- 597 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
O DELİ DEĞİL. !
Yavaşça gözleri kapandı. Başı yana düştü. Yüzü sapsarıydı. Az önceki halinden eser kalmamıştı. Bu, tam bir teslim oluştu.
***
Gece yarısı telefonu çaldı. Uzun uzun. Karanlıkta el yordamı ile komedinin üzerinde duran telefona uzandı.
Gecenin geri kalan saatleri işkence gibi geçti. Beyni zonkluyordu. Kafasında ki ses sürekli aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu.
İyi değil istersen gel.
O; daha çok konuşan sesin arkasında kalmış çığlık gibi sese odaklanıp kalmıştı. Annesinin sesiydi. Tıpkı yaramaz bir çocuk gibi. Şaştı kaldı. Yüreği kendisini korkuturcasına hızla çarpmaya başladı.
Sabahın ilk ışıklarında yollara düştü. Bilinçsizce ve çaresizce… Otobüs bileti satan firmanın önünde tam üç saat bekledi. Ona sorsalar bin asırdır burada bekliyorum diyebilirdi. Manisa’ya gidecek olan ilk otobüste yerini ayırttı. Altı saat zamanı vardı. İçi sıkıldı. Zaman düşmanı olup çıkmıştı.
***
Gece oldu. Otobüs loş ışıklı yolda kayar gibi temkinli ve sessiz ilerliyordu. Tüm yolcular uyuyordu. Uyumayan, bir kendi birde sürekli telefonu ile konuşan şofördü.
Kim bilir kaç kez geçmişti bu yollardan. Kimi zaman hüzün dolu gözyaşları ile birlikte, kimi zaman bıkkınlık ve çaresizce, kimi zaman bulunduğu ateş çemberinden kaçmak istercesine.
Her defasında bir nedeni vardı. Sebeplerini kendi yaratmadığı halde…
Acıyla gülümsedi. Çarpık bir gülümseyiş kaldı dudaklarının ucunda.
Yedi yıldır bir başka yerdeydi. Onlardan kopup, hayır kopmak değil kaçıp geldiği bu sahil kasabasında yedinci yılıydı. Kâbus dolu yıllarını geride bıraktığını sandığında ne kadar aldandığını çok geçmeden anlamıştı. Otoriter bir aile reisiydi babası.
Hayır! Mümkün değil böyle tarif edilemezdi.
Babasını, bu terimle tarif etmek annesi ile kendisinin yaşadığı onca korkunç yıllara karşı büyük bir haksızlık sayılırdı. Ne demişti gittiği en son psikiyatrisi; bu korkunç bir durum, tüm bu anlattıklarınızı akıl sağlığı yerinde olan bir insan yapamaz. Babanızın mutlaka bir uzmana görünmesi şart… Yoksa…
***
Yapmayın diye çığlık atmak istiyor. Hepsi çullanmış annesinin üzerine. Hemşirenin elinde bir iğne… İğne birden odanın karşı tarafına fırlıyor. Ağza alınmayacak küfürler, havada dolanıp insanın yüzüne doğru çarpıyor.
Selbi hayretler içerisinde olan biteni izliyor. Yatağın üzerinde debelenen kadın annesi olamaz. Evet, bedenen o. Ama yüz ifadesi, hareketleri. Bir insan ansızın nasıl bu hale gelebilir? Yüreği ağzına geliyor. Hiç korkmadığı kadar korkmaya başlıyor. Birden midesinden boğazına doğru bir bulantı nüksediyor. Kusacağım herhalde diye düşünüyor. Allah’ım hiç sırası değil! Değil mi?
***
Bunun pek çok sebebi olabilir diyor, karşısındaki yeşil gözlü doktor. Alzheimer bulguları çok yüksek… Yılların birikimi olan bir patlama olabilir. Veya psikomatik bir bozukluk. Şu an uyutuyoruz. İki gün sonra uyanacaktır. Sonrasında izlemeye alacağız.
Selbi annesinin başucunda… Saatler gece yarısını çoktan geçmiş. Bedeni yorgunluktan dökülüyor. Ama hiç önemsemiyor. Kafasının içinde ki düşünceler onu öldürüyor. Eli gözlerine gidiyor. Saatlerce ağlamaktan gözlerinin altları baloncuk haline gelmiş. Burnunu çekiyor sessizce. Hastane odasında ikisinden başka hiç kimse yok. Sekiz saat önce buraya geldiklerinde odada yatan diğer tüm hastalar yorgan ve yastıklarını alıp burayı terk ettiler. Hasta bakıcı kapıyı arkalarından kilitledi. Annesi çığlık çığlığa… Her kese saldırıyor. Bu kadar gücü nereden buluyor, Selbi bir anlam veremiyor. Selbi de onu tutmaya çalışıyor. Bir an göz göze geliyorlar. Sanki Selbi yi tanır gibi oluyor.
Sonraki günlerde kendisiyle hiç konuşmayacağı hemşire, Selbi ye yaklaşıyor. Çok fazla saldırgan… Diğer hastalar rahatsız oluyor. Kapalıya alacağız.
Beynin içi kulakları uğuldamaya başlıyor. Bayılacak mıyım ne diye aklından geçiriyor. İçinden koparcasına bağırıyor. Yok, resmen haykırıyor.
Asla annemi oraya koymanıza izin vermem. Bunu yapmak için benim ölümü çiğneyip geçmeniz gerek. Diyebiliyor.
Sesi bulundukları odanın duvarlarını aşıp hastanenin tüm koridorlarında dolaşmaya başlıyor.
Acıyla. Çaresizce. Allah’ım sen bize yardım et. Diye içinden yalvarmaya başlıyor.
***
Anacığım diye iç geçiriyor. Yüzüne bakıyor. Solgun bir papatya gibi… Yüzüne düşmüş bir tutam ak saçını kaldırıp okşarcasına çemberinin altına sıkıştırıyor. Derin bir iç geçiriyor. Aslında inliyor. Beyninin içinde söylemek istedikleri kalbine dökülüyor birer birer. Tıpkı bir ağıt yakar gibi. Sessizce mırıldanmaya başlıyor.
Ah anam garip anam… Bir gün yüzü görmedin anam. Bu dünyada ne günah işledin de bütün bunlar geldi başına anam. Eller gibi istediğini yemedin içmedin. Gezmedin tozmadın. Ne günahın vardı anam. Gözyaşlarım sel oldu aktı. Parçalandı ciğerlerim, yandı kül oldu anam. Ne olur aç gözünü. Eskisi gibi ol. Alıp gideyim seni buralardan. Sana söz veriyorum. Hiç ayırmayacağım seni yanımdan.
Ayağa kalktı. Odanın içindeki lavaboya doğru yöneldi. Buz gibi su ile abdest aldı. Yatağa yanaştı. Üzerindeki hırkayı çıkarıp başına örttü. Annesinin ılık elini avuçlarının içine aldı. Bildiği tüm duaları büyük bir yakarış ile okumaya başladı.
Dışarıda çoktan gün ağarmaya başlamıştı.
***
Kadının saçları alev gibi kırmızıydı. Üzerindeki beyaz hemşire üniforması, elinde bir isim listesi önündeki bankodan hastalara sesleniyordu.
_ Evet, her kes sıraya girsin bakalım. Herkes su bardağını havaya kaldırsın. Göremiyorum. Havva Hanım sizin ki nerede?
Saçını dörde bölüp her birini örüp rengârenk ipler bağlamış kadın bağırıverdi.
_ Aha burada hemşire abla…
Tahta masanın önünde dokuz tane hasta kadın ellerinde su bardakları kendi isimlerinin söylenmesini bekliyorlardı. Bazıları çocuk gibiydiler. Kıpır kıpırdılar, yerlerinde duramıyorlardı. Bazıları ise öylece suskun ve ifadesiz… Garip bir hiçlik vardı bakışlarında. Derin ama kimi zaman ürkütücü kimi zaman safça. Hele bir tanesi vardı. Tümden ölü gibiydi. Vardı da yoktu sanki orada. Çoğununun saçı başı karışık… Kimi çılgınca saçlarını ensesinde toplamış, kimi de umursuzca omzundan aşağıya salıvermiş. Bir tane kızcağız var aralarında. Annesi sürekli yanında… Gölgesi gibi sürekli kızının peşinde… Kızın dudaklarında hep bir türkünün mısraları sıralı. Hiç usanmadan heyecan ile söylüyor. Gece gündüz hatta uykusunda bile.
Ağrı dağın eteğinden…
Kırmızı saçlı hemşire bağırıyor.
_ Aç ağzını. Yut dedim ilacını. Bak yoksa doktora söylerim seni.
On dört yaşındaki Hilal dilini dışarıya çıkarıyor. Bak dercesine. Dilinin altına sakladığı ilaç yere düşüyor. Yanındaki, orta yaşlı güzel gözlü, dudaklarına kıpkırmızı ruj sürmüş Dönüş bir yumruk atıyor Hilale.
Anında bir kargaşa başlıyor. Karşıdan koşarak gelen hasta bakıcıları görünce süt dökmüş kediye dönüveriyorlar birden. Hepsinin kafasında korkunç bir korku dolaşıveriyor. Ya kapalı servise atarlarsa… Bu korku içlerine sinmiş vaziyette, komutan karşısında bir er misali hazır ola geçiyorlar kırmızı saçlı hemşirenin karşısında.
Selbi annesinin ismi okununca hemşireye doğru elini uzatıyor. Hemşire,
_ İlacı içtiğinden emin olunuz. Diyor.
_ Peki. Diyor Selbi.
Avucundaki ilaçlar ile birlikte annesinin yattığı odaya yöneliyor. Kırmızı saçlı hemşirenin sesi arkasında kalıyor. Hadi bekliyorum yut ilacını. Uğraştırma beni!
Annesi henüz ayağa kalkamıyor. Doktor geçici bir durum… İçtiği ilaçların da etkisiyle şu an direnci çok düşük. Zaman ile düzelecek. Korkulacak bir durum yok. Diyor.
Sabretmesi gerekiyor. Hiçbir şey insanların istediği gibi olmuyor. Aslında bunu öğreneli çok zaman olmuştu. Keşke elimde bir sihirli değnek olsa diye düşünüyor.
Yatağa yanaşıyor. Annesinin yüzüne bakıyor. Ta gözlerinin içine...
Bir zamanlar şefkat dolu bakışların yerini bir anlamsızlık almış.
Selbinin yüreği burkuluyor. Tekrar ağlamamak için dişlerini sıkıyor. Bunu görmeye katlanamıyordu. Annesi gözlerini Selbiye çevirdi. Eliyle kendini gösterip delicesine Selbi dedi. Selbi yutkundu. Bu, ağlamamak için bir çözüm yoluydu.
Ne hikmetse annesi sadece kendisine karşı bir duygusallık gösteriyordu. Hiç kimseyi tanımıyordu. Sadece geçen gece gelen babasına karşı o kadar çok tepki göstermişti ki hastabakıcılar babasını dışarı çıkarmak zorunda kalmışlardı. Aslında bu bir tepki değildi diye düşündü Selbi. Bu olsa olsa yılların birikimi olan bir patlayıştı. Dışavurumdu. Tıpkı bir volkanın patlaması gibi… Ama ne acı ki saçılan lavlar sadece Selbinin yüreğini yakmıştı. Bağırmıştı. Defol yanıma yaklaşma. Allah belanı versin senin demişti. Selbi bunu da anlamıştı. Yıllarca susmanın bedeli şimdi çığlık atmaktı. Tıpkı gür bir şelalenin akışı gibi… Ama ne acı ki delirmiş şelale Selbinin yüreğine su serpememişti.
Başının altından hafifçe kaldırdı. İlacı annesinin ağzına doğru yaklaştırdı. Tüm anaçlığı ile
_ Anneciğim. Al ilacını canım. İçiver güzel anam. Dedi
Annesi duvara mıhladığı gözlerini Selbiye doğru çevirdi.
Yavaşça ağzını açacak gibi oldu. Hafiften gülümser gibiydi. Sanki gözlerinin içindeki o delilik pırıltısı bir an kaybolup yerini eski halini alır olmuştu. Selbinin yüreği ağzına geldi. Heyecan ile ilacı ağzının içine bırakıp bardağı dudaklarına yanaştırdı. Annesi hiç olmadığı kadar çocuk gibi uysaldı. Yutuverdi ilacı. Bakışları yine eski halini almıştı. Selbinin gözleri doluverdi.
Şükür sana Allah’ım. Bir daha hiç göremeyeceğim sandığım annemi bana gösterdiğin için. İçinde ansızın yepyeni bir umut doğuverdi.
***
Koridordan bağırtılar geliyordu. Bir kadın avazı çıktığı kadar bağırıp tehditler savuruyordu. Ardından hasta bakıcıların sesi yükseldi.
Ortalıkta dolaşmayın. Hadi herkes odasına…
Selbi yeni bir hasta geldi diye düşündü. Kapıya doğru yöneldi. Anahtarı çevirip kapıyı kilitledi. Temkinli olmakta fayda var diye içinden geçirdi. Ayağındaki terlikleri çıkarıp usulca annesinin yanına uzandı. Elini annesinin elinin altına yerleştirdi. Bir süre öylece kaldılar. Tam uykuya yenik düşeceği anda annesinin elini sıktığını hissetti. Bu bir sanrımıydı acaba diye düşünürken dudaklarında gülümsemesiyle güzel bir rüyanın eşiğinde yuvarlanmaya başladı.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
Her hikayede bir basamak daha yukarıya...
Bir basamak daha ilerlemek...
Gözlerimizin önğnde kozasından çıkan bir kelebeğin kanatlarını açışını ve uçuşunu ve rengarenk duruşunu syrediyoruz.
Ömrün uzun olsun kelebek..
Ömrün uzun olsun.
Selam ve saygı ile.
SEVİLAY DİLBER
bu hastalığı yakınen tanıyorum aslında.anneannemdeki değişimleri ilk farkettiğimizde yaşadığın çaresizliğin aynısını yaşamıştı annem.bir çocuk gibi korumak zorunda kaldığı annesi,çocuğu olmuştu sanki.ele avuca sığmayan bir çocuk.anneannemi zor bela eve getirdikten sonra dış kapı hep kilitlenir olmuştu.anlık bir boşlukta evden kaçtığı günü ise hiç unutmam.bulduklarında ayağı çıplak kendi evinin önüne gitmiş.ilginç olan çoğu şeyi hatırlamadığı halde babamı hatırlıyor olmasıydı.Allah nur içinde yatırsın!
yazınız çok hoş ve aydınlatıcı olmuş,paylaşım için teşekkürler.