Kılıcı Paslanmamış İmparator
Kazanlar kaynamaya başlamıştı cennetmekan yurdunda.Söğüt’e giden çitlerin boyu kısaltılmış,raftaki mecelle silüetinin esamesi rahatsızlık belirtisidir diye gözden uzaklaştırılmıştı.Yakınlık nereye saklanmıştı?Yakınlık, siparişli cila kostümlü haset aynalarının bedenine denk gelebilecek miydi?Masadak fiillerde kadük yansımanın tebellür etmesi,gündemin şarampole yuvarlanmış kutup yıldızına neler anlatabilirdi..!Heyhat..
Ağzı bağlanmış güneş günlerinin sadeliğini koruyan ışıltısı,taşınmış raftaki mecelleyi konuşturabilecek miydi?Şırıltısının zebercet kaselere konularak servis yapıldığı heyula lezzet,beyin şehvetinin akametinin kömüre inkılap olmasını kaçınılmaz kılmıştı adeta..Leblerin hasret duyduğu göz aşinalığı,şah damarına desen kazandırılmış ilham mozaiğine tevafuk edebilir miydi?Derkenar koridorda haklı olan parmakların asrın çileli sayfalarını seri halde çeviriyor olması,örümcekleri rahatsız etse de,puldan gönüllerin bamtelindeki hakkaniyetin ketum kalmamasına garantörlük sağlayabilirdi.Hey gidi akmasını bilen çeşme..bağrında yeşerttiğin çınarları ritmik nefesinle sayabilmen seni mi rahatsız edecek sanki?!..
Atlılar yine dönecek ve geçecek yollarından,bunu unutma..!Bu kutlu istasyonda gözü yaşlı zamanı mendiliyle silmesini bilenler,şadırvan olmuş akmışlardı.Tarihin belkemiği mesabesinde olan iç dirençleriyle, üzüm salkımlarına cennete giden yolları şifrelemişlerdi.Sefer dönüşlerinde halkın bel kıran şatafatından uzak durmayı tercih edip izbe odada geceyi yudumlamayı istemek,kimin hür duygusunun esareti olabilirdi başka?Haremeyn’in hâdimi olma bahtiyarlığı sonsuz tebessümün goncası ise,kulağa küpe olan hakiki kölelik mührü hırsızlığa mal olmayan mürekkebin akıbeti olamaz mıydı..!
“Battı diyorlar, ama bir gün yine doğacak,
Er-geç ışık gelip karanlıkları boğacak..
Saracak nûr üstüne nûr arzı dörtbir yandan,
Kurtulacak insanlık şu binbir hafakandan;
Göz yaşından rahmet bulutları çelik-çavak,
Her yana inci inci damlalar yağdıracak.”
Baharın isabetli nabzında hep aydınlık titreşimleri mayalanacak ve tekamülün dibacesi, kalemden uzak bir medeniyet parkesi inşa etmeyecek.Bir önceki asır,bir sonraki asırdan her zaman için (nass yörüngeli) hayırlı olsa da,sonra gelmenin hakkı verilecek ve saate talak verilmeyecek.İnsanlığın inci gözyaşlarını akıtacağı an,nurun yeryüzüyle izdivaç eylediği an olacak ve seyyâlesi dile pelesenk olmayacak.Selsebil’i hatırlamamak mümkün mü ey tufeyli..!
“Bütün ölüler dirilip çıkacak mezardan,
Ellerinde bir demet gül bu yeni bahardan..
Sonra bir bir ölüm çukurlarını geçecek,
Varıp Hızır’la o sırlı halvete erecek;
Dudaklarında pırıl pırıl kâseler nurdan,
İçecekler "âb-ı hayat" fışkıran pınardan.”
Lal olmuş mecelle’nin kalemi tekrar yola çıkacak ve nur,istikbal kokan şanlı yürüyüşüne devam edecek.”Allah,kime hayır dilemişse,onu dinde fakih kılar.” hakikatinin şerhe matuf kapalı pencereleri yed-i beyza gönüller tarafından açılacak ve yeryüzü,gerçek mirasçılarını bulmuş olacak.Amansız gibi görünen yolların ilahi destekçisi Hızır,nurdan anahtarlarıyla tarifin sınırına esrar katacak ve insan dimağını tarif muştusuyla baş başa bırakacaktır.Nefsiyle yaka paça olmuş ve ileride saf bağlamış bir neferin,başa baş nuraniyet ortamıyla ünsiyet kurabilmesi müjdeden başka bir şey olamaz diye düşünmekteyiz.
“Îmânı, aşkı, ümidiyle tam şahlanarak,
Ve bendine sığmayan sel gibi çağlayarak,
Bir yep yeni dirilişe doğru bütün millet..
Dillerde kudsî türkü "Devlet-i ebed müddet"
Kasvet dolu son bir devreyi daha aşacak
Ruhların beklediği zirveye ulaşacak...”
Zirve, her zaman zirveyi zorlayan insanlar tarafından temsil edildiği için bu adı almıştır.Kasvet dolu devreler insan(lık)ın bir göç merdiveni sayılsa,her basamağında kendisinin bir kalıntısı var demektir.Her bir basamak onun için hayatının bütününe denk gibidir,fakat,hayatın ideal kesbeden bölümü hafakan meteorlarını eritmekle mümkündür.Beklenenler,bekleyenler tarafından bu hasletle anılmışlardır.
“Hiç durma yürü gönlünde nûr, dilde hikmet
Yolun sonuna az kaldı; hele biraz gayret!.
Kıvran daha bir süre düşünce azâbıyla!
Ve rûhunda duyduklarının ızdırâbıyla,
Yüksel Sonsuz’a doğru ve milleti de yükselt!
Yükselt ki, biraz ilerde tarih-i şehâmet...”
Bu necip millet “Nasılsanız,öyle idare edilirsiniz!” hikmete aşina tokadını kesretle yedi ve yemeye de devam etmekte..altın dimağın peteklerinde kalpten süzülen ibrişimlerin de müktesebatının yakalanması,arzulanan neslin yağmur yüklü bulutlar tarafından hoşamedisinin bestelenmesi demek olacaktır.Kullanılan vasıflara israf boyasının bulaşmayacak olması bir hüccet,kırılmayan ümitlerdeki dua şemsiyesi ise kendi gökkubemizin ayrılmaz misafiri sayılacaktır.Asıl kahramanlık içten ve esrar aleminden gelen olanıdır ki,bilinmeyeni bulma cehdinin bilmecesidir.En iyi bilenler,bilememesini ilim adına bilmemekle taclandıranlardır!Bizim bildiğimiz ise(Rabbimizin izniyle) ümidimizdeki sönmeyen ve söndürülemeyecek olan mecelle meşalesidir.
Kırılan kalpleri gözyaşları deruhte eylemiştir,tarihin ameliyatsız kamburunda ihtiyar bir zaman dilimi temaşa edilse de,inananlar hep kazançlı çıkmıştır..ve çıkacaktır!
Paslanmamış kalpten paslı gözyaşları asla süzülemez.Ümit helecanı debisini hep bu zeminde gözyaşlarıyla kurbiyet kurarak ayarlamıştır.İstikametin hüviyeti bu olsa gerek..
Gürsel ÇOPUR