BİR GARİP YOLCU HAYAT YOLUNDA...
_____BİR GARİP YOLCU HAYAT YOLUNDA_____
Uzun bir zaman öncesinde yolum küçük bir kasabaya düştü. Bir garaj kahvesinde çayımı yudumlarken yanıma benim yaşlarımda biri geldi selam verdikten sonra yanıma oturdu. Daha ilk gördüğüm anda kanım kaynayıverdi. Çok anlamlı dostça bir tebessümle elini uzattı ve sıkıca tuttu elimi. Her halinden belliydi çok doluydu, yüreğindeki volkanları hissettim sanki. Patlamaya hazır bir bomba gibi gözlerime derin derin baktı. Sanki saniyeler saatlere bedeldi, sanki oda anlamış gibiydi bendeki dost yüreği ve yavaş yavaş başladı kendini anlatmaya. Dinledikçe doldum, haykırmak istedim. O, anlattıkça rahatladı ama ben tam tersi hem üzüldüm hem de çok duygulandım.
HENÜZ DÖRT YAŞINDAYDI;
Daha minik minik adımlarını yeni atmaya başlamışken, neyin ne olduğunu bilmeden acı derin bir feryatla açar gözlerini mahmur uykusundan. Herkes feryadı figan içinde çığlıklar atarken hayretler içinde seyreder etrafı. Bilemez diki o yaşta evde kopan kıyametlerin sebebini. Usulca kalkar yatağından ve doğruca annesine koşar. Annesi babasına sarılmış dövünürken onun geldiğini bile fark etmemiştir. Bir an annesine kızar ve hemen babasının üzerine atlar. Her zaman onu sarıp sarmalayan babası hiç hareket etmemektedir. O, ’’baba, baba ’’ dedikçe çığlıklar feryatlar daha da yükseliyordu. Bir an kendini bir kabahat işlemiş de babası o yüzden cevap vermiyor diye düşündü.
_____Baba neden konuşmuyorsun, neden bana sarılmıyorsun, vallahi bir suç işlemedim babacım...
İlk defa babası farklıdır, ilk defa babasının kalbinin atmadığını hisseder ve ilk defa o sıcacık kucak buz gibidir. O anda anlar ki bir şeyler ters gidiyor ve oda başlar ağlamaya.
_____Baba... baba... n’ olur kalk ben geldim yaramaz oğlun...
Babasının yanaklarına küçük küçük tokatlar atar ama nafile baba cevap vermez...öyle bir sarılır ki babasına, onu babasının üzerinden çekip almak hiçte kolay olmaz. O anda küçük beyniyle anlar ki babası artık hiç dönmeyecek, bir daha hiç konuşmayacak...ve o anda o da başlar ağlamaya...büyüdükçe anlar ölümün ne olduğunu...ve hiç gözünün önünden gitmez babasının o son hali...
Artık baba ölmüştür ve baba ebedi istirahate çekilmiştir. Başlamıştır artık Mahmut için baba özlemiyle geçecek çileli günler...
Derken yıllar çok çabuk bir şekilde ilerlemekteydi...yaş sekiz olmuştu artık Mahmut’un ve çalışmalıydı...annesine babasını aratma malıydı ama yaşı çok küçüktü bu yaşta kim ona iş verirdi.
Bir gün sokakta gezinirken gözü bir marangoz dükkanına ilişti. Çekinerek içeriye girdi ve tezgâhın başında çalışmakta olan adamla göz göze geldi. Daha Mahmut söze başlamadan adam gülümseyerek;
_____Buyur bakalım yakışıklı hoş geldin adın nedir senin, bir isteğin mi var?
Mahmut ürkek ve titrek bir sesle;
_____Adım Mahmut amca, bana bir tane boya sandığı yapar mısınız?
Adam bir Mahmut’a baktı birde yanında bulunan eşek kadar büyük haylaz oğluna ’’güleyim mi ağlayayım mı’’ diye geçirdi içinden.
_____Yapmasına yaparım oğlum da sen ne yapacaksın sandığı?
Mahmut küçük ağzıyla ürkek bir edayla;
_____Çalışıp anneme bakacağım amca...
_____Niye sen bakıyorsun annene baban çalışmıyor mu?
O anda Mahmut’un gözleri dolar ve başlar ağlamaya...
_____Benim babam öldü amca onu melekler götürdü çok uzaklara gitmiş dönene dek ben bakacağım anneme...
Marangoz Mahmut’un bu sözleri karşısında ne diyeceğini bilemez ve bir an öylece donar kalır...
_____Ah be güzel evladım ah be Mahmut’um ne yaptın sen yahu...of...of...
Mahmut’un sözleri karşısında ciğeri yanan marangoz usulca arkasını döner ve birkaç dakika öylece bekler. Çünkü gözünden yağmur gibi boşalan gözyaşlarını Mahmut’a gösterip onu üzmek istemez.
_____Tamam evladım yarın gel al sandığını...
Mahmut marangoz amcanın bu sözü karşısında o kadar çok mutlu olur ki sevinçten adeta uçar... Gece gözüne uyku girmez ve bir türlü sabah olmak bilmez. Erkenden kalkıp doğruca marangoza koşar. Birde ne görsün, sandık hazır tezgâhın üzerinde durmakta. Dakikalarca camdan boya sandığını seyreder ve beş on dakika sonra marangoz amca da gelir. Mahmut’u vitrinin önünde görünce çok şaşırır ve yine gözleri dolar. Yanına gelerek onu kucaklayıp sever ve;
_____Gel Mahmut’um al bakalım sandığını bu benim sana hediyem olsun. Arada gel benim ayakkabıları da boya...
Sevinçten Mahmut’un küçük gözleri adeta kocaman olur titrek sesiyle;
_____Amca şimdi bu sandık benim mi? Şaka yapmıyorsunuz değil mi?
_____Hiç şaka yapar mıyım Mahmut’um bu sandık senindir artık. Bak üzerinde adın bile yazıyor Boyacı Mahmut...
_____Çok teşekkür ederim marangoz amca sayenizde artık çalışıp anneme bakabileceğim...
Hiç vakit kaybetmeden büyük bir heyecanla sandığı sırtına vurup başlar sokaklarda yürümeye. Sandığı almıştır almasına ama büyük bir sorun vardır çalışmak için boyaları yoktur. İlk ziyaretini babasının çalıştığı daireye yapar. Kapıda kocaman kafalı, sert bakışlı iri yarı bir adam görür. Adam kaşlarını çatarak;
_____Sen de kimsin hadi bakalım dışarı hadi dışarı... diye azarlar.
Mahmut bu dev gibi kendisini azarlayan adamdan çok korkar ve başlar hemen ağlamaya. O anda hiç yanından ayırmadığı babasının resmini cebinden çıkartarak önce öpüp koklar, sonra sımsıkı sarılarak öylece kalakalır olduğu yerde. Adam tam dönmüş içeri girecekken gözü Mahmut’un elindeki resme gider, birde görsün ki resimdeki adam en çok sevdiği mesai arkadaşının resmidir. Bir anda sanki o dev çatık kaşlı adam küçülür, küçülür gözleri dolar ve başlar ağlamaya...
_____Sen kimsin resimdeki adam neyin oluyor, bir yakının mı? diye sorar...
Mahmut ilk başta adamdan çok korktuğu için önce cevap vermek istemez ama adamın yumuşadığını görünce;
_____Amca benim adım Mahmut, resimdeki adam da benim babam onu melekler götürdü artık ben çalışıp anneme bakacağım annem çok hasta...
O biraz önce Mahmut’u azarlayan adamdan eser kalmamış yerine çok sevecen şeker gibi tatlı bir adam gelmişti sanki. Adam hemen Mahmut’u kucağına alarak öper koklar başını okşar...
_____Demek sen Ramazan’ın oğlusun aferin sana keşke baban sağ olsaydı da senin bu hallerini görebilseydi, kim bilir ne kadar gurur duyardı seninle ah ah...hadi bakalım aç şu sandığını da benim ayakkabıları bir boya.
Mahmut bir anda sus pus olur ve ne yapacağını şaşırır sandık var ama boya yoktur. Adam durumu hemen anlar ve Mahmut’un elinden tutarak doğruca bir bakkala götürür. Her çeşit boyadan çifter, çifter ve diğer gereçleri de aldıktan sonra tekrar daireye geri gelirler. Adam Mahmut’u iş arkadaşlarıyla tanıştırır ve hepsi ayakkabılarını boyatırlar. Mahmut’un eski mesai arkadaşlarının oğlu olduğunu öğrendikleri için destek olmak amacıyla hepsi gönüllerinden koptuğunca para verirler. Mahmut daha bu ilk iş gününde tomar, tomar para kazanmıştır ve neşesi yerine gelmiştir, artık o bir boyacıydı ve akşama annesine ekmek götürmenin mutluluğu içinde oradan ayrılır...
Mahmut o yaz boyunca çok para kazanır ve tüm mahallenin boyacısı olur. Ondaki bu çalışma azmini gören bütün esnaf onu o kadar çok severler ki ayakkabılarını ondan başka bir boyacıya boyatmazlar. Okulların açılmasıyla boyacılığı biraz ertelese de hafta sonları yine bütün esnaf ve işyerlerini gezerek harçlığını çıkarmaya devam eder...
Zaman çok çabuk ilerlemekte yıllar birbirini kovalamaktadır...Annesi oğluyla gurur duymakta ve çok mutludur... Mahmut annesine o kadar düşkündür ki babasının yokluğunu bile unutturmuştur. İlk okul; ortaokul, lise derken Mahmut kocaman bir delikanlı olmuştur ve askerlik dayanmıştır kapıya. Annesi onunla ne kadar övünse, gururlansa yetmeyecektir çünkü Mahmut sadece ailesine baktığıyla kalmayacak vatan borcunu da ödeyecektir...
Mahmut sivil hayatta olduğu gibi askerlik hayatında da çok sevilir ve komutanlarının en gözde askeri olur. Askerde terhis bırakması için ona çok nasihat verseler de o annesi için bunu kabul etmez. Bin bir özlem ve hasretin ardından askerliğini de bitirip gelir... Askerlik bitmesine bitmiştir ama asıl askerlik şimdi başlamaktadır onun için...
Mahmut uzun boylu yakışıklı mı yakışıklı mahallenin bütün kızlarının yolunu gözlediği yağız bir delikanlıydı. O hangi kızı istese ret edilmeyecek kadar yakışıklı ve güzel bir delikanlıydı. Ama gerçekten o öyle kişilikli ve karakterli biriydi ki ailesinin yüzünü yere eğdirmemek için mahallenin en güzel kızına bile bir kere başını kaldırıp bakmamıştır. Onun varsa yoksa her şeyi annesi ve annesinin vereceği kararlardı...
Aslında her ne kadar mahallede hiçbir kıza bakmasa da onun da hayallerini süsleyen içten içe sevdiği kendi akrabalarından Ayten isminde bir kız vardı ve kız da onu sevmekteydi. Ama geçmişte kızın ailesiyle kendi ailesi arasında bazı husumetler yaşanmış iki aile birbirleriyle konuşmuyorlardı. Bu durum hem Mahmut’u hem de Ayten’i çok üzüyordu. Kavuşabilmeleri için ailelerin mutlaka barışması gerekiyordu. Mahmut bir gün düşünüp taşınır ve annesiyle bu konuyu konuşmaya karar verir.
_____Annecim gel hele otur şöyle yanıma seninle önemli bir mevzu konuşacağım...
_____Hayır olsun oğlum de hele nedir benle konuşmak istediğin mevzu?
Mahmut utanır sıkılır konuya nereden başlayacağını bir türlü beceremez.
_____Annecim bak ben askerliğimi bitirdim geldim, senin de yaşın ilerliyor ben evlenip yuva kurmak sana da torun vermek istiyorum.
Annesi oğlunun bu konuşması karşısında adeta sevinçten deliye döner...
_____Ne güzel düşünmüşsün be oğlum ben de tam sana bu konuyu açayım diye düşünüyordum ki sen çok yaşa benden önce dedin. Eee kimmiş bakalım benim oğlumun kalbini çalan kız deyiver hele, kimlerden tanır mıyız?
Mahmut için zamanın durduğu an o andır.
_____Hasan amcamın kızı Ayten.
_____Ne dedin sen Ayten mi? Asla... Asla olmaz bu iş... Unut, unut...
Mahmut annesinin bu evliliğe karşı çıkacağını biliyordu ama bu kadar tepki göstereceğini hiç düşünmemişti. Bütün yalvarmalarına rağmen bir türlü annesini ikna edemedi ve annesinin son sözü ‘’YA O YA BEN’’!!! oldu.
Ne yapsın güzel yürekli Mahmut... aşkından çilelere yelken açsa da dünya bir yana annesi bir yanaydı. Çünkü annesi babasının ona bıraktığı bir yadigardı...
Annesinin bu kararı karşısında eli kolu bağlanan Mahmut çaresiz bir şekilde;
_____ Peki annecim o zaman sen bul ailemize layık birini ki sen de ben de mutlu olalım...
Ve annesi hiç vakit kaybetmeden hemen birini bulur. Mahmut eş adayını hiç tanımamaktadır ve ilk defa nişanda görür. Ondan bir elektrik alamaz ama emir büyük yerden elinden bir şey gelmez. Kısa bir süre sonra düğün kurulur ve evlenirler.
Mahmut annesinin hatırı için bu evliliğe alışmaya ve eşini sevmeye çalışır. Bir yıl sonra ilk çocukları olur ama hayat aşksız ve mutsuz geçmektedir. Eşini sevmemesine rağmen çocuğu ve annesi için katlanır bu birlikteliğe ve iki yıl sonra ikinci çocukları olur. Artık bir oğlu ve birde kızı vardır.
Mahmut evliliklerindeki bütün olumsuzluklara rağmen kendini çocuklarına adamış bütün dünyası çocukları olmuştu. Ama çok aşırı kıskanç olan karısı zamanla onun çocuklarına olan ilgisini de kıskanmaya başlamıştır. Her defasında çocuklarına babalarına sevgi göstermemelerini, ona yaklaşmamalarını ve kendilerini sevdirmemeleri konusunda uyarıyor buna uymazlar ise yalnız kaldıklarında onlara şiddet uyguluyordu. Çocuklar korkularından babalarına bir şey diyemeseler de Mahmut her şeyin farkındaydı. Her gün yaptıkları tartışma ve kavgalar hayatı çekilmez duruma getirmiş evlilik adeta bir kâbusa dönüşmüştü. Sevgi olmayan birliktelikte artık saygıda bitmiş evlilik pamuk ipliğinde kopmanın eşiğine gelmişken bir gece kızı rüyasında korktuğu için uyanır ve onların yatağına gelerek babasına sımsıkı sarılır buna tahammül edemeyen karısı çocuğa bir tokat atar ve kolundan tuttuğu gibi tekrar geriye odasına götürür. Bu durum karşısında sinirden kendini kaybeden Mahmut, karısının boğazına sarılır ve bas bas bağırmaya başlar annesinin bir tokat atmasıyla kendine gelir ama karısının bu son davranışı her şeyi bitirmiş ayrılık kapıyı çalmıştır. Mahmut çocuklarını annesine emanet ederek bir daha geriye dönmemek üzere vurup kapıyı çıkar gider evden...
Uzak diyarlara yelken açan Mahmut küçük bir balıkçı kasabasına yerleşerek artık hayatında yepyeni bir sayfa açmış ve bir başına yaşamaya başlamıştır. Çok sıcakkanlı ve güler yüzlü olduğu için yerleştiği bu yerde hemen kendini sevdirmiş sanki uzun yıllardır burada yaşıyor gibi hiç yabancılık çekmemişti. İş yönünden ilk başlarda biraz sıkıntı çekse de zamanla değişik gündelik işlerde bazen balıkçıda, bazen kahvehanede, bazen inşaat işlerinde çalışarak ekmeğini kazanmaya başlar...
Evlilik yönünden sütten ağzı yanan Mahmut beş yıl boyunca hayatına hiçbir bayan sokmaz hatta evlenmeyi hiç düşünmez. Ta ki bir arkadaşının ona Meral isminde bir bayandan bahsetmesine kadar. Arkadaşı bayanı öyle bir anlatır, öyle bir över ki Mahmut çok merak eder ve hemen tanışmak ister. Kısa bir süre sonra da bu tanışma gerçekleşir. Her ikisi de birbirinden çok etkilenir ve hemen yüzükler takılarak nişanlanırlar. Meral hanım da tıpkı Mahmut gibi daha önce bir evlilik yapmış anlaşamadıkları için boşanmıştır ve biri dokuz, biri on iki, biri de on beş yaşında olmak üzere üç kızıyla beraber rahmetli babasından miras kalan küçük bir evde yaşamaktadırlar. Kısa bir süre sonra Mahmut da buraya taşınır ve beraber yaşamaya başlarlar...
Artık her şey çok güzeldir ve ikisi de geçmiş evliliklerinde bulamadığı sevgiyi mutluluğu birbirinde yakalamışlardır. Bir yıl sonra dünyaya gelen bebekleri onlar için yepyeni bir umut, yaşam kaynağı olmuştur...
Başlarda Meral hanımın kızlarıyla Mahmut arasında pek sorun olmasa da yeni doğan kardeşlerinden sonra işler değişir. En büyük kızı hariç diğer iki kızı ne yeni bir kardeşin doğmasını ne de Mahmut’un babalığını kabullenemezler. Mahmut onlara kendi öz evlatları gibi davranıp üzerlerine titrese de kendini bir türlü sevdiremez. Evde her gün çocuklar yüzünden çıkan kavgalar huzurlarını kaçırır ve zamanla karı koca tartışmalarına dönüşür. Çocuklarıyla kocası arasında kalan Meral Hanım bir türlü çocuklarına söz geçiremez. Mahmut ile annelerinin aralarını bozmak için her yolu deneyen kızlar çareyi evden kaçmakta bulurlar ve her fırsatta bunu defalarca yaparlar...
Birkaç yıl rüya gibi güzel bir evlilik yaşayan Mahmut ile Meral Hanım bu rüyadan çabuk uyanırlar. Çocuklar yüzünden yaşadıkları tartışmalar zamanla sevgilerini azaltır ve evliliklerini tatsız tuzsuz sıradan bir hale dönüştürmeye başlar. Mahmut bütün olumsuzluklara rağmen yine de bir baba gibi davranmaya devam eder ve büyük kızın düğününü yaparak onu evlendirir. Zaten Mahmut’u baba gibi gören de tek büyük kızıdır.
Ablasının evlenip gitmesinin ardından daha çok bunalıma giren ortanca kız sonunda bir gençle kaçar ve yaşının tutmamasına rağmen yine de o çocukla evlenir. Ama bu evlilik fazla uzun sürmez bir ay sonra annesinin evine geri döner. Onun geri dönmesiyle evde yaşam adeta cehenneme döner.
Mahmut bu yaşadıkları karşısında eski eşini ve evliliğini mumla aramaya başlar ama iş işten geçmiştir. Eşi kızının tahrikleriyle Mahmut’u artık evden kovmalara da başlamıştır ve sık sık parklarda sokaklarda yatmaya başlamıştır. Evliliğimi nasıl kurtarırım nasıl tekrar eski hale getiririm diye kara kara düşünürken rahmetli babasının eskiden almış olduğu bir arazi çok kıymetlenir ve Mahmut’a da baya yüklü bir miktarda miras para gelir. Paranın kokusunu alan eşi hemen değişir ve Mahmut’a iyi davranmaya başlar. Mahmut da eşinin gönlünü kazanmak ve yine eskisi gibi mutlu günlere geri döneriz ümidiyle o parayla büyük bir ev alır ve tapusunu da eşinin üzerine yapar. Ama Mahmut’a o evde bir gün bile oturmak nasip olmaz. Karısı ilk iş olarak hemen kapının kilitlerini değiştirir ve Mahmut’u da koyar kapının önüne. Mahmut her ne kadar evi kendinin aldığını iddia etse de karısı ‘’senin evin falan yok yıllardır evimi otel gibi kullandın kirasını hesapla sam böyle iki ev eder benim hizmetlerim de cabası’’ der ve Mahmut’u tamamen hayatından çıkarır...
Evsiz barksız ortada kalan Mahmut büyük bunalımlara girer ve sağlığından olur. Geçirmiş olduğu kalp krizi sonrası büyük bir ameliyat olur ve ölümden döner. Artık onun için hiçbir yaşama arzusu kalmasa da hayat devam etmektedir, toparlanmak zorundadır. Mirastan kalan az bir parasıyla kasabanın garajında küçük bir kahvehane satın alır ve tüm zamanını burada geçirir. Her gün gidip gelen hiç tanımadığı yeni yolcularla sohbet ederek bir nebze de olsa dertlerini hafifletir...
Havalar serinlemeye başlamış yaz yerini güze bırakmıştı. Ekim ayının sonları bir cumartesi günü öğle vakti, çayı yeni açmış kendine de bir bardak doldurup tam bir yudum almıştı ki kapıdan içeriye bir kız bir erkek iki genç girer ve hiç konuşmadan dakikalarca Mahmut’u süzerler.
_____Merhaba gençler hoş geldiniz çayı yeni açtım içmek ister misiniz?
Gençler hiç cevap vermezler ve bir anda ikisinin de gözlerinden yaşlar süzülmeye başlar. Mahmut bu duruma bir anlam veremez ve ne olduğunu anlayamaz.
_____Bir derdiniz mi var gençler neden cevap vermiyorsunuz?
Her ikisi birden Mahmut’a yaklaştılar ve gözlerinin içine bakarak;
_____Baba bizi tanımadın değil mi? Seni almaya geldik hadi evimize dönelim...
* * *
Not:"Romansı Hikâyeler" hikaye kitabımdan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.