- 758 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Şiir Sanatı Üzerine Düşüncelerim-1
Şiir Sanatı Üzerine Düşüncelerim-1
Sanat bir cürettir... Sanatçıya bu cüreti işlemek düşer. Edebiyatın kökeni bana göre gizli bir düştür hep. Bu düşü yönlendirmekten, bu düşü görmekten, bu düşü yaşamaktan zevk alıyorum. Şiirlerimi kutsanmış birisi için yazmıyorum. Sevgisiyle beni kutsal kılanı dillendiriyorum. Şiirlerimden birini duyarlı bir insan anlamayınca bu anlayamamayı, anlaşılamamayı içime dert ediyorum. Esasında ben şiiri sevmeyen ve şiir okumayanlara acıyorum…
Ben şiiri sağlam bir düş yapmaya çalışıyorum. Rastlantısal bir düş olmaktan çıkarıp istediğim gibi gördüğüm bir düş haline getiriyorum. Yani ben beynimde kalbimde yaşadığım duyguların düşünü görüyorum. Kafamda senaryolaştırdığım bakışımın düş bağlamında filmini çekmiş oluyorum. Düş görmek demek kendi vücudunun cismini unutmak, dış dünyayı belli anlamda içle eritmek demektir. Belki de kozmik şairin her zaman hazır oluşunun kökeni burada yatar. Gördüğü şeyi biraz olsun hep hayal eder, hem de ona baktığı anda ve onu sürekli algıladığı tarzda duyumsar Serbest doğa, gözle taranırken şair için sanki bir anda iç doğa haline gelir, dış dünyadan kendine özgü bir biçimde iç mekâna kaydırma yoluyla, bunun sonucunda kendini sözüm ona düşünsel dünyada ileriye doğru hareket ettirir.
Ama düş gördüğüm zaman belli bir ihtiyaç, beni şiir yazarken açık olmaya zorlar, hatta hissettiklerimi yazmak zorunda olma hırsının esiri olurum. İşte bu, uyuyan kimsenin düşünü canlandıran biçime uymuyor mu? Düş -çift anlamlılığına kadar- tam olarak çizilmiştir. Uyanınca çizgiler kaybolur ve düş karmaşık, hayal meyal bir durum alır. Her şairin bir iç-bir dış olmak üzere iki beni vardır. İç ben’imi çok uzun süre dikkate almadım. İç evrenimin çılgın girdaplarına ve tuzaklarına karşı koymak güçlü sinirleri gerektirir, bu evreni ben çok ayrıntılı bir biçimde algılayıp aynı zamanda bir mıknatısla kendime çekiyorum. Yani bana ait olanı yine bana ait olan bir elektrikle kendime çekiyorum.
Edebiyat gittikçe nesnelleşince şairin ve çağımız insanlarının acılarını, umutlarını ve sıkıntılarını -hep klasikçilerin gelenekleri ve ışığı altında- ifade etmeye çalışırdım. Ta ki bir gün içimdeki kız konuşuncaya kadar. İçinizde bir portre yapıyorsunuz. Bir anlamda ona inanmaya çalışıyor, kendinizi onu sevmeye zorluyorsunuz. Olmadık bir zamanda tam da ümitlerinizi kesmek üzereyken gülen gözleriyle, hayattan alamadığı mutluluk ve aldığı acılarla karşınıza çıkıyor. Epey zaman kendinize itiraf edemiyorsunuz. İçinizde bir ezgi başlıyor. Kontrolü kaybetmeye başlıyorsunuz. İçinizde kendinize itiraf edemediğiniz doğru insan, ( bura da zamanında doğru olması gerekmiyor) doğru sevdanın ezgisi çalınmaya başlıyor. Düşünebiliyor musunuz ruhunuz ne kadarda acı çekiyor.Burada çalınan ezginin doğruluğunu kastediyorum; bu, şarkıcıya ses perdesinin doğruluğu (renginin) ne anlama geliyorsa sizin için de o anlamı ifade etmeye başlıyor. Şairlere diyeceğim şudur bu ezgiyi içlerinde duydukları zaman bu hakiki ezgiyi korusunlar.. Şiirinde buna işaret etmeye ve bu ezgiyi övmeme çalışsınlar.En büyük zorluk işte buradadır.
Zorluk, bu ruhun doğru sesini sanatın yasası ile birleştirmekle yatar. Gerçekten kendisi ve çok sade olması için çok büyük beceri ister. Ama bunda beceri tek başına yeterli olmaz hitap ettiği kitlenin kulaklarının alabileceği, midelerinin kaldırabileceği bir lezzet haline getirmelidirler. Yani havyar çok pahalı bir yemek olabilir ama doğru kitlenin damağında olunca. Kendi açımdan ben bu gerçek ezgiyi, sesin bu hakikiliğini ve sadeliği hep korumaya çalışıyorum: düşsel, şiirselliğe zarar vermesinler diye onları önce yeterince içime akıtırım..
Hani Victor Hugo “Günümüzde şiir ve düzyazıdaki çılgınlıklar öylesine büyük ki, böyle bir delilik bana artık hiç de cazip gelmiyor; bu çılgınlığı yönlendiren ve ona akıllı görünümü veren belli bir akıllılıkta, kendi haline terkedilmiş bir sarhoşlukta olduğundan daha çok baharat ve hatta daha çok hardal tadı hissediyorum.” Diyor ya işte bana göre tam anlatımı budur. Her şiirsel var etmede mutlaka sarhoşluk payı vardır. Bu sarhoşluk kontrollü bir sarhoşluk olmalıdır. Bazen bu tatlı sarhoşluğun amacının dışına çıkmaması ve ayıklanması için minik ve tatlı müdahaleler gerekebilir ki bu kaçınılmazdır da. Ben sevinin doğal bir şey olduğunu ve doğallığıyla anlatılması gerektiğine inanıyorum. Bu sebeple anlaşılır bir sadelikten yanayım.
Gereğinden fazla sadelik şiir ve anlatımı sıradanlaştıracağı gibi tercih edilirliğini de azaltacaktır. Genç şair arkadaşlarım bu sadelik kavramını yanlış anlamasınlar. Burada anlaşılır bir sadelikten bahsediyorum basitlikten değil. Ben anlaşılır bir sadeliği var etmeye çalışıyor ve çabalıyorum.Şairin iki renkli dil kullanır. açık olanı ona sadeliğini göstermesine izin verir, koyu olan ise girilmez yere kadar çok daha derinlere uzanır. Şair koyu olan dili – en azından ben öyle yapıyorum- mümkün mertebe az kullanmalıdır.
(devam edecek)
Bekir Kale Ahıskalı
16 Eylül 2007
www.seheryolcusu.blogspot.com dan aktarılmıştır