- 2137 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MERHAMET Mİ? İMTİHAN MI?
Yürekler bilirim taştan sert, insana korku veren. Yürekler bilirim pamuk gibi yumuşak, insanı huzur ikliminde gezdiren. Yürekler bilirim insanlıktan nasip almamış, yürekler bilirim suçlu da olsa merhamet iksiri ile yıkanmış.
Adana ili Yüreğir İlçesi Sarıçam Polis Karakolu benim mesleğimin ilk yeridir. Kısa bir acemilik döneminden sonra Karakolda İdari Kısım da çalışmaya başladım. Ne kadar zaman geçti tam olarak hatırlamıyorum askeri firar olarak aradığım Osman O’ nun Eski İstasyon Karakolunca yakalandığını telefonla bildirdiler. Şahsı Yüreğir Askerlik Şubesine teslim etmek üzere dosyamdaki mevcut evraklarını da yanıma alıp tek başıma dolmuş ile bu karakola gittim. Nöbetçi Memurla görüşüp şahsı alacağımı bildirdiğimde bana Komiser M. İle görüşmem gerektiğini söyledi. Komiser M. İle görüşüp şahsı alacağımı söyledim. Komiser M. beni şöyle baştan aşağı süzdükten sonra alaylı bir şekilde;
- Tek başına mı? dedi.
- Evet dedim.
- Ya şahsı kaçırırsan
- Sorumluluğu bana ait efendim.
- Kelepçen var mı?
- Hayır yok!
- Artis! Nasıl götüreceksin onu? Araba var mı? Tabi o da yok… Diye kendi kendine konuşmaya devam ediyordu.
Odasının önünde duran Nöbetçi Memura, şahsı bana teslim etmesini isterken arkasından ekledi;
- Bir de kelepçe verin bu artise, işi bittiğinde tekrar getirsin dedi. Dışa vurmasa da ses tonu ile kızdığı beli oluyordu.
Nöbetçi arkadaş Osman O’yu nezarethaneden çıkartıp getirdi. Genç uykudan yeni uyanmış halde, gözlerini ovalıyor kendine gelmeye çalışıyordu. Genci Nöbetçi Memur’dan tutanakla teslim aldım. Emanete alınan eşyalarını ceplerine koyarken, Nöbetçi Memuru bana bir kelepçe uzattı.
- Dönüşte teslim et, arada kayıp olmasın olur mu dedi.
- Hayır! Ben kelepçe istemiyorum. Zaten alsam da kullanmam. Onun için gerek görmüyorum dedim. Memur Bey rahatlamış bir şekilde;
- Daha iyi ya dedi.
Osman O. ile birlikte karakoldan ayrıldık. Sümerbank Mağazası önüne geldiğimizde Osman O. ya dönüp;
- Bana bak kardeşim. Eğer şu anda cebimde fazla param olsaydı karakolun yanındaki duraktan bir araba çağırıp seni Askerlik Şubesine bırakacaktım. Fazla param olmadığı için dolmuşla gitmek zorundayız. Eğer dolmuşa da binmez isen yaya olarak birlikte gideriz olur mu dedim.
- Senin emrin olur memur bey diyerek ekledi. Bana neden kelepçe takmadın? Sana bir söz gelsin istemem dedi.
- Merak etme gelmez dedim.
Çetinkaya mağazası önünden Küçük Saat’ e giden yola girdiğimizde Osman O. Çekingen bir üslupla;
- Sigara içebilir miyim diye sordu.
- Elbette içebilirsin dedim. Acele ile cebinden siğarasını çıkartıp yaktı. Ardı ardına üç beş nefes çekti dolmuş durağına geldiğimizde;
- Memur bey, istersen yaya gidelim, zaten ne kadar yol ki dedi.
- Tamam, o zaman yavaş, yavaş gideriz dedim.
Osman O. ile havadan sudan konuşarak Büyük Saat yolunu takiben Eski Hükümet Konağı önünden Askerlik Şubesine giden yola döndük. Yol boyunca bana kendisinden bahsetti, kısa da olsa hayat hikâyesinden kesitler anlattı. Yolun solundaki kaldırımından yola devam ettiğimiz sırada karşı kaldırımdan bize doğru gelmek üzere orta yaşlı bir bayan yola girdi, tabi bu girme ile birlikte acı ve uzun bir fren sesi ve tabi kaçınılmaz trafik kazası, her ikimizde kazayı sanki bir film seyrediyormuş gibi seyrettik, yine ikimiz birden olayın içine daldık. Oto sürücüsü aracının içerisinde donup kalmıştı, belki de şok geçiriyordu. Bayan boylu boyunca uzanmış otonun önünde yerde yatıyor alın kısmından hafif şekilde kan akıyordu. Hemen karşı kaldırımda bulunan bir bakkal dükkânına koştum. Olayı telefon ile Haber Merkezine bildirecek ambulans ve görevli ekip isteyecektim. Öyle de yaptım. Bakkal dükkânı içerisinde telefon görüşmem ne kadar sürdü bilmiyorum. Telefon cihazı bakkal dükkânı içerisinde geri kısımda kaldığından görüşme süresince ben cadde üzerindeki olup biteni göremiyordum. Kazanın telaşı ile beraberimde Askerlik Şubesine götürdüğüm Firari Er Osman O’yu unutmuştum bile, bir an kendi kendime “Belki de kalabalıkta kaçmıştır diye geçirdim içimden, aman sende, kaçarsa kaçsın, insan hayatından daha önemli değil ya.” Diye geçirdim içimden. Telefon görüşmesi bittikten sonra acele ile tekrar kaza yerine geldim. Nasıl olur, ben kaza yerine ambulansın geldiğini görmedim, kaza yapan araç da olay yerinde, lakin yaralı bayan yerinde yok, yalnızca düştüğü yerde üç beş damla kan izi mevcut. Kaza yapan aracın etrafı meraklı kalabalık tarafından sarılmış, kendi aralarındaki konuşmaların ardı arkası kesilmiyor. Gözüm hemen kalabalık içerisinde araç şoförünü ve Osman O‘ yu aradı. Osman O. ‘yu kalabalık içerisinde araç şöförünün koluna girmiş bana doğru getirdiğini gördüm. Yanıma geldiğinde bana ikiye katlanmış bir kâğıt parçası uzattı.
- Bu ne? Yaralı nerede dedim.
- Yaralıyı Devlet Hastanesine gönderdim. Bu da yaralıyı gönderdiğim aracın plakası, ayrıca araç şoförünün adını ve adresini de yazdım. İşte kaza yapan arkadaş, kendine gelmesi için yüzünü yıkadım dedi.
Üzerimdeki resmi üniforma olmasa bir an memnuniyetimin ifadesi olarak Osman O’ nun boynuna sarılmak geçti içimden ama yapamadım, yapamazdım. O an içimde bir şeylerin yeri değişti, sanki sarp yamaçlı dağlardan kopup, üstüme gelen çığın altında kaldım. Suçlunun karşısında kendimi suçlu hissettim birden. Kendimle hesaplaşmaya, kendimle konuşmaya başladım;
“Merhamet, merhamet, merhamet... Şükürler olsun Allah’ım.”
- Sağ ol arkadaşım çok sağ ol diyebildim sadece…
Görevli ekip ve ambulans birbiri ardı sıra kaza yerine geldi. Gelen görevli arkadaşlara olayla ilgili bilgileri verdikten sonra Osman O. ile oradan ayrıldık.
Suçlu da olsa yüreğinde merhamet ateşini söndürmeyen delikanlı benim suskun halimi görünce daha fazla dayanamadı:
- Senin ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum dedi.
- Neymiş? Söyle bakalım.
- Belki de içinden benim için aptalın teki diyorsun.
- Hayır! Öyle bir şey geçmedi aklımdan, ancak bir an kaçmış olabileceğini düşündüm.
- Ciddi olamazsın.
- Evet, ciddiyim. Kaçsan da umurumda değildi ya
- Bunu nasıl düşünürsün, ortada bir kaza var. Üstelik yardım bekleyen bir de yaralı. Sen beni orda bırakıp yardım çağırmaya koşarken ben nasıl kaçabilirim. Hayır, hayır sen beni imtihan ettin, biliyor musun? İmtihanı sen kazandın.
- Hayır! Sen kazandın.
- Biliyor musun? Memur bey, bu zamana kadar bana güvenen hiç olmadı. Oysa sen bana güvendin, karakolda kelepçe takmadın, kaza yerinde beni kendi kendimle, vicdanımla baş başa bırakıp yardım istemeye gittin, aklımdan geçmedi ama belki isteseydim kaçabilirdim, ancak senin bana olan güvenin ile benimde kendi kendime öz güvenim geldi, şu kısacık anda bana insan olduğumu, bir sorumluluğumun olduğunu öğrettin, bir daha firar etmek mi? Tövbeler olsun. Kalan süremi en güzel şekilde tamamlayacağım sana söz, sana and olsun memur abi, af edersin memur bey diyecektim.
- İnşallah, ben de senden bunu bekliyorum.
Şubenin bahçe kapısına geldiğimizde Osman O. nun ağladığını fark ettim, elinin tersi ile yanaklarından düşen yaşı silerken benim kendisine baktığımı fark etti, titrek bir sesle;
- Sen daha önce neredeydin be abi dedi.
Osman O. ‘yu Askerlik Şubesine teslim edip vedalaşırken elimi omzuna koyup;
- Aslanlar gibi gidip geleceksin, söz verdin sakın unutma dedim.
- Unutmam, hem seni hem de sana verdiğim sözü asla unutmam, sende beni ve benim gibi sahipsizleri unutma, hoşça kal, hakkını helal et ne olur. Bana verdiğin gülden herkese dağıt olur mu? Güllerin daim olsun Yüksel Abi…
- Sen benim ismimi nereden biliyorsun?
- Karakoldan beni teslim alırken imzaladığın tutanaktan okudum ismini dedi ve iki askerin kolları arasında gözden kayboldu.
Ne dersiniz? Sizce hangimiz kazandık.
Adana, 1990
Yüksel Erentürk YILMAZ
YORUMLAR
Hocam Allah razı olsun, böyle bir baba yiğitseniz, üniformadan önce insan olduğunuzu bize gösteren bir vesikanızla karşımıza çıkıyorsunuz, Allah cc bizlerede nasip etsin.
Yazının başını okuduğumda ''Uff! Yine güneş sırıtıyor, kargalar cıvaklıyor edebiyatı yapan biri'' dedim.Gözüm konuşma kısmına takılınca bir bakalım ne yapmış dedim kendi kendime.Hay maşallah diyorum ve Osman'ın '' sende beni ve benim gibi sahipsizleri unutma'' duasına canı gönülden amin diyorum.