KRAVATA DAİR NE VARSA
Gündeme dair neden yazmıyorum? Siyasete neden bandırmıyorum kalemimi… Etliye butluya neden değinmiyorum? Size kravatın öyküsünü anlatayım, kravat takınca nasıl ona mahkûm olduğunuzu, onun nasıl sizi yönlendirdiğini, sizi nasıl içten içe fethettiğini, kalelerinizi bir bir zapt ettiğini… Ve de sen memursun deyip gözdağı verenleri… Ya da oradan üzerinize bütün bir şehrin lağım borularını açabilecek olanları. Bunların olabilme ihtimali dahi sizleri tedirgin etmeye yetecek ve geri kalan yaşamınızda bir aydın ya da sanatçı yalnızlığında yanmanıza sebep olacaktır.
Size kravatın önemi hakkında bir şeyler anlatayım biraz.
“Kravat Hırvatlardan gelme” aydınlandık biraz. Neyse! Bilgi yarışması gibi oldu. Kravat üzerine âşıklarımız bir destan döküvermişler mi bilmem ama bizler kravat üzerine hemencecik bir şeyler yazıversek inanın ki çok büyük bir boşluğu doldurur.
Turistin biri Cezayir’de çölde susuz bir şekilde sürünüyormuş. Birden dükkân gibi bir yer görmüş ve oraya giderek: “Su... Lütfen bir yudum su.” Adam: “Beyefendi maalesef suyumuz yok ama isterseniz kravat verebiliriz.” Turist: “Ben napıyim kravatı, susuzluktan geberiyorum.” der. Adam da ona 2 km. güneyde bir yer olduğunu, su içmek istiyorsa oraya gitmesi gerektiğini söyler. Turist güç bela oraya varır ve: “Su... Birazcık suuu.” Adam: “Maalesef beyefendi buraya kravatsız giremezsiniz!”
Kravat deyip geçmeyin zinhar! Bakın ne kapılar açılır kravat takarsanız, bakın ne kapılar kapanır yüzünüze kravat takmazsanız. Damsız girilmez ya bazı yerlere bu da öyle bir şey işte!
Medeniyet yularıdır kâh, kâh emniyet kemeridir ağzınıza takılan.
Her şeyin herkesin boydan boya baştanbaşa kirlendiği ve yozlaştığı bir çağda tıpkı Saint-Exupery’nin ölmeden biraz önce söylediği gibi «Çağımdan tiksiniyorum» Bunu ifade etmek ve haykırmak istiyorum cümle cihana… Başka söze hacet yok. Çünkü eşya hükmediyor âdeme, çünkü su gibi istedikleri şekli almak zorunda kalıyor insan. İnsanlar ikiye ayrılır: Kravatlı olanlar ve kravatsızlar. Dikkat ettiniz mi kravatsızlar sanki biraz daha aykırı duruyor. Söylerken dahi çok rahat ve baskın bir şekilde telaffuz ediyoruz.
“Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım.” diye haykırır Mehmet Akif Ersoy maziden. İşte kravatın sebep olduğu günümüz memuruna. Söyleyemem, yazamam, göremem duyamam… Gez göz arpacık… Gömlek yaka kravatçık. Üç maymun, ilki kravat!
Prangadır vurulmuş ayaklarına hürriyetin, boyunduruktur takılmış kafasına ifadenin, kelepçedir takılmış ellerine edibin, banttır çekilmiş gözlerine yazarın, zımbadır vurulmuş dudaklarına şairin, pamuktur tıkanmış kulağına memurun.
Felâhiye’nin Zilifter (Silahtar) köyüne tilki dadanmıştır. Köydeki kümesteki hayvanlarının neredeyse kökünü kurutacaktır. Köylüler bir türlü çare bulamamaktadırlar. En sonunda köy öğretmeninden de fikrini sorarlar. Öğretmen köylüye: “Bundan kolay ne var, şimdiye kadar niye bana sormadınız? Hemen bütün kümeslerdeki ve ahırlardaki kalan hayvanları bir kümese doldurun. Diğer yerlerin kapısın açık bırakın ve pusuya yatın. Tilki hangi kümese girerse kapısını kapatın ve beni haberdar edin.”
Köylü denileni yapar ve ikinci gece tilki gelir kümesin birinin içine girer. Hemen kapısını kapatırlar, öğretmenin evine gidip haberdar ederler. Koşarak kümese gelen öğretmen içeri girer, biraz sonra kümes içerisinde bir toz duman kopar. Daha sonra orta durulur. Bir bakarlar ki öğretmen tilkinin boynuna kravatını bağlamış, hayvanı çekip köy meydanına getiriyor. Bütün köylünün gözleri önünde tilkinin kıçına bir tekme vurur ve tilkiyi kapıp koyuverir. Uzun bir zaman geçer, tilki köye uğramaz. Köylü merak eder: “Bunun hikmeti nedir, öğrenelim? İki gün sonra köyün başına böyle bir olay gelirse biz de aynısını yapalım.” derler ve öğretmeni köy odasına çağırırlar: “Öğretmen efendi bunun hikmeti nedir? Bize de öğretir misin?” Öğretmen yanıtlar: “Kümese girdim, kravatımı tilkinin boynuna bağladım. 657’ye bağlı Devlet Memuru ettim. Bundan sonra hiçbir halt işleyemez.”
Az önce gravata kravat mı dediniz sayın okuyucu, hım ben yanlış duydum galiba! Türk Malı Abiye’yi seyrediyorum da!
Serdengeçti kelimenin her iki manasıyla "garip" bir adamdır. Hayatında bir kerecik olsun kravat takmamış, palto giymemiş, içki içmemiştir. Fakültede bir gün arkadaşları onu sıkıştırır. Aralarında kızlar da vardır. "Etme Osman. Ne olursan, bir kerecik olsun kravat tak. Bizim hatırımız için." Osman, "Şimdiye kadar ben neyi taktım ki kravatı takayım? Vazgeçin bu sevdadan." dediyse de kar etmez. "Takacaksın da takacaksın." Bakar ki olacak gibi değil, "Peki." der, söz verir. Yarın sabah fakülteye kravatlı gelecek. Fakültenin bir başından öbür başına bu haber yayılır, "Hani felsefede şu karışık saçlı Osman var ya? Kravat takacakmış." Sabah olur, arkadaşları Osman’ı beklemekte. Bir de bakarlar ki seninki yine kravatsız, başı açık, sinesi üryan çıkagelir. Arkadaşları, "Aşk olsun. Sen erkek adamsın, sözünün erisin. Hani kravat?" "Taktım canım, taktım. Bakın işte." Osman takmış, takmış ama neresine? Kravatı donuna bağlayıvermiş! Bir kahkahadır gider. Bunun üzerine arkadaşı Arif Emre, Osman Yüksel için bir şiir yazar, "Palto giymez, şunu yapmaz, bunu yapmaz." dedikten sonra sözü kravata getirerek şiirini şu iki mısra ile bitirir,
"Kravat takmaz desem, istisnalıdır
Ya kuşak yapmıştır ondan, ya donuna bağlıdır." Tişörtün üstüne kravat takıp fotoğraf çekeni mi dersiniz, ceketin üzerine kravatı salanı mı dersiniz, kravatı yakaların üzerine koyanı mı dersiniz, kravatı donuna bağlayanı mı dersiniz, kravat olmazsa olmaz diyeni mi dersiniz, kravatı takmam da takmam diyeni mi dersiniz bilmem. Lakin söze engel olmamalı kravat, fikre çelme takmamalıdır. Bunu bilir ve söylerim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.