- 1262 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
DEPRESİF AŞK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ PSİKİYATRİ ANA BİLİM DALI BÖLÜMÜ
HASTA TANITIM VE GÖZLEM RAPORU
HASTA NO : 02124584
TARİH : 11.02.2010
ADI : BENAL
SOYADI : YILDIZ
CİNSİYETİ : BAYAN
DOĞUM TARİHİ : 17.04.1984
KAN GURUBU : A Rh Pozitif
MESLEĞİ : Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü öğrencisi
HASTA YATIŞ TARİHİ : 22.01.2010
HASTA ÖZ GEÇMİŞİ : 12.05.2010 Tarihinde Hastanemiz Psikiyatri Bölümünde yattı 15.08.2010 Tarihinde intihar teşebbüsünde bulunmuş.
HASTA TEŞHİS : Manik Depresif ile beraber nükseden ağır deprasyon
UYGULANAN TEDAVİ : 900 mg Lityum – Triptilin film tablet günlük doz 50 mg. Supportive günlük psikoterapi uygulaması.
BÖLÜM HEKİMİ : Işıl Dere
HASTA GÖZLEM : Bipolar duygulanım bozukluğu.Umutsuzluk-çökkünlük-aşırı sinirlilik hali-uykusuzluk-ağlama nöbetleri-iştahsızlık.
İntern doktor, Benalin hasta gözlem raporunu doldurup mavi dosyasının içine koydu. Gece ki nöbetinden çıkmıştı. Son kalan işlerini de tamamlayıp bir an önce evine gitme telaşı içindeydi. Gece nöbeti oldukça hareketli geçmişti. Yorgunluktan ölüyorum diye kendi kendine söylenerek doktor odasına doğru yöneldi.
***
Hastanenin psikiyatri bölümü dokuzuncu katta idi. Beyaz renk demir parmaklıklar ile
kapatılmış pencereden dışarıya baktığınızda; uçsuz bucaksız gibi görünen Karadeniz’in gri renk
suları çok uzaklardan size selam veriyor gibiydi. Şubat ayının puslu, keskin ayazında sabahın
ilk saatleriydi ve balıkçı kayıkları suların üzerinde nokta misali var ile yok arasında salınıp
duruyordu. Hastanenin geniş bahçesini çerçevelemiş çam ağaçlarının dallarından aşağıya,
akşam yağan yağmurun suları süzülüyor, deli gibi esen poyraz sonrasında kozalak ve iğne
yaprakları etrafta dolaşan insanların ayakları altında eziliyordu. Sarı ve karaçamların geniş
reçineli gövdelerine yaslanmış ahşap banklarda oturan insanlar sıkıca kabanlarına sarılıp
ziyaretçi saatinin gelmesini sessizlik içerisinde bekliyorlardı. Hastane bahçesi tiyatro
sahnesi gibiydi. Sanki her kes rolünü ezberlemiş oynaması gereken ruh haline bürünmüştü.
Etraf; sanki çok acelesi varmış gibi hızlı adımlar ile yürüyen, elleri genellikle beyaz
önlüklerinin ceplerinde duran kızlı erkekli asistan doktor adayları ile kaynıyordu. Parlak
yüzlerinde gençliğin verdiği heyecan ile birlikte çevrelerinde bekleşen onca insanı görmüyor
gibiydiler. Sanki bir başka dünyanın atmosferinde nefes alıyor gibi burunları dik ve
umursamazcaydı.
***
Hasta yakınları sessiz bekleyişlerini sürdürürken; kimi, feri sönmüş gözlerini yatan hastaların
odalarına sabitleyip derin düşüncelere dalıp sigarasından derin derin nefes çekiyor hayatın
acısını ondan çıkarırcasına, kimi ise bir başkasına yüzünü dönmüş kader birliği etmişçesine
sanki birileri kızacakmış gibi fısıltı şeklinde konuşuyorlardı. Belki de konuşmaya mecalleri
kalmamış bu insanların tek ortak noktaları hastanede yatan hastalarıydı. Onların ortak
kaderleri…
Kiminin kocası, kiminin evladı, kiminin işte en yakınları… Ne fark ederdi ki. Burası
hastaneydi. İnsanların en son olmak isteyecek yerlerden biri. Bir taraftan da en muhtaç
oldukları yerlerden biri.
Psikiyatri bölümüne girmek için beyaz renge boyanmış demir parmaklı kapının hemen
yanında bulunan ve üzerine kocaman harfler ile zil yazan düğmenin üzerine basmanız yeterli
olmayacaktı. Zira zile bastıktan on dakika sonra karşınızda bir güvenlik görevlisi kapıyı açıp
maruzatınızı sorup ziyaret saati öncesi içeriye girmenizin mümkün olmayacağınızı yüzünüze
haykıracaktır.
İçeriye girene kadar ki bölümde soğuk bir hava ruhunuzu sıkarken, adımlarınız
ilerledikçe bölüme vermek istenen sıcak atmosfer hemen göze çarpıyor. Orta yerde
insanların oturması için kocaman bir salon, etrafa yerleştirilmiş fıstık yeşili ve menekşe rengi
yumuşak koltuklar ile az ileride duran masa ve deri sandalyeler burasını bir ev ortamından
farksız kılıyor. Koridorun sağ ve sol tarafı hastaların yattıkları tek kişilik odalara açılırken,
daha arka taraftaki bölmede doktorların dinlenme ve psikoterapi odaları bulunuyor. Duvarların
boyaları açık mavi tonlarında seçilmiş çiçekli bordürler ile birlikte bütünlüğü sağlanmış. El işi
yapılması için düzenlenmiş masanın etrafında oturanlar, kendi sessizliklerine gömülmüş
vaziyette dünyadan bihaber ellerinde bulunan kağıt parçalarını evirip çeviriyorlar. Mümkün
olduğu taktirde bir ekip çalışmasıyla birlikte masanın üzerinde serili olan puzzleyi tamamlamak
belkide ömürlerinin uzunluğuna eşdeğerdi. Az ileride pencerenin önündeki sandalyede oturan
adam elindeki sazı çalarken bakışları denizin derinliklerinde boğulurcasına acı çeker gibiydi.
Hemen yanı başında ayakta duran genç kız, söylediği türkünün mısralarında birilerini
ararcasına arada bir acı ile yutkunup gözlerini kırpıştırıyordu. Türkünün temposu ağır olmasına
rağmen, oturduğu koltukta sürekli ellerini çırpan yaşlı kadın arada birde başına sardığı
minik yeşil oyalı çemberini çekiştirip duruyordu.
***
Bölüm hemşiresi Aylin salona doğru yöneldi. Kafasını içeriye doğru uzatıp şöyle bir etraftaki
hastaları gözden geçirdi. Tebessüm etti. Sorun yoktu. Her zamanki gibi Benal yine odasında
olmalı diye aklından geçirdi. Canı sıkıldı. Neden kendilerine yardımcı olmuyor diye hayıflandı.
Dört numaralı odaya doğru yöneldi. Başını kapıdan içeriye uzatıp, yatağın üzerinde bağdaş
kurup oturan genç kıza;
_ Günaydın Benal.
_ …
_ Nasılsın?
_...
Cevap vermedi. Başını dahi çevirmedi. Belki de duymadı. Dalıp gitmişti yine. Aylin hemşire
Omuzlarını silkip gerisin geri salona doğru yöneldi.
***
Yavaşça ayağa kalktı. Odasının kapısını örttü. Masanın üzerinden; kâğıt, kalem ve zarf alıp
yatağında serili olan battaniyesinin altına girdi. Hiç üşümediği kadar üşüyordu. Sarı benzi bir
o kadar daha solmuş gibiydi. Siyah saçlarını topladığı yüzünde hiçliğin ve varoluşun verdiği
acı ile birlikte bir yerlerde gizli kalmış masum çocuğun ruhu asılı duruyordu. Her nefes
alışındaki derinlikte, çaresizlik ve yok olma arzusu ile beraber boğuluyor, oradan çıkabilmek
için hiçbir güç gösteremiyordu. Sanki her yanı balçık ile sıvanmış gibiydi. Geçmişinde
yaşadıklarının ağırlığı altında ezildikçe garip bir haz almaya başlamıştı. Sanki ruhunu
terbiye edercesine aynı hayalin etrafında dolanıp duruyor, sonrasında ise karanlık bir boşlukta
sallanıyordu. O boşluğun içerisinde bir urgan ip tavandan aşağıya ona doğru bakıyor, arkasında
bekleyen şeytan sürekli ona sesleniyordu.
***
Elindeki kalemi dudaklarına doğru götürdü. Bakışları dalgındı. Aniden karar vermişçesine
yazmaya başladı.
Bügün şubatın onikisi. Odamdayım. Hava çok soğuk... Çok üşüyorum.
Kim bilir sen nerelerdesin?
Biliyor musun?
Bunu düşünmeden edemiyorum. Deli gibi sürekli aklımda… Şu an ne yapıyor,
kiminle beraber, acaba hiç pişman mı, ben hiç aklına geliyor muyum? Belki de beni hasta eden
daha çok bu sorular. Diğerlerini sineye ne kadar çabuk çektim değil mi? Çektim mi acaba?
Ne dersin?
Rüyalarımda sürekli tuvalime resmini işliyorum. Hiç bıkmadan usanmadan… Bir bakıyorum;
odamızdayız telaşlı bir koşuşturmanın ardından sessizce sımsıkı birbirimize sarılıp soluk alıp
verişlerimizi dinliyoruz. Bir bakıyorum; güzel bir filmin seyrinde çocuklar gibi şen şakrak sıcak
mısırlarımızı yiyoruz. Ben uzanıyorum dudaklarına doğru.Kenarında yapışıp kalmış mısır tanesini
öperek alıyorum ağzıma. Gülüveriyorsun sımsıcak. Bir bakıyorum; pencerenin kenarındayım
saatin tik taklarıyla beraber seni beklerken karşı yolda siluetin belirince birbirimize ilk günün
heyecanı gibi el sallıyoruz. Hemen koşuveriyorum hazırladığım masaya, yakıyorum kırmızı
mumların ucunu heyecanla. Bir bakıyorum; yolda ayağım tökezliyor sendeliyorum, hemen
tutuyorsun beni daha sıkı sarılıveriyorsun ellerime korkuyla.
Sonra bir bakıyorum.
Uzun uzun bakıyorum.
Yatağımızdasın. Yatıyorsun ter içinde. Ama bir o kadar da yorgun ve…
Yanında bir kadın var. Upuzun sarı saçlarıyla… Eli benim o en çok sevdiğim gamzenin üzerinde.
Öylece orada, uyur kalmış. Mutlu ve doygun…
Sonra….
Tuvalime resmediyorum tek bir şeyi.
Seni.
Senin o an ki gözlerini.
Sadece gözlerini.
Bunu resmetmeye boyam yetmiyor. Başlıyorum kanımla devam etmeye.
Canım mı?
Hiç acımıyor.
Kanın o tuhaf kırmızı rengi ile tuvaldeki tek renk olan siyah birbirine karışıyor.
Sonrasında uçsuz bucaksız bir hiçlik başlıyor, her daim yüreğimi kanatan kangren gibi musallat
oluyor başıma.
Başımdan savmak için, içiyorum beyaz melekleri… Nafile. Çıkmayan can çıkmaz diyorlar.
Değil mi?
Acaba şimdi nerelerdesin? Bak yine aynı şeyi düşündüm.
Deli gibi…
***
Yazdığı mavi mektup kâğıdını dörde katlayıp zarfın içine koydu özenle. Ayağa kalkıp masaya
doğru yöneldi, zarfın yapışkan tarafını tükürüğü ile ıslatıp günlüğünün arasındaki pullardan
birini alıp zarfın üst köşesine yapıştırdı.
Defalarca yazdığı ama gönderilecek adresi olmayan mektuplarının sayısına, böylece
bir tane daha eklenmiş oldu.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
raporu fotokopiden mi yazdın.. ?
tıbbi terimLer eksiksiz, hastane tasviri de öyLe... depresif kişiLik bozukLuğu yaşamadığımdan ve inceLemediğimden (ki bu terimLer oLdum oLası yabancı geLir bana ) gak guk edecek bir yanı kaLmamış öykünün...
sürükLeyiciydi asLında... insan ister istemez düşünüyor, ne kadarı gerçek ne kadarı değiL diye.. aman neyse ne yahu, iyi düşünüLmüş ve iyi kaLem aLınmış bir öykü idi.. ve teşekkürLer bizi benaL iLe tanıştırdığın için..
hörmetLer,
seLamLarım...