Kıskanıyorum Seni İstanbul...
Kıskanıyorum seni İstanbul. Sana yazılan şiirlerden, sana dokunan şarkılardan kıskanıyorum seni. Ruhun derinlerine işleyen sevda ile kıskanıyorum. Biliyorum güleceksin bana. “Sen kim ben kim, haddini bil diyeceksin.” Ardından ben kaçacağım köşe bucak senden. Adım adım, milim milim. Ama güleceksin bana. Diyeceksin ki “benim diyarımda, benim canımda, benim damarımda mı benden saklanıyorsun”. Güleceksin, güleceksin, güleceksin. Kahkahalara bürünecek ardından gülüşün. Bilsen İstanbul nasıl da korkuyor, nasıl da kaçıyorum senden. Ah bir kerecik deseydim “kıskanıyorum seni başka kalemlerin dilinde”. Ama nafile sen ki kiminin “acem mülkü” ne fedasın, sen ki başkasının “Aziz İstanbul”u, benimse şakağıma dayanmış vebal. Bilemedin bu sevdayı bilmeyeceksin de. Sen ki şatafatlı sevgilerin verdiği körlükte, sen ki sana duyulan sevdaların biricik maşukusun. Gel kıyma bu cana desem duyar mısın beni?
Seni düşündüm puslandı pencereler. Aklımda geçmiş günlerin hayali. Bir o kadar sarhoş ve bir o kadar da serseri. Kapalı kapılar ardında kalmış söylenecek sözler. Seni düşünüyorum İstanbul seni. Hey hat!.. Seni düşündüm sızladı Eminönü ve bir o kadar da çaresiz kaldı Beşiktaş. Birbirinden ayrı, yabancı kaldı sanki bu iki sevgili. Deniz girdi araya, gurbet dendi adına. Ruh sızladı derinden. Ayrılık adı yakıştırıldı bir o kadar korkunç ayrılığa.
Seni düşündüm çıplak bir kadın ayağı değdi suya… Anında yıkıldı Kız Kulesi, Sarayburnu ağladı gizli gizli. Kaç kral, kaç padişah geçti? Kaç hırçın çocuk uslandı elinde? Ama bak ağlıyor Topkapı sessiz ayrılığa. Seni düşündüm yılların depremi koptu yüreğimde. Çöküverdim dizüstü. Sanki hırçın bir suydu içimde çalkalanan, sanki amansız bir vurgun. Sen geliyordun aklıma. O her şeyden habersiz yaramaz bir çocuk geliyordu gözlerimin önüne. Ben ağlıyordum, sen gülüyordun nazlı nazlı. Seni düşündüm bugün İstanbul, seni düşündüm bugün, seni…
Şimdi ellerimde o eskilerden kalma bir çerçeve. Yüreğim sanki ızdırapla dolu. Sana atlıyorum Galata Kulesinden. Sana uzanmaya çalışıyorum. Ama yok. Korkuyorum geriye kalan her şeyden. Sevdadan, aşktan ve senin kollarında ölmekten. Boş bir çerçeve şimdi elimdeki, ağlıyorum o anda saçları ıslanıyor karşı kıyıda bir kadının. Ölümle kucaklaşırcasına atlıyorum suyuna, nefessiz kalışları duyuluyor kulaklarımda karşı kıyıda boğazını tutan kadının. Ağlıyorum neden sonra. Amansız bir yağmur bastırıyor İstiklal’e. Sanki erkekler ağlamaz, sakla gözyaşlarını dercesine…
Islak bir öpücük konuyor ardından yanağıma. Utanıyorum kendimden. Ve ilk heyecanı duyuluyor gönlümün. El değdirmemeye yemin edercesine kaçıyorum senden. İffetine laf getirmemecesine uzaklaşıyorum. Korkuyorum kimi zaman da şakağıma bir kurşun saplamaktan. Firavunların eşleri misali seviyorum seni… Böylesine yasaklı ve böylesine masum…
Tereddütlere emanet kalıyorum kimi zaman da. Ağlayışlarım derdime derman olmayacak gibi. Sonra amansız ve zamansız bir feryat düğümleniyor boğazıma. Fırtınalara esir kalıyor yüreğim. Ben ağlıyorum gizliden gizliye, sen bilmiyorsun feryadın anlamını. Sen süslü sözcükler içinde bocalarken, ben çaresizliğine boyun bükmüş menekşelerle dostluktayım. Şimdi desen ki sus ağlama, artık çok geç diye cevap verirdim sana. Şimdi apayrı bir sevgiliye gönül verdim ben. Fatih sultan köprüsünün kavuşturması misali yakın vuslat ve Dolmabahçe kadar büyüleyici. En az Topkapı kadar ihtişamlı ve Taksim kadar kalabalık. Vuslat o sevgilinin adı İstanbul. Vuslata kaptırdım yüreğimi.
Vakitsiz kavuşmalar kalıyor senden geriye. Amansız bir hasret düğümleniyor boğazıma. “Hem dert çoh hem dert yoh” misali ıstıraplara düğümlenmiş satırlar. Duy şimdi sesimi İstanbul: Ben İstanbul’da sızlarım, İstanbul omzumda ağlar!..
İshak SAKA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.