile koşar sörf tahtanı, yelkenini alır dalgalarla sevişirdin adeta. Bu konuda çok başarılıydın, yıllardır emek vermiş bu konunun uzmanı olmuştun neredeyse. Ama hayat kendisiyle oyun oynayanlara öfkelenip, bazen onlara tuzaklar kuruyor. Bunu da birlikte öğrendik biz seninle. Yaşayarak, zamanla.
Ben anneliğin heyecanı içinde bebeğimle başka bir dünyadaydım. Sen oldukça yakışıklı, çakıl taşlarının sudaki aksini hatırlatan gözlerinle kızların gözdesi bir delikanlıydın. Mutlaka genç ve güzel bir kıza gönlünü kaptırmışsındır o dönemlerde ama senin en büyük aşkın denizdi hala ve ilk sırada o gelirdi hep.
Sensiz bir dünyanın nasıl kapkaranlık olacağını, bunun katlanılması zor, hatta imkansız olacağını o gece bir kez daha anladım. Bir kez daha diyorum çünkü birkaç hafta önce gördüğüm bir rüyanın etkisini hala atamamıştım üzerimden. Rüya demek hata tam bir kabustu. Seni uyandıramıyordum rüyamda. Sabah olmuştu , uyanman lazımdı ama sende hiç hareket yoktu. Seslendim cevap vermedin. Yanına yaklaştım hafifçe dürttüm gene ses yok. Yorganın üstünden gıdıkladım. Yok , hiç tepki vermiyorsun. Kolundan tutup hadi artık şakanın sırası değil uyansana işe geç kalıyorsun diyecek oldum buz gibiydin. İnanması çok zordu ama ölmüştün sen. İnsanın bir anda aklını yitirmesi böyle zamanlara rastlıyor eminim. Deliye dönmüştüm. Saçımı başımı yoluyor, sanki beni duyuyormuşsun gibi avazım çıktığı kadar sana sesleniyordum. Kan ter içinde uyandığımda bir kabus olduğunu anladım ancak. Hep ettiğim duayı ettim o gece gene. Allah’ım nolur beni sevdiklerimin ölümü ile sınama. Hepsinden önce ben öleyim ...
Annemin doktor kontrolü için annemle babam İzmir’ e gitmişlerdi. Ben senin yemeklerini hazırlamak için kendi evimde değil bizim evdeydim. Küçük oğlum yanımda. Enişten çalışıyordu. Sen akşam üstü ‘’ abla ben biraz sahile iniyorum, rüzgar varsa sörf yaparım. Gecikirsem merak etme arkadaşlarla takılırım’’ deyip gitmiştin. Böyle dediğinden olsa gerek hava kararmış saat epey ilerlemişti ama senin arkadaşlarınla birlikte olacağını bildiğimden içim rahattı. Telaşlanmadım geciktiğin için. Taa ki İsmail abi eve telefon edip eniştenin numarasını istediği ana kadar. Çok şaşırmıştım, Bitez sahilinde taxi yok muydu? Neden Gümbet’ten bir taxi ve özellikle enişteni istiyorlardı ki? Numarayı verdim , telefonu kapadım. İçime tarif edemeyeceğim bir sıkıntı geldi yerleşti. Huzursuzca evin içinde odadan odaya , oradan balkona , tekrar içeriye dolanıp durdum. Birkaç saat sonra enişten geldi eve. Yüzü bembeyaz mıydı yoksa gri miydi , hatırlamıyorum ama tuhaftı hali, hem de çok tuhaf.Sormaya korktum. Ne oldu? Neyin var? Diyemedim. Ağzında bir şeyler geveliyordu. O da konuşmaya korkuyordu kesinlikle ama haline bakılırsa kötü şeyler olmuştu. Bahçedeki çardağın altına gitti bir külçe gibi sandalyelerden birine yığıldı resmen ve masaya yüzünü kapayıp öyle şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı ki. Sen yoktun hala. Allah’ım düşüncesi bile aklımı oynatmama yeter. Münir denize açılmış ve geri dönmemiş dedi enişten hıçkırıklarına kısa bir an es verip. Donup kalmıştım. Bu arada bahçeye üç beş tane araba, birkaç motosikletli genç aynı anda doluverdi. Bütün herkes toplanmıştı. SEN YOKTUN. Nerdeydin?
NELER OLUYORDU? Her kafadan başka bir ses çıkıp kesiyordu gecenin karanlık yüzünü.
_ Yok yok ona bir şey olmaz. O usta sörfçüdür. Mutlaka döner.
_ Yelken direği kırılmış olsa da sörf tahtası sağlam döner döner.
_ Saatlerdir sahil güvenlik ve arkadaşları arıyorlar ama neden bulunamadı?
_ Münir akıllı çocuktur, çıkmıştır bir koya. Sabah gelir nasılsa. Bir şey olmaz ona.
_ Ama sörf tahtasını bulmuşlar Çelebi Adasının açıklarında bir yerlerde.
_Bu kadar uzun saat nasıl dayanacak , akıntı da var .
Artık dayanamıyordum. Neler diyordu bu insanlar? Ne ima etmeye çalışıyorlardı? Neden ağlıyordu bu kızlar? Asalet neden sımsıkı sarılmıştı bana? Öznur niçin gözlerimin içine bakmaya korkuyordu?
Murat , Metin, Serdar, Nurol? Ne biliyordunuz, ne? Benim bilmediğim ne biliyorlardı? Sen ölmüş olamazdın. Deniz seni benden alamazdı. İşte buna inanamazdım. Böyle bir şeye asla ihtimal veremezdim.
Annemleri aramamız, onlara haber vermemiz gerekiyordu. Ne diyecektim ben annemlere şimdi. Denize çıktı dönmedi. Yok. Bunu nasıl söylerdim. Annem zaten hasta, kesinlikle kalbine inerdi bu haber ikisinin de. Ama arayıp bir şekilde durumdan haberdar etmeliydik. Hem sen ölmedin ki. Denizde kayboldun,bulamadılar. Bu hiç bulunamayacağın anlamına gelmiyordu ki.
Aradık annemleri. Sörfle denize açıldığın, yelken direğin kırıldığı için geriye dönemediğin, akıntıya kapılıp sürüklendiğin ve Kos açıklarında yunan balıkçıları tarafından kurtarıldığın ve sabah eve döneceğin söylendi . Tabi bunun ne kadarına inandılar bilmiyorum. İlk otobüse atlayıp eve döndü annemler. Ama o dört saatlik otobüs yolcuğunun nasıl geçtiğini bir onlar bir de Allah biliyordur kesinlikle. Sabaha karşı geldiler eve. Annem direk senin odana girdi. Yatağının üzerinde duran tişörtünü aldı yüzünü gömdü ona. Ama ağlamadı asla.’’ Benim oğlum gelecek. Ben onu dualarla askere yollayacağım daha. O gelecek. O gelecek.’’
Ama sen hala yoktun!
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte enişten ve babam kaymakamlığa ya da kim yardım edecekse ona gittiler. Denizden arama çalışmaları yetersiz kalınca havadan helikopterle aranman için nereye başvurulacaksa oraya. Evde kimse kalmamıştı. Arkadaşların, komşular dağılmıştı. Annem , ben bir de Faruk . Babamlardan haber bekliyorduk. Kulağımız telefonda. Çok fazla zaman geçmedi. Telefon çaldı. Koştum açtım. İsmail abiydi gene:’’ hicran müjde Münir burada yanımda’’ sesini duymak istiyorum dedim ,’’ telefonu ona ver. Sesini duymazsam inanmam inanamam söylediğine’’ yorgun sesin ‘’ ablacım ben iyiyim evde görüşürüz’’ diyordu. Bütün gece metanetimi koruyup onca ağlayan sızlayana inat ağlamamıştım. Ama şimdi mutluluk gözyaşlarım için kimse bana dur diyemezdi.
On-on beş dakika sonra üzerinde rengi solmuş siyah sörf elbisenle eve doğru geldiğini gördüğümüzde annemle bendeki sevinci burada kelimelerle anlatmam mümkün değil. Her kelimeye bir zil taksam her kelime okundukça zilini çalsa bizim eteklerimizdeki zile ,yüreğimizdeki sevince eşlik edemez asla.
Biz mutluluk içinde kucaklaşıp, ağlaşırken telefon bir kez daha çaldı. Babamlar bir oraya, bir buraya telaş içinde koşuştururken küçük bir kaza geçirmişler. Allah’tan canlarına bir şey olmamış ama araba hasar görmüş. Senin döndüğün haberini alınca ikisi de hemen eve geldiler. Hani mutluluğun resmi derler ya hep, işte tam da buydu o tarif edilen resim.
Sen yorgundun. Üzerindeki rengi soluk siyah elbise kadar soluktu rengin. Ama biz de merak içindeydik. Neler olmuştu? Bütün gece denizde o sörf tahtasının üstünde nasıl sürüklendin? Nasıl dönebildin ? Anlatmaya başladın sakince:
Akşam üstü üç dört arkadaş sörflerimizi alıp denize açıldık. Benim yelken direğim kırılınca arkadaşlar bana yardım etmek için geriye döndüler. Küçük bir tekneyle geldiklerinde beni bıraktıkları yerde görememişler, teknenin yakıtı da az olduğu için sahile dönmüşler. Ben akıntıya kapıldım. Sörf tahtasının üzerinde akıntı nereye sürüklüyorsa o yöne doğru gittim. Yapabileceğim bir şey yoktu. beklemekten başka. İyice açılmıştım. Sahil görünmez olmuştu. Hava kararmaya başlamış uzağımdan geçen gemilerin dalgaları işimi zorlaştırmıştı. Suyun içinde durursam daha az üşürüm dedim ama sonra denizin derinliği ve dipsizliği ürküttü beni. Tekrar sörf tahtamın üzerine çıktım. Hiç hareket etmeden öylece bekledim. Ben hareket etmiyordum ama akıntı beni sürüklüyordu durmadan. Çok uzun bir geceydi. Hayatımın en uzun gecesi. Üşümüştüm, acıkmıştım ve evet korkmuştum. Hava aydınlanmaya başladığında uzaktan özel bir yatın geçmekte olduğunu gördüm. Tüm gücümle bağırdım sesimi onlara duyurdum. Bana yaklaştılar ve beni yata aldılar. Başıma gelenleri anlattım. Yatın sahibi sürat teknesi ile beni Bitez’e götürebileceğini söyledi. Tam iki saat sürdü sahile gelmemiz. O kadar açığa sürüklenmişim anlayacağınız. İşte buradayım.
Çok uzun bir geceydi gerçekten de. Hem senin için hem bizim için. O yardımsever yabancıya ne kadar teşekkür etsek azdır.
Babam :’’ artık bu deniz sevdasından vazgeçersin değil mi oğlum?’’ dediğinde verdiğin cevabı hiç unutmam: ‘’ neden ki baba? Siz de araba kazası geçirdiniz,şimdi artık araba kullanmayacak mısınız?’’
Biz biraz daha büyüdük. Askere gittin. Aylarca senden haber alamadık. Yüreğimiz ağzımızda sağ salim dönmen için dua ettik. Ayrılık zordu ama döneceğini bilmek buna inanmak güzeldi. Döndün çok şükür.
Biz büyüdük.
Ve sen hiç vazgeçmedin denizden. Hala her fırsatta ona koşarsın. Rüzgarın kucağına bırakır kendini dans edersin dalgalarla. Evlendin , çocukların oldu ve biz durmadan büyüdük.
Kendimi en yalnız hissettiğim zamanlarda senin varlığını bilmek, sana sarılmak, bana güven veren omzuna yaslanmak, sen benim bir tanemsin deyişini duymak, seninle içki içmek, dertleşmek, mutfak penceresinden küçüklüğünde yaptığın gibi ansızın seslenip beni korkutman, bazen coşup beni kucaklaman havada döndürmen, ( artık ben seni kucaklayamam koca adam) , hep yanımda olman ve senin üst katta uyuyor olduğunu bilmek ... bunları hiçbir şey ile değiştiremem. Senin yerine hiç kimseyi hiç bir şeyi koyamam. Seni sevdiğim gibi sevemem başka birini ve bilirim ki senin beni sevdiğin gibi sevemez başka hiç kimse beni. Biz birbirimizin sırdaşı, dertdaşı, gözyaşı, yoldaşı, gardaşıyız. Bugün senin doğum günün. Ve ben senin gibi bir kardeşim olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. Hep ettiğim o duayı edeceğim gene. Allah’ım beni senin ve sevdiğim diğer insanların yokluğu ile sınamasın. Her şekilde imtihan etsin. Yoksullukla, hastalıkla, başarısızlıkla ama sevdiklerimin acısını göstermesin bana asla.
Ey gözlerinde çakıl taşlarının dans ettiği
Kirpiği deniz tuzuyla yüklü
Delikanlım, canım
Mavi bir tutkudan ibarettir senin sevdan
Bilirim,
Yosun kokuludur özlemlerin
Yosun renkli gözlerinde saklıdır
Çocukluğundan kalma hayallerin
Ey varlığına şükrettiğim
Soğuk bir kış sabahıydı dün gibi hatırlıyorum
Şehre çökmüş sisli bulutlar arasında
Şaşkın bakışlarım eşliğinde
Evimize, hayatımıza giriverdin
İyi ki geldin, gözbebeğim
İyi ki geldin
:)
HİCRAN
8OCAK2011