- 5344 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ANNEANNEMİN VEFATI
Hayatta gidipte dönmemek, gelipte görmemek var. üstelik ben zorlu bir hayat imtihanında savaşırken, anneannemin vefatı da bu imtihanı biraz daha zorlaştırdı.
Anneannem 2000 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sonucu Hadim’den Konya’ya taşındı. Süleyman dayım bize çok yakın bir ev aldı, anneannemin oturması için. Hem ona, hem de bize iyi olmuştu evlerin birbirine yakın olması. Ona gitmeyi öyle çok seviyorduk ki, bazı akşamlar çayı orada içerdik. Hatta kardeşim Zahid üniversite sınavına hazırlanırken anneannemin yanında kalmıştı. Ben de ders çalışmak için sürekli anneannemin evine giderdim. Onun vefatından sonraki günlerde ise ev, anneannem gittikten sonra öyle ıpıssız oldu ki, evine gittiğim zaman onu düşünüp, hayalini gözümde canlandırmadan duramıyordum. Dün vardı anneannem, bugün yok işte, dünya hayatının olağan durumu bu işte, bizler alışmakta ne kadar çok zorlansakta. Ama insanın alışmayacağı hiçbir şey yoktur hayatta, alışmakta ne kadar çok zorlansada. Dünya hayatı bu işte, dün yaşıyordu, bugün öldü olacak. Kendi hayatınıza da bakarsanız bunun birçok örneğini görürsünüz.
Zaman zaman Hadim’e giderdi anneannem ve orada bağ bahçe işleriyle ilgenirdi. Anneannem nasıl dursundu ki oraya gitmeden, çünkü memleketi orasıydı, orada doğup büyümüştü. Hayatının 50 yıldan fazlasını orada geçirmişti. Hadim, tertemiz havasıyla, insandaki, şehrin stresini alıyordu. Hadim’de 3 kere mide kanaması geçirdi anneannem ve Konya’ya, hastaneye kaldırıldı. Bir an onu kaybedeceğimi zannetmiştim, bundan dolayı da onunla helaleşmiştim 2005 yılında.
Kasım 2007’de, her gün ders çalışmaya giderdim, anneannemin yanına. Çünkü en küçük kardeşim 1,5 yaşındaydı ve bundan dolayı ders çalışamıyordum evde, bu da beni strese sokuyordu. Ne zaman anneannemin yanına gitsem mutlaka odasında Kur’an-ı Kerim okurken görürdüm onu. Eve varır varmaz önce onun odasına girer ve selam verirdim, geldiğimi bilsin diye. Bir keresinde anneannemin evine gittiğimde, anahtarımla kapıyı açamamış, zile basmadan eve geri dönmüştüm, sırf onu yerinden kaldırmamak için, çünkü kapı arkadan kilitliymiş. Ve o gün tekrar anneannemin evine gittim, onu telefonla aradıktan sonra.
Nereden bilebilirdik ki, anneannemin son aylarını yaşadığını. Bazen durup dururken onu kucaklar ve anneannemmm, derdim. O da buna sevinip tebessüm ederdi. Hoşuma giderdi kucaklamak, içimden gelirdi, tutamazdım kendimi. Bir anda kendimi, onu kucaklarken bulurdum. Sevgimi sözlerle ifade edemezdim ama davranışımla ifade ederdim. Ben de bilmiyordum, anneannemin son günlerinde onun yanında olduğumu.
Bir gün kendisine sordum; kurbanda ne keseceksin, diye. Bilmem, diyerek cevap vermişti. Oysa anneannem Kurban Bayramı’na 5 gün kala vefat etti. Birisi bana, anneannen bayramdan 5 gün önce vefat edecek deseydi, kesinlikle inanmazdım. Anneannem önceleri bize sık sık gelirdi, son günlerinde sık sık gelmemeye başlamıştı.
1 Aralık Cumartesi günü ağrıları olmuş, uyuyamamıştı. Zaten son zamanlarda ağrılarıda artmıştı. O akşam anneanneme birlikte yemek yiyelim, demiştim de yemek istememişti. O akşam babamla annem, anneannemi hastaneye götürüp yatırmışlardı. O gün yanında, annem kalmıştı. Üstelik o gün benim anneannemi hayattayken son görüşüm olmuştu, o günden sonra, onu görmek bir daha nasip olmadı.
Birlikte olduğunuz bir kişiden ayrılırsınız, ama bilemezsiniz, bu görüşünüzün son görüşünüz olduğunu. Ben de bilemedim, anneannemi bu görüşümün, son görüşüm olduğunu. Hastanede ziyaret etmekte nasip olmadı. Helalleşmek, aklıma bile gelmedi, çünkü anneannemin iyileşerek evine döneceğini düşünmüştüm de yanılmışım.
6 Aralık Perşembe günü sabahı apandisit ameliyatı olmuştu anneannem, ameliyatı da Süleyman dayım yaptı. Hepimiz tedirgindik, acaba anneannem masadan kalkabilecek miydi? Anneannemden haber gelinceye kadar diken üstündeydik ve bol bol dua ediyorduk. Ve sonunda anneannemin ameliyattan çıktığını, durumununda iyi olduğu haberini aldık, bu haber yüreğimize su serpti. Onun iyi olmasına sevindik sevinmesine de, ameliyatta, bağırsak kanseri başlangıcı olduğu tespit edilmiş, fakat kanser, fazla ilerlemediği için kendisini belli etmemiş ve anneannemi ölüme götürecek kadarda ileride değilmiş. O gün anneannem yoğun bakımda olduğu için ziyaretine gidemedik. Cuma günü sabahı normal odaya çıkarılacaktı.
Perşembe sabahı Mustafa dayım bize gelmiş, anneannem ameliyata girmeden önce, onun yanına gitmişti, oysa dayımla birlikte ben de anneannemin yanına gitmeyi düşünüyordum. Fakat dayım bisikletle gideceği için, onunla birlikte gitmekten vazgeçtim, odayı bulamam diye de kendim gitmekten vazgeçtim. Hava soğuk ve yağmurluydu. Keşke vazgeçmeseydimde hastanede son defa görebilseydim, nereden bilebilirdim ki onu bir daha göremeyeceğimi. Sonradan onun yanına gitmediğime pişman olacaktım. Ama tek tesellim; anneannem son aylarını yaşarken, benim sürekli onun yanında bulunmamdı.
7 Aralık Cuma günü Bozkır’ın Dereiçi kasabasına gidecektim, Süleyman dayım gil ile birlikte. Çünkü Şeyma ablamın tayini oraya çıkmış, benim de gelmemi istemişti, kendisine yoldaş olmam için. Ben de bütün hazırlığımı yaptım ve yola çıktık, karlı bir kış günü. Tıpkı çocukluğumuzda olduğu gibi, iki kuzen düştük yine yollara ve macera peşine. Dayım gil yanımızda 2 gün kaldıktan sonra Konya’ya döndüler, evet Şeyma ablamla ben tanımadığımız yerde kalakalmıştık, alın yazımızın gereği. Sakine yengeme, gitmeden önce, şaka olsun diye; bizi bırakıp gidiyorsunuz dağ başında, öyle olsun yenge, demiştimde; hayatın gerçeği bu, demişti. Evet hayatın gerçeğiydi bu, hayatta karşılaşacağımız her türlü zorluğa hazırlıklı olmalıydık.
15 Aralık Cumartesi günü Dereiçi kasabasını dolaşarak stres atmak istedik. Şehirde böyle güzel manzaraları nereden bulabilirdik ki? Köyde gezmek şehirde gezmekten daha rahatlatıcı oluyordu, etraf dağlık oluncada gezilip görülecek yer boldu. Bir de mis gibi tertemiz, oksijeni bol havayı içinize çektiniz mi, stresten eser kalmıyordu, o gün bir köylünün keçisini sevmiştik, fakat cumartesi günü farklıydı, ikimiz içinde. Çünkü içimizde nedenini bilmediğimiz bir sıkıntı vardı da ruhumuz kıvranıyordu, çünkü o gün eve hiç girmek istemiyorduk, o gün eve girince sıkıntı basmıştı bizi.
Cumartesi gününden birkaç gün önce (yani anneannem ölmeden birkaç gün önce), kafamı allak bullak eden bir rüya görmüştüm. Emekli sınıf öğretmeni olan Mukaddes teyzemin aniden öldüğünü, anneannemin ise tamamen iyileştiğini görmüştüm rüyamda. Rüyamda teyzemin defnedildiği yer, yol kenarında ve yakınında bir ağaç bulunan bir mezardı. Sonradan, anneannemin defnedildiği yerin, benim rüyamda gördüğüm bu mezar olduğunu fark edecektim. Yani anneannem ölmeden önce, onun mezarını rüyamda görmüşüm. Bu rüya beni huylandırdı ve acaba anneannem ölecek mi, diye düşündüm. Bu rüyamı Şeyma ablama anlattım. O da benim gibi aynı şeyi düşünmüştü de birbirimize bir şey söylememiştik. O rüyadan sonra kendimi psikolojik olarak anneannemin ölümüne hazırlamıştım, çünkü anneannem 11 Aralık Salı günü akşamı yoğun bakıma kaldırılmış, durumu oldukça kritikti ve her an haber gelebilirdi.
Gece saat; 00.15’te Merve aradı, Şeyma ablam dışarıda Merveyle konuştuktan sonra geldi. Geldiğinde yüzünden düşen bin parçaydı, kötü bir şey olduğunu anladım ve; ne oldu, dedim. Şeyma ablam; babaannem, diyebildi sadece, gerisini getiremedi. Anneannem saat: 22.45’te solunum yetmezliğinden vefat etmiş. 73 yaşındaydı (15 Aralık 2007 Cumartesi). Kalbime bir ok saplanmıştı sanki. Bir taraftan ağlamış, bir taraftan da anneannem hakkında konuşmuştuk, hemen annem gili aradık, ne yapıyorsunuz, diye. Evde Kur’an Kerim okuduklarını söylemişti. O gün saat 2.00’de yatmış, 5.30’da kalkmıştık.
Hemen Konya’ya dönmek istiyordum, bizi sessizce bırakıp giden anneannemi son defa görmek istiyordum. Onu hastanede ziyaret edememiştim ama son defa cenazesini bari görebilseydim ve son görevimi yapabilseydim, aklımı meşgul eden bir soru vardı, acaba cenazeye yetişebilecek miydik? Korkuyordum cenazeye yetişemeyeceğim, diye, ki korktuğum başıma geldi.
16 Aralık Pazar günü 5.30’da kalkmış saat; 7.30’a kadar servis aramıştık, Pazar günü olunca servis bulamadık. Saat 9.30 gibi Dereiçi Belediyesi Başkanı Tahsin amcayı aradık, o da şoförü Ömer amcayı aramış. Biz çoktan hazırlanmıştık bile. Hem yağmur vardı hem de sis. Sisli bir havada saat: 10.22’de Bozkır’a doğru yola çıktık, oldukça hızlıydık. Bozkır’a ulaşmadan servis bulduk (servis karşımıza çıkmıştı) ve Konya’ya doğru yola çıktık, yüreğimize saplanan okla birlikte. İkimizde susuyorduk, aklımızda anneannem, yüreğimizde de acısı vardı, Konya’ya geldimizde saat: 13.00’e doğru geliyordu. Acaba anneannemi son defa görebilecek miydim, sürekli bunu düşündüm yol boyunca.
Konya’ya gelmiştik gelmesinede, bu farklı bir geliş olmuştu, yüreğimde anneannemin acısıyla birlikte. Dolmuşla Musalla Mezarlığı’nın yanından geçtik ve bir cenaze gördüm ki zaten acaba cenaze var mı, diye bakmıştım mezarlığa. Evet cenaze vardı ve bu cenaze anneannemin cenazesiydi. Kendisini son defa görememiştim ama mezarlıkta tabutunu görmüştüm. Maalasef cenazeye yetişemedik, bu da ayrı bir yürek sancısı oldu benim için. Eğer cenazeye yetişebilseydim mutlaka cenaze yıkanırken ben de yardımcı olabilirdim anneannemi son defa görebilirdim.
Dolmuştan iner inmez doğru anneannemin evine gittim. Beni kapıda annem karşıladı ve; bu kapı kapandı, diyerek boynuma sarıldı, gözyaşlarımız birbirine karışmıştı. Anneannemin kardeşi vardı, Nesibe teyze, anneanneme çok benziyordu. Özellikle de ona sarılınca bir kez daha yıkılmıştım, sanki anneannemi kucaklar gibi oldum, dayanamayıp bıraktım gözyaşlarımı, gözyaşlarımız birbirine karışmıştı. Anneannemin ölümüne kendimi psikolojik olarak hazırladığım için fazla sarsılmadım, ama acısını da içimden kolay kolay atamadım. Sanki anneannemi bir daha gelmemek üzere Hacc’a göndermiş gibi hissediyordum kendimi. Anneannemin ölümüne en çok Mustafa dayım üzülmüştü. O daha üniversite 3.sınıf öğrencisiydi.
O Kurban Bayramı farklı bir bayram olmuştu bizim için, bir taraftan anneannemin acısını yaşarken, diğer taraftanda bayram sevincini yaşamıştık, buruk bir bayram geçirmiştik, anneannemsiz geçirdiğimiz ilk bayramdı. Ölüm acısıyla bayram sevincini birarada yaşadık, dünya imtihanı gereği.
Ben ise, o dönemde, zorlu bir hayat imtihanından geçtiğim için hayata tutunmakta zorlanıyordum ki anneannem vefat etti. Anneannemin vefatı bunun üstüne tuz biber olmuştu, çünkü benim için her şey üst üste gelmişti.
Anneannem hastaneye gideceği zaman, öleceğini hissetmiş olmalı ki, parasının bir kısmını yastığının altına koymuş, bir kısmını da yanına almıştı, kimliği ise zaten yanındaydı. Telefonda yengem gillen konuşurken; haklarını helal etmelerini istemiş ağlayarak.
Ahmet dayımın kayınvalidesi Düriye teyzenin kanser olduğunu öğrendiğim zaman, onun anneannemden önce ölebileceğini düşünmüştüm. Fakat anneannem ondan 5 ay önce vefat etti. Düriye teyze de 18 Mayıs 2008’de vefat etti, 63 yaşında.
Kimin kimden önce öleceği hiç belli olmuyor, yaşlı bir kanser hastasına; bu ölür, dersiniz. Ama hiç düşünmezsiniz, şimdi gördüğünüz gencin yarın aniden ölebileceğini. Benim yapmış olduğum şeyin ise bundan fazla bir farkı yok. Ben de bir genç olarak aniden ölmeyeceğime dair herhangi bir garanti veremem, hiç kimse böyle bir garanti veremez. Ölüm, Allah’ın emridir, vakit geldiği zaman o iş bitmiştir.
Helalleşmek önemli, çünkü kimin kimden öleceği hiç belli olmuyor, iletişimde bulunduğumuz her insanla helalleşmeliyiz.
HAYATTA GİDİPTE DÖNMEMEK, GELİPTE GÖRMEMEK VAR, onun için helalleşmeliyiz. Yaşadığım bu anım ise, bu sözün bir tezahürüdür, yani hayatta yaşanmış bir örneğidir.
SÜNDÜS KOÇ – KONYA
19.12.2010 - PAZAR
YORUMLAR
Nedense tanıyayım tanımayayım başkalarının anılarını okumak ve dinlemek beni cezbetmiştir hep. İlgiyle okudum...
SAVAŞÇI (SÜNDÜS TOKGÖZ)
SAVAŞÇI (SÜNDÜS TOKGÖZ)
Anneannenize Rabbim rahmet eylesin.Ömür ne yaşa başa ne de hastalığa bağlıdır.Çok şahit olmuşuzdur, yatalak hasta dururken, gencecik bir yakınının vefatını.
Paylaşım için teşekkürler, selam ve sevgiler değerli kardeşim.