- 534 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tavşan Dudağın Önlenebilir Yükselişi
Bakkal dükkânı önündeki boş kasalar, yaz akşamları askeri tersaneden çıkan işçilerin koyu renk şişelerden bira içip, ekmek arası köfte, yerfıstığı atıştırdığı açık hava birahanesine dönüşürdü.
İçkiye takılan tersane işçileri, bazen bir kangal sucuk, bir kalıp beyaz peynir bazen de yaz lokumu dedikleri koltuk altlarına vurdukları kocaman bir karpuzla evlerinin yolunu tutarlardı. Kapanışa yakın köfte mangalının üstüne bir kaç halka sucuk atılır:’Nefislere eziyet, cüzdana afiyet’, fazladan yapılan bu satışlardan gelen para bakkalın yastıkaltı fonuna yatardı.
Onun, dünyaya gelişi şerefine fon sıfırlandı.
Ebesi, kıçını tokatlamak için ayaklarından tutup kaldırdığında, annesinin günlerdir yediği ne varsa ele veren malum sıvılarla kaplı, deveci armudu gibi yamru yumru kafasına bakıp; onun için şu kehanette bulundu:
"Bu oğlan tavşan dudak… Sahipsiz sürü bulup güderse yavuz, bulamadı mı? Diş gösterir, sürüye dalar yavız olur." Ardına takılıp gelen ikizleri ölü doğmuş olsa da: Sonuçta o, bir liderdi. Doğuştan lider doğan bebelerin, ebeleri, bu türden kehanette bulunurlar.
Mübarek üçayların başıydı. Mecburen adını doğduğu aydan aldı. Dedesine göbek adını koymak kalmıştı. Dede, anası ve babasından gönüllerinden geçen isimleri sordu. Biraz anasının istediği, biraz babasının istediği addan aldı; torununa: Bir zamanlar, Beyoğlu pavyonlarında ardından koşturup, durduğu Oryantal dansözün adını andırır. Alelacayip bir göbek adı koydu.
Dükkânda elaltı işi gören çıraklarından olmamak için onu, akranlarından iki yıl geç okula yazdırdılar. Ona göre hava hoştu. Yeter ki izinli olduğu pazar günleri Kulaksız mezarlığında yaptığı çift kale maçlara ilişmesinler. Kaleden, sol-açığa, sol-açıktan da hep hayalini kurduğu sağ-açık mevkiine terfi etmişti. Gol dediğin bir al gülüm, ver gülüm meselesiydi sonuç da. Gol pası kapmasının tek nedeni dükkanda cebine külah külah doldurduğu leblebi şekerleri değildi elbette. Babası, bakkalı ona emanet edip mısır çarşısına alışverişe gittiğinde, arkadaşlarının içinden artist resimleri çıkan çikletleri kurcalamalarına izin verir; kendilerinde olmayan artist resimleriyle ellerindeki fazla resimleri değiştirmelerine göz yumardı.
Her artist resminin kendine göre bir değişim değeri vardı. Sık çıkan resimler derde değmezken az çıkanlar gazoza hatta çikolataya dönüşebiliyorlardı. İyilik bilir arkadaşları, kuru yüksek olan artist resimlerini koyunu postundan ayırır gibi ayırıp ayni şekilde iki parçaya ayırılmış çok bulunan bir başka artist resminin arkasına yapıştırıp önü Yılmaz Güney, arkası Kenan Pars bu resimlerin bir tanesi karşılığında, sıkı bir pazarlık sonucu zor ikna olmuş pozlarıyla, ondan tam takıma yakın artist resmi kaparlardı. Bu önü Yılmaz, arkası Kenan kartların tersini çevirdiğinde kandırıldığını anlamaz mıydı? Anlamaz olur mu? Zoka yutmuş gibi yerinden fırlar, kandıracak kendinden koyun akıllı birini bulmak için mahalleyi arşınlar dururdu. Bulur muydu? Bulmasa bu makamlara gelir miydi?
İşin kuralı bu. Kandırdığın eşeğin boynundan iltifat torbasını eksik etmeyeceksin.
Arkadaşlarının bu türden iltifatlarına şahit olan babası :”Bizim oğlan ilerde çok büyük adam, olacak hanım çok büyük”, der. Kaç leblebi şekeri, kaç gazoza mal olduğunu bilmeden oğluyla gurur duyardı.
Ama Allahı var. Yediği kazıklar girişimci yanını geliştirmişti Tavşan Dudağın. Daha ilkokul üçdeyken işbaşındaki tersane işçilerine buz dolu kovalarla portakallı gazoz servisi yapmayı akıl etmiş, talebe göre şerbet verip, babasını gazozların içine bir parmak votka ilave etmeye o ikna etmişti. Tersane işçilerinin, normaliyle karışmaması için başlangıçta ‘‘ver bir takviyeli’’, diye istedikleri bu kafa yapıcı gazozların adı, fabrika yönetimi durumu çaktığından,‘‘takiyeli’’ olarak değiştirilmişti.
Ne yazık ki babasının sermayesi, onun yaşam tecrübelerinin üst üste yığılmasından ibaret girişimci ruhunu besleyecek denli büyük değildi. Erkenden fışkıran bıyıkları tavşan dudaklarını örtüyü yıl, babası, onu: İstanbul’un İstanbul olmaktan çıktığı semtlerinden birindeki Yalan-Kâtip Lisesine yazdırdı. Semtin kulağı kesik kedilerine sermaye ihracı kesilmişti.
Ebesinin sözünü ettiği sürünün izini yeni okulunda bulur gibi oldu. Kasabalarından henüz kopmuş gelmiş ‘kopilleri’, Kulaksız mezarlığında öğrendiği numaralarla mat etmesi işten bile değildi."Babayı gördünüz mü?", diye ortaya bir laf atar."Yılmaz Güney’in mi? Marlon Brando’nun mu? Baba’sını", diye atlayan lapinlere, gevrek gevrek gülüp: "Siz hangisininkini gördüyseniz onu anlatın", der; gülüp geçerdi.
Bu yıllarda edindiği arkadaşları sayesinde: Kalorifer radyatörü arasında pastırmalı-pekmezli tost yapmayı; Çırpıcı çayırında sazlı sözlü mangal sefalarında kebap yellemesini öğrendi. Çevredeki hazır giyim atölyelerinden üçe kapattığı defolu paçalı donları ‘‘özel kesim’’ ayağıyla okul arkadaşlarına beşe satmayı da bu yıllarda öğrendi. Tavını geçirdiği için iyi tost yapamasa; közü geçirmeden, kebabı yelleyemese; defolu donların, az defolusunu seçemese de.Tost da yaptı. Don da sattı. Belki, mangal partilerinde gazel okuyamadı. Ama şeker kâğıtlarının arkasına basılı manileri okumakta üstüne yoktu.
Bakırköy Ahır Sineması çıkıp; arkadaşlarıyla gittiği “zaruret hamamında’’ , göbek taşı üstünde onu yakalayan ilham perisi sayesinde:
"Şu kurnalar yalağımız
Hamam tası bardağımız", diye daha özgün şiirler döktürdüğü de oldu.
Sesinin bedliğinden mi? Tasının, kurnasının elinden gitmesinden kaygılandığından mı? Bilinmez. Şiiri duyan hamamcı: ‘‘Aha bunlarda bizim silahımız’’, demiş; takunyayı kafasına indirmiş; onu etek tıraş odasına hapsetmişti. Bu olay onun doğuştan varolan girişimci ve değişimci vasıflarını biledi. Etek tıraş odası serindi. Takunya indirilen başı ağrıyor.Üşüyordu. Onu odadan çıkarmaya gelen iri yarı hamamcıyı, peştimalinden çekiştirip:"Şiirimin sonunu dinlemedin be abi", dedi.
Çekiştirdiği peştamel elinde kalmış; gördüğü manzaradan etkilenmişti. Utangaç bir ses tonuyla ekledi:
"Hamamcının böylesine
Feda olsun çanağımız."
Yetiştiği semte özgün duruşunu aldı; arkadaşlarına döndü; kararlı, taviz vermez, dünyaya meydan okuyan bir ses tonuyla:‘’Teslim olmak yok... Değişmeye karar verdim... Bu işler el tasıyla hamama girmekle olmuyor. Hamam eski, tas aynı olsa da arada bir kalay gerekiyor.’’, dedi.
Arkadaşları, sözlerindeki derin felsefi anlamı çözemeseler de onun bu sözlerini kulaktan kulağa dolaştırdılar. Bu kendinden emin, cesurca söylenmiş sözlerin ardında yükselmek için her şeyi feda etmeğe hazır bir yüreğin yattığını biliyorlardı! O günden sonra bizim Tavşan Dudağın ‘yürü kulum, ye kürküm’ devri başladı. O gün hamamcıdan nasıl tırstığından da; çıkışta ettiği hamaset yüklü laflarından da bahsedilse sonuçta gündemi o doldurdu. Çoban olmak için feda etmeyeceği koyun yoktu. Koyunlarsa her zaman olduklarından daha bir koyundular.
Malumdan, muamma çıkmaz. Tavşan dudağın, hangi elçilik kokteylinde aldığı sunumlar sonrası: ‘Oyma akıl, koyma akıl’ yollara düştüğünü; hızını alamayıp, ardı sıra düşenleri nasıl sınır ötesi maceralara sürüklemeye niyetlendiğini, anlatmayacağım. Medya patronlarının ona biçtiği yeni imaja uymadığı için, kazıtıp atmak zorunda kaldığı bıyıklarının ardından, aynada sırıtan yırtık dudaklarını ilk kez gördüğünde, dolgun yanaklarından süzülen yaşları da sizlere anlatacak değilim.
Aslına bakarsanız bu öykünün sonunu getirmeye de niyetli değilim. Bu tür öykülerin modasının geçtiğini; tek ve en sadık okurlarının tazminat avcıları olduğunu biliyorum.
Bu öykünün sonunun nasıl biteceğine siz karar verin.
Kesilen bıyıkları ardından yırtık dudaklarının görülmesiyle tılsım bozulur. Tavşan Dudak:
"Yalan –Kâtip’ten sıra arkadaşının pastırma fabrikasında, eski güzel günler hatırına güç bela bulduğu gece bekçiliği işine kapağı atar. Kalan yıllarını sertçe düşmüş pastırmaları attığı nutuklarla yumuşatmaya çalışarak geçirir", diyorsanız: Pastırmam boşluk 002’e...
"Bir zamanlar, birlikte defolu don ticareti yaptığı arkadaşının, kurduğu iç giyim fabrikasında: işe başlar; çatal örter -don ürün müdürlüğüne dek yükselir", diyorsanız: Defolu don boşluk, 001’e...
Yok. "Bu sonlar bizi açmaz, Tavşan Dudağın, değişimci ve gelişimci ruhu sınır tanımaz;
Yeni imajıyla, karizmasını katlar. Yürü kulum ye kürküm devrininin, saltanatını kuşaktan kuşağa sürdürüp durur.,diyorsanız. Burası Türkiye boşluk, 000’a
SMS yollayın. Yolumuzu bulalım.
İstanbul / 2005
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.