BAŞBAKANA SİTEM
Ne yapmalı?
Öncelikle millet kırılmadan refah tabana yayılmalı.
İhtilalın kölelik yasaları kaldırılmalı,
Gerekirse seçim ve geçim yatırımları yapılmalı.
Yalancı rakamlar insanı insanlıktan çıkarıyor. Nakit paraya ihtiyacı var insanın nakit para sağlanmalı.
Halk her şeyi ezip geçen güç olmaya başladı, bu durum iyi görülmeli. İşte ABD ve Avrupa’daki isyanlar.
Sosyal patlamalar; kömür dağıtılarak ve yeşil kartla çözülemez. Balık tutma imkânı sağlanmalı.
Suçlusu sizsiniz demiyorum ama koltukta siz varsınız ve sorunları da siz çözmelisiniz.
Terörü, fakirliği, işsizliği ve adaletsizliği çözmeden ”başarılıyım” diyebilir mi hiç bir hükümet?
Türkiye gelişiyor elbette, lafımız buna değil.
Adalet, güvenlik, refah gibi üç sacayağı olmalı sıhhatli toplumun. Hangisi Avrupa ayarında?
Sosyal paylaşım adil mi?
Çalışma yasaları Avrupa düzeyinde mi?
Ülkesini seven sıradan bir Türk vatandaşıydı. Yıllarca hiç ara vermeden çalışmış, çabalamış ama kıt kanaat hayatını idameden başka bir başarı ya da birikimi olmamıştı. Sigorta primlerini bile yatıramamıştı ki bir açığı kapatır, bu zor günleri atlatırım diye. O vakitte çalışmamış görünüyor ve emekli aylığına hiçbir zaman kavuşamıyordu.
Doğru dürüst iş yapmayan küçük bir dükkânı vardı. Dürüst çalışıyor ama işleri rast gitmiyordu.
Ne bilecekti zor günlerin hiç gitmeyeceğini.
Ülkesinin yöneticileri basiretsiz çıkmıştı. Her gelen iktidar kazığı daha ileri sokmuştu. Asgari ücretler açlık sınırının altına inmişti. Ve ülkenin dörtte biri işsizdi.
Sıkı para politikaları, partizanlıklar, hırsızlıklar ve daha yüzlerce hata ile suiistimaller birleşip her Türk vatandaşı gibi onu da vuruyordu. Her ayı başka bir cambazlıkla tamamlıyordu. Hiçbir şeyi layığı ile yapamamanın ezikliğini yüreğimde hissediyordu.
Araba ve ev anahtarı vadeden siyasetçilere evinin anahtarını da kaptırmıştı. Kötü yönetimler; Mutluluğunu, umutlarını, emeklerini ve gençliğini çalmıştı. Halen daha da çalmaktaydılar.
Cuma namazından çıkmıştı. Dükkânında Irak’ın ABD tarafından işgalini televizyondan izliyordu.
- “ Deccal Amerika, Yalanlarla istila ettin. Güya demokrasi getireceksin. Nereye götürdün ki! Sen ancak kan, zülüm ve sömürü götürürsün. Melek maskesinin altındaki şeytan yüzünü herkes gördü artık.
Silah satmak için; ayrılık, kin tohumu ekip iç savaş çıkarırsın. Bağımsızlık der bütünü lokma yaparsın. Sen niye eyaletleri ayırmıyorsun?
Halkın gibi sen de obez’sin. İnsanlara çip takma ve dünya hakimiyeti ile ilgili gizli planlarını biliyoruz.
En mutlu günüm; parçalanıp, yaptıklarınızın başınıza geldiği gün olacaktır. Dilerim bütün zalim ve sömürgeci ülkeler tarihten silinir” Diye ekrandan ABD’ye mesaj ve küfürler gönderiyordu.
Televizyonda, Cami ve Türbelere yapılan saldırı ile tacizleri gördükçe hiddetinden rengi kararıyor, kalbi sıkışıyordu. En zoruna gideni de Iraklı bacılarının dolar karşılığı ABD askerleri ile yatma pazarlığı görüntüleriydi. “Ah gizli güçlerim olsa da şu an orada canlı bomba olarak patlasam” diye, bütün samimiyeti ile içinden geçiriyordu.
Demek ki canlı bombalar böyle umutsuzluklar içinden bir gül gibi bitiyordu.
Bir süre sonra kendi acı gerçeklerine döndü. Yapmak istemiyordu ama bütçesi kaldırmıyordu artık. Cambazlık da yetmiyordu geçinebilmesine. Peş peşe ekranda açıklanan zam haberleri, derin düşünce ve kararsızlığına son verdi.
Üzüle üzüle eli telefona gitti. Yine düşündü. Elini geri çekti. İntihara teşebbüs edip de beceremeyen insan gibiydi. Nihayetlerden sonra ahizeyi kaldırıp ezberden bir numara çevirdi.
- Muratçığım, akşam gel elektriği dümenle. Evi de dümenleyeceksin bu gün.
Hoca Efendinin Cuma Namazında verdiği vaaz aklına geldi. Belki de eşeğin aklına samanı o vaaz düşürmüştü:
- Ne şekil ve sebep de olursa olsun, çalmak haramdır. Vergi kaçırmayın, Elektrik ve suyu çalmayın. Saatlere ve tartılara hile yapmayın. Düzgün ölçüm yapın ve yaptırın.
Ülke ekonomisi darda. Meslek ve işlerinizde harama yönelmeyin. Çalmayın, çalmayın, çalmayın.
Diyordu Hoca Efendi.
Haksızlığa köpüren yapısı ile birden celallendi:
- “Üç asgari ücretli maaşı alırsın. Lojmanda oturursun, kira, elektrik, su, yakıt ödemezsin. Cami ve kiliseler de öyle. Devlet kadın satsın, beni s….n ödesin paraları senin için fark eder mi?
Tuzunuz kuru. Zekât, fitre, sadaka veremiyorum.
Bütün vergilerim cezalı hatta haciz aşamasında.
Hiç kurban kesemedim. Eve et kurbandan kurbana girer. Şimdilerde o da kemik geliyor.
Hiçbir zaman doğru dürüst giymedik, yemedik, gezmedik.
İlaç param yok diye antibiyotik alamadım ve şişen bademciklerde suyu zor yutuyorum.
Çalmasam suyum da elektriğim de kesilecek. Eski makbuzlar dururken yeni zamlar geldi. Yıkanamayacak, su içemeyecek, karanlıkta kalacağız.
Geridekiler dert olmasa hapis bu hayattan iyi.
Para mı basacağım, gasp mı yapacağım, cinayet mi işleyeceğim çalmayıp da?
Açım aç. Açın onuru da namusu da olmaz. Sizin Allah’ınız yok mu? Adamı dinden imandan etmeyin. İnsan olun da vatandaşı çalmaya mecbur etmeyin.”
Kafasındaki isyan kanı dağılınca Rabbi’ne el kaldırdı:
- Affet Allah’ım. Şikâyetim sana, isyanım düzenedir. Kötü doğmadım sonradan oldum. Bir şeyleri yapıyorsam ağır tahrik değil hayati mecburiyet var Allah’ım.
Yahudi’den mi, Japon’dan mı, Cani’den mi, Alman’dan mı, kimden daha az çalıştım? Kimde emeklerim?
Suçum Anadolu da doğup, Türk olmak mı?”
Artık yapılacak bir şey yoktu. Ya devlet kendine gelecek ya toplum bozulmaya ve isyana yönelecekti. Siftahsız geçen günde tek karı akşam kaçağa bağlattığı elektrik ve suları olmuştu.
Ama o, kaçaktaki enerjileri bile parasını ödüyor gibi kısıtlı kullanıyordu.
Çünkü o namuslu bir hırsızdı. İnsanlar avlanırken bile katliam yapıyordu, oysa hayvanlar tok olunca avlanmıyordu. İnsan tok da olsa çalabilirdi.
O tür insanlar geldi aklına ve ürperdi “Devletim beni sömürmesin, sömürtmesin ve doyursun; gene çalarsam İdam etsin” dedi içinden.
Aspiratör, ütü, elektrikli ısıtıcı ve tost makinesi gibi zaruri olmayan aletleri kullanmıyordu. Televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi ve sarfiyatsız lambaları kullanıyordu.
İçine haram giren ürünlerle nasılda huzurlu oruç tutacak, çalıntı suyla abdest alıp namaz kılacaktı nasıl?
Yıllarca devletten bir şey almamış hep vermişti.
Ya dükkân da kapanırsa kırk yaşından sonra nasıl iş bulacaktı bu ülkede?
Zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in önüne yazarkasasını fırlatan esnaf gibi ses getiren bir eylem ya da daha fazlasını yapacaktı her halde.
Umudun bittiği yere gelmemek için dua ediyordu ama her şey içini acıtıyordu. Sorunlarına bulduğu çözümler onu mutlu etmiyordu. O artık refah ve huzur istiyordu.
Doğru dürüst uyumuyordu. Seksi ve aile içi saadeti de gerilerde bırakmıştı. Uyusa da fukaranın rüyası da fakir oluyordu.
Her gün bir soru sorma hakkı olsa başbakana “ Aç insan özgür ve mutlu olabilir mi ve mezarda mı rahat yüzü göreceğiz?” diye sormak isterdi her gün.
Bir soru da ben soruyorum Şu anki Başbakan’a:
Sayın Başbakanım; Emekçi ve halk aç ve perişan yatarken ve yaşarken, Siz bu durumu değiştirmek için daha ne kadar sene koltuğu işgal edeceksiniz? Ve neden hiç kimse başaramıyor diye araştırdınız mı?
BİNLERCE YILIN FAKİRLİĞİ SİZİNLE DE Mİ BİTMEYECEK?
Biter İnşallah. Sıkıntıda ama halen ümitliyiz.
SAYGILAR.
YORUMLAR
Tebrik ederim ikinizi de , yazacak çok şey var da...
benim bir amcam var,birazdan az biraz fazla saf..
Gençliğinde İstanbula kaçmayı planlamış ..
Fakat üvey annesinden de çok korkuyormuş..
Arkadaşları "Ne oldu hani kaçıyodun İstanbula ?" diye sordujklarında.
"Yaa..kaçacağum da analuğum birakmayi" dedi.
Ben de şimdi öyle..
Diyecem de korku bırakmıyo...
Selam ve saygı ile..
Ben de diyorum ki bu yazıyı bir yerlerden hatırlıyorum. Engin Beyin olduğuna da eminim. Allah Allah dedim o da mı iki nivk kullanmaya başladı:) Neyseki gerçeği öğrendik yorumunuzla. Evet hepsi yerli yerinde ve haklı sorular.Ben de şunu eklemek istiyorum. ABD ve Avrupadaki isyanlardan bahsetmiş sonra da izim ülkemizdeki standartların Avrupa düzeyinde olmayışından yakınmışsınız. Demek ki yüksek standartlarda bile kaos çıkabiliyormuş. Çünkü insanoğlunun duygularının bir "nirvana"sı yoktur. İsteklerimizin sonu gelmez. Bu açıdan devleti elinde bulunduranlarla beraber kendimizi de yargılamalıyız bence. Bu bana necilik bizde olduğu sürece, başımıza daha çok şeyler gelmesi muhtemel...
Toplumun sesini yansıtmışsınız bu ortak çalışmanızda. Eleştirileriniz de gayet düzeyli. Hakaret etmemiş, aksine yapıcı cümleler kurmuşsunuz. Tebrik ediyorum sizi.
İnşallah bu "hasta adam" psikolojimizden bir an evvel kurtuluruz. Biz iyileştik ve gittikçe daha kudretli bir hal alacağız.
Sevgilerimle.
Bu arada Engin Beyi de tekrardan kurtarmak lazım....
Sadece hikayesi benden sevgili edebiyat aşığı.
Sosyal sorunlara bakış açımızın aynı olması dolasıyla mutlu etti beni.
Ortak çalışmaya fazla sıcak bakmam ama sosyal bir sorun olduğu için kabul ettim. Bu gibi konularda birlikten güç doğar.
Hükumeti ve hükumetleri sorgulayan yazınız çok güzeldi.
Tebrik ederim. Sorular da yerli yerinde sorulmuş.
Selamlar.
Engin Tatlıtürk tarafından 12/20/2010 12:18:53 PM zamanında düzenlenmiştir.