ERZURUM -3
Akşam akşam kim oynattı ise cinlerimi, içimi bir Erzurum havası kapladı.
Bu öyle bir hava ki, en güzel zamanlarımın nadide sayfalarını doldurduğum mekânları ve insanlarıyla beni bazen ağlatıyor, bazen güldürüyor bazen de özlemin en kallavi halleriyle içimi müthiş derecede acıtıyor.
Taşrada eğitim görmenin zorlukları kolaylıklarından fazla. Hele İki caddeye sıkışmış bir şehirde yaşıyorsanız ve şehrin gözleri murakabe endamıyla geziniyorsa üzerinizde, kendinizi daha dikkatli olmaya davet ediyorsunuz daima.
Ana caddede yaptığınız hareketler bir çay ocağında size sorulabilr, en azından "yakışmadı" denilebilir veya yanınızdaki kız arkadaşınızla alakalı sorular sorulabilir, olmadı "az bi dakka gominissen her hal he mi" denilebilir endişesiyle şehrin ortamına, havasına uymak zorundasınız.
En azından kendinizi zorunda hissediyorsunuz. Ben hissettim. Gerçi Paris’te veya New York ’da yetişmediğimden daha kolay adapte oldum hem soğuğuna, hem insanlarının sıcaklığına. Hatta delilerine ve kendini evliya sanan velilerine.
Bir zaman sonra kendimi iyice şehrin kokusuyla haşır neşir olmuş,havasına alışmış, alışkanlıklarıyla bütünleşmiş,küfürlerini ezberlemiş, delileri tarafından sevilmiş,esnafınca güvenilmiş, evde kalmış kızlarınca mimlenmiş,seyyar satıcılarıyla arkadaş olmuş,keçi kılından papağ’ını başına koymuş,lavaşının,kadayıf dolamsının,Hacı Baba dönerinin tadına müptela olmuş...
Emin olun ağzım sulandı.
Ve dahi her babdan kültürüne gömülmüş buldum.
Şehrin göbeği denilen yerde, dadaş sinemasının karşısındaki Kızılay Öğrenci Yurdu’nda kaldım çok zaman. Bir gün yurttan İlahiyyat ikinci sınıf öğrencisi bir hemşehrimle çıkıp Kitap Sarayının karşısındaki durakta otobüs beklerken iki asker görünce cumartesi olması sebebiyle çarşı izni kullandıklarını anladım. Biz kampüs’e futbol maçı yapmaya gidiyorduk. Arkadaşıma " Hocam sen benim keramet sahibi olduğumu bilirsin değil mi ?" diye sorunca bana en içten " Hasss...." çekti.
O’na kerametimi gösterebilmek için askerleri gösterdim. "Bak hocam bu askerlerin ne aradığı bana bildirildi" dedim. Bir içten "hasss..." daha gelince kolundan tutup askerlerin yanına götürdüm. İki asker yoldan gelip geçene bir şey sormak için bir hamle yapıyor fakat tereddüt edip vazgeçiyordu. Bir iki derken muhtemelen nereyi soracakları konusunda bir fikre sahip oldum. Zira Erzurum’da yoldan geçene sorulabilecek en hatırlı soru "Ağabey cami nerde?" sorusudur ve bu soruyu soran hele bir asker ise vatandaş tarafından memnuniyetle ve ta caminin şadırvanına kadar refakat edilerek cevaba mazhar olur.
Askerlerin yanına gittim ve " Asker ağa siz kerhaneyi mi arıyosunuz ?" diye sordum. Askerlerin gözündeki yağ tabakasının bir anda parladığını görünce ""haklıymışım" dedim içimden.
Hoca arkadaş kerametimden pek memnun olmadı ama askerlerin arkalarından baktığımda parkalarının uçuştuğunu görünce arkadaşa "Hocam hayır hayırdır" diyerek giden iki Mehmetçiği gösterdim.
Bir Cuma günü Erzurum’lu arkadaşlarımdan birisi "gel seni bizim hocaefendinin camisine götürim de söhbet dinle " deyince kıramadım.
Eski bir caminin üst katına çıktık, ayakabılarımızı görebileceğimiz bir yere koyduktan sonra kürsüde vaaz eden hocaya kulak verdik. Hoca Şeytan, Ebu Cehil ve Cibril’den bahsediyordu.
" Bir adam kartol tarlasinda oturir yorulmiş, tam karşisina da şeytan gelir, insan süfetinde, adama bahir, adam da şeytaba bahir. Ama adam meger evlüya feget heberi yok evlüya olduğindan. Ama adam ele bahir ..ele imanli bahir ki..Kavat Şeytan da adama seslenir -Ola gardiş neydisennn? Adam ses veriri -Neydim dir, ele yorgun düşmişam az bi dakka nefes alim. Kavat Şeytan durmir - Gözün yağin yiyem hele bırak da benilen gel. fakat adam gelp göziynen görirki ahan da bu kavat Şeytannn..Diyir senin ejdadan, kavatin oğli de s..r get" Şeytan da diyir ola bu demak ki veli ve kaybolir ortalıktan" ..
Bu mevzu bittikten sonra açtı ebu cehil dosyasını, aman bir koyveridi Ebu’ya.
O Ebu Cehil hayin puştun teki, Mekkede kavatlik yapir gelen zengin tüccarlara..Diyirler ola Ebu Cehil gel iman et..etmir kavat. Senin suratan sıçim cehennemde görürsen ezenin..töğbestöğfirüllah neydir zabaniler.
Sonra daha güncelleşiyor sohbet. Başlıyor " Gardaş Erzürümsipörümüzün pazar güni Malatya ile maçi var, ellem kullem yoğ gelecağsiz. Hem gelecağsiz hem de bağiracağsiz.
Sonra biz de gülmekten bozulan abdestlerimizi yeniden ikmal etmek için çıktık camiden.
İnsan neler görüyor çevresine kayıtsız kalmazsa, ne dertler, ne acılar, sevinçler, çeşit çeşit insan, enteresan ilişkiler ve davranışlar süslüyor hayatını, farkedebilirse tabii ki.
Bir sürü mürşid-i kâmille tanıştım. Birçoğu sadece bu manevi âlemin Kamillik kısmına kadar seyr-i sülük edebilmiş, orada stop edip kalmışlardı. Bazıları da durumlarının farkında olmadan ama ortamdan memnun bir şekilde hayatlarına devam ediyorlardı.
Bir büyük âlimi ziyarete gittiğimde bu vaziyeti daha iyi anladım. Erzurumlu derviş arkadaşım çay ocaklarında kerametleri sık sık anlatılan yaşlı bir evliyayı ziyaret etmek isteyip istemediğimi sorunca " ben de bazı kerametler gösteren küçük bir evliyayım ve severim eski evliyaları" diyerek davetine icabet etmeye karar verdim.
Ertesi gün ben ve öğrenci iki arkadaşımla evliaya hazretlerinin mekânına gittik. Evliya hazretleri "Nüzul " geçirdiğinden battaniyeye sarılmış, sadece sağ eli açıkta kalacak şekilde köşeye yaslatılmış, iki yanına da minderlerle destek yapılmış vaziyette, yorgun ve bezgin gözlerle etrafı ağır ağır süzüyordu.
Yanında duran Evliya Yardımcısına arkadaşımız " hacim bu gardaşlar üniversiteden gelirler, efendi hezretlerini çoğğ görmek arzu ettiler, müsede varsa bi elini öpeler" deyince, yardımcı veya nöbetçi evliya bize doğru kaşlarını çatarak baktı, bir müddet durduktan sonra " adalli olsunlar, efendi hezretlerini daraltmayalar" dedi.
Durum bize anlatılınca gayet nazik ve usulca sıraya girip evliyanın elini sıra ile öpmeye başladık.
Kim olduğumuz veli hazretlerine söylendiğinden bize daima "kavga mavga etmen ağilli olun" demeye gelen veciz sözler sarfediyordu.
Yanına vardığımda müthiş bir çiş kokusu şaplak gibi vurdu burnuma. İçime işleyen çiş kokusunun evliya hazretlerinden geldiğini düşününce elini öpmek pek benim gibi ehl-i tarik olmayan bir günahkâr için münasip olmayabilir diye düşündüm. Fakat kalabalığın çatık kaşlarla bizi kolladığını görünce vazgeçtim, elini öptüm ve kulağına "Hocam nasılsınız ?" dedim. O da benim kulağıma " Eyiyem, sağolasan " dedi.
Tekrar ayaktaki konumumuza dönünce, yardımcı bana " Ne dedi sene efendi hezretleri?" diye sordu.
Ben de tutamadım kendimi " Müberek, de hele beni bi çimeler" dedi diye salladım.
İyi ki sallamışım. Veli hazreterini aldılar, yarım saat sonra çehresi daha güzel, rahatlamış, mis kokulu bir adam getirdiler.
Sanki o yaşlı sıkıntılı adam gitmiş, yerine yeni bir evliya atanmıştı.
Tekrar aynı yerine yerlerştirince bir dakika içerisinde uyudu.
İşte bu da benim naçizane kerametim olarak tarihin sayfalarına uçtu kondu.
Kerametler görmedim değil onu da belirteyim. Gözlerimle gördüm, şahit oldum ve anlattım arkadaşlarıma, sesimi ulaştırabildiğim her yere.
Fukara öğrencilerle ekmeğini bölüşen evliyalar gördüm, iki çift çorabından bir çiftini fakirlere veren yoksul ama yüreği kapitalistler gördüm, bulduğu altın kolyeyi sahibine teslim eden garibanlar gördüm, sofrasındaki bir tas çorba ve kuru bir ekmek için Allah’a ağlayarak şükredenler gördüm, ayağında yırtık ayakkabısıyla kış’ın en soğuk günlerinde okuyan oğluna ayakkabı alabildiği için "Rebbime sonsuz şükür edirem" diyen babalar gördüm, parası olmadığı için yeni doğmuş bebeğine bir fotoğraf çektiremeyen babanın "gardaş sende fotraf makinesi var hemi, benim bi bebe oldi bi fotraf şeyetsen" dediğnde koşarak gittiğim evinde yıllardır damaklarımda taşıdığım tatda bir tas ayran çorbası verenler gördüm, açlıktan ağlayanlar gördüm, açlığa ağlayanlar gördüm...
Hakikat penceresinden bakıldığında bir güneş gibi parlayan, yüreklerimizi ısıtan evliyaları gördüm.
Erzurum’da.
YORUMLAR
Erolum dün kendi yazımın teleşındaydım.. Yazını geç okudum diye kusura bakmadın demi..? Sen ne güzel adamsın öyle..
Gülerken ağlatıyor, ağlarken birden güldürüyorsun ...Öptüm gözlerinden senin...
"Yardımcı Evliya" " Nöbetci Evliya" " Atanmış Evliya" Ömürsün Ömürrrr...
erolabi
Sayende eski anılarımızı tazeleyip,kendimizi biraz gençleşmiş ghissediyoruz.
Sizin ekibin hayatı dolu dolu yaşayan anlayışına bayılıyorum.
Selam ve saygılarımla..
askerlik hayatımın 4 yılı orada geçti.....ikinci şark hizmetim olarak...çok sevdim çok sevdiler....bir gün biebir karşılaşırsak ben inanıyorumki...çok güzel sohbetler edeceğiz....nasip....lavaşıda dadaşıda çok yeğindir gardaşım saygılar
erolabi
Delisinden Velisine kadar her tür insanıyla sohbet ettim,dertleştim.
Fil Köprüsünde su ,Şebo'nun çay ocağında çay içtim.
Cemal Gürsel stadyumunda hakeme sövdüm, üç temmuz stadında bana sövdüler kaçırdığım gol için seyredenler.
Sumişka doldurup dolandım Cumhuriyet caddesinde...
Bahtiyarda okeyin mevlanasıydım...
Muratpaşa camiinde secdeye vardım.
Vesselam ömrümün en güzel yılları Erzurum...
Aklım Palandökende asılı kaldı...
Gözlerim Aziziye tabyalarında...
Selam ve sevgilerimle muhterem ağabey..
83-84 'TE ASKERLİĞİMİ YAPTIĞIM ERZURUM'U, HER YÖNÜYLE BEN DE ÇOK SEVMİŞTİM. ÖZELLİKLE İNSANLARININ ÇOĞUNLUĞU GERÇEKTEN HARİKA..
erolabi
İnsanlarımız iyidir. haklısınız.
teşekkür eder saygılar sunarım.
erolabi
Değerli Lal-ı Sevda.
Ben Rize'liyim :))
Erzurumda üniversite tahsilimi tamamladım.
Fakat Erzurum bende derin ve ılıman izler bıraktı.
Saygılarımla..