- 858 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
SUSKUN YÜREKLER
Yıllardır sürüyordu aralarındaki kan davası… Nasıl bir davaydı bir türlü anlam veremiyordu. Kuşaktan kuşağa nakledilen bir miras gibi bir sonraki kuşağa, kin, nefret duygusu hiç soğumadan, ilk günkü sıcaklığında sirayet ediyordu.
Oysa, kan davasına sebep olan olay bile büyüklerinin anlatımlarında, farklılık gösteriyordu. Her anlatımda, eklentiler yapılıyor, giderek dramatik bir hale getiriliyordu. Oysa, ölen dedesinin katilinin cezası, amcası tarafından verilmişti. Sıra onlardaydı… Yaşananları düşündükçe, gece uykusu kaçıyordu.
Anlatılanlara göre tarlanın sınır çizgisi yüzünden çıkmıştı bu kan davası… Zaten çoğu kan davası, ya toprak yüzünden ya da kız yüzünden çıkardı. Gelenekselleşmişti bu tür cinayetler. Elini kana boyamayacak olsalar da, çevrenin etkisi ile kan davasının gereğini yapmak farz olurdu onlara… Onur meselesi olur, insanların kınayan bakışlarına maruz kalmamak için babalar, analar cehennem ateşine atardı oğullarını… Onlarda bilirlerdi yanlış olduğunu fakat ne başkalarına anlatabilirler ne de kendi yüreklerine söz geçirebilirlerdi. Böyle gelmiş, böyle gidiyordu yıllardır… Değiştirmek mi istemiyorlardı yoksa değiştirmek için güçleri mi yetmiyordu bilemiyordu.
Amcasının hapse götürülüşünü anımsadı Musa… Soludukları hava bile kan kokuyordu sanki. Bağırışlar arasında, amcası Kudret, korkudan titreyen ellerini uzatmıştı Jandarma erine. Kelepçelenirken, ağlayan kızlarının hıçkırıkları, anasının gurur duyan bakışlarının yanında, ağzından dökülen ağıtları…Bir köşede, erinin gidişine ağlayan fakat gözyaşlarını gizlemeye çalışan bir kadın… Yani yengesi… Koşup, son bir defa sarılmak istemesine rağmen bunu yapamayan kadın…
Amcasının üç kızı vardı. Yaşları birbirine yakın, irili ufaklı, çiçekli şalvarlarını arada bir yukarı çekerler, oyalı yemenilerini zorlukla bağlamaya çalışırlardı. Onların kaderi baştan belliydi. İlkokula kadar okuyacaklar, sonrası ise malumdu. Ya kuma olacaklar, ya da şansları yaver giderse birinci karı olarak yağlı bir kapıya gelin gideceklerdi. Babaları olsun olmasın, bu kural değişmezdi nasılsa. Kız olarak göz açtıysan dünyaya, ceremesini de çekecekti. Oyun, kurallara göre oynanıyordu ve oynanmalıydı. Oyunu bozan, cezasını en ağır şekilde öderdi elbet.O yüzden de, analar her kız çocuğu dünyaya getirdiklerinde sevinemezlerdi. Bilirlerdi ki; ne yaparlarsa yapsınlar, ne düşünceyi değiştirebilecekler ne de onların kaderini…Boyun eğmek, kabullenmek en doğrusuydu.
Amcası Kudret’ i son görüşüydü. Uzun yıllar hapiste yattı ve yakalandığı ince hastalıktan öldü. Cenazesi bile geri gelmedi. Esma, Sema ve Cennet, analarının kanatları altında biraz daha kaldıktan sonra sırayla küçük kadınlar oluverdiler…
Evin yükü babası Nusret ile küçük amcası Abdullah’ a kaldı. Abdullah, küçük yaşta babasız kaldığı için zorluklar karşısında güçlü davranamıyor ve hayata küsüyordu. O yüzden de köyde yaşayan insanlar tarafından, “ Garip Abdo” lakabı takılmıştı. Kimseye kendini ifade edemiyor, anlatamıyordu. Onun ailesi için yapabildiği tek şey, kavalı ile dağlarda koyun sürüsünü gütmekti. Tabiatın naturel sesleri onu dinlendiriyor, içindeki fırtınaların dinmesini sağlıyordu sanki. Kavalından çıkan nağmeler, ruhuna dinginlik veriyor, içinde hapsettiği düşünceleri paylaşıyordu kavalıyla…
Her an tetikte olmak zorunda olduğunu unutmadan, korkularını dışarıya yansıtmadan, yaşamını sürdürmekteydi Nusret. Sırtına yüklendiği sorumluluklar ve korkular, bazen hayattan zevk almamasına yol açsa da, kısa bir süre sonra ailesini koruma içgüdüsü ile toparlanıyordu.
Son zamanlarda, kan davalılarının tacizleri giderek artmaya başlamıştı. Aileden başka birinin daha ölümüne dayanacak gücü kalmayan Nusret, sağduyusunu kaybetmemeye gayret gösteriyordu. Stresini atmak için gittiği kahvede oturduğu sırada, hasımlarından, delişmen, serseri tipli Saffet içeri girmiş ve ona pis pis sırıtarak,
- Sıra sizde ! Döktüğünüz kanın karşılığını kan olarak alacağım sizden. Azrailliniz ben olacağım Nusret Efendi. Ama senin canını almayacağım. Öyle bir acı yaşatacağım ki sana; ölmeyi isteyeceksin !
- Cürümün kadar ateş yakarsın. Boşu boşuna konuşup durma karşımda. Kanun var, jandarma var. Kabadayı mısın sen ? Ailemden birinin burnu kanasın, o zaman kaçacak delik ara. Git şimdi defolll.
- Ne yaparsın ? Ay çok korktum. Yalvarıyorum sana ! Bana bir şey yapma !
- Seni öldürürüm. Git başımdan. Akıllı ol.
Tartışmanın şiddeti artıp, sesler yükselmeye başlayınca, kahvehane sahibi Hüseyin, aralarına girdi ve ikisini de sakinleştirdi. Gençlerden bir tanesine işaret etti ve Saffet’ in kahveden çıkmasını sağladı. Saffet gittikten sonra, Nusret’ in masasına oturdu ve;
- Ya Nusret, uyma şu serseriye Allah aşkına. Serseri mayın gibi dolaşıyor. Öyle yıkamışlar ki bynini Kendinde değil. Kafayı yemiş. Biraz da tedirgin oluyorum aslında. Oğlunu gönder buralardan bence. Aradaki insanlar da ateşliyorlar fitili. Daha fazla kan dökülmesin.
- O zaman da korktu derler Hüseyin. Hem nereye göndereceğim. Hadi gönderdim, orada da bulurlar. En azından ben koruyup kolluyorum onu. Üstelik, iş bulmak lâzım oralarda. Hazıra dağ dayanmaz.
- Buluruz bir yolunu. Sen dediklerimi bir düşün bence. Benim asker arkadaşlarım var. Bir tanesi var ki, kardeşim gibidir. Ona telefon ederim. O, bir çaresini bulur. Yalnız, bu konuştuklarımızı kimseye anlatma. Yerin kulağı vardır. İşini ayarlayalım, sessizce çıkar gider. En azından, onun hayatını kurtarmış oluruz. Bir onlardan, bir sizden, nereye kadar devam edecek bu kıyım. Ben çok üzülüyorum. Kaç ocak söndü bu köyde kan davası yüzünden.
- Başka çarem kalmadı zaten Hüseyin.
DEVAM EDECEK !
05.01.2011 NERMİN KAÇAR - BOLU
YORUMLAR
Canım konu üzücü olsa da öykü adına çok güzel...Senin kalemini seviyorum arkadaşım...
Aslında geçen bana gönderdiğin, senin beğenmediğin öykün var ya, bir ara onu da as canım. Ben çok beğenmiştim...
Evet şimdiden Ayhan abi ve ben öykünün müptelası olduk, bölümlerini okuyacağım canım...
Sevgimlesin...