senin adını konuşan diller lal olsun
Yoldaşım oldu Fuzuli.
Seni aradım
Leyla ile Mecnun’un tozlu sayfalarında.
Sen Sina Çölü’nde Mecnun’u arayan Leyla’nın gözlerinde saklıydın.
Kerem’in ateşiyle yanan Aslı’nın saçlarında,
Ferhat’ın aşkıyla kavrulan Şirin’in susuzluktan çatlayan dudaklarındaydın.
Hallac’ı Mansur’un Fırat’a saçılan külleriydin sen...
Mesneviler, methiyeler, kasideler yazılmıştı güzelliğine… Dede efendiler, Itriler adına inciler dizmişti . Arifler diline dolamıştı güzelliğini, âşıkların dertli sazındaydın, ney sesiyle dans eden semazenlerin ruhuydun sen…
Kaya parçaları arasında yetişen, aşk pazarında nazlı bir çiçek... Ne yağmurların ne de okyanusların söndürmeye gücü yeten, yanmış, kor olmuş, küllenmiş bir yürekte açan nadide bir gülsün. Sen bilinmeyen sır, yazılmayan şarkı, okunmayan şiir... Hayatken memat, kaderken kedere eşsin. Sen ki nazeninsin, nazlısın, nadidesin!
Gecenin koyu karanlığına güzellik katan nazlı bir mum ışığı gibisin sen. Bir ananın gönülleri ısıtan sıcak şefkati, bir bebeğin tatlı tebessümü, karşılıksız sevda çekenlerin, hüzün dolu, hicran kokan gözyaşlarındasın. Sen nedensizce, "için" ’sizce sevilen, bir ömür boyunca beklenensin. Seni görünce dağlar önünde eğilir, rüzgâr seni selamlar, nehirler sana koşar. Sen latif, sen müstesna, sen güzelsin!
Bir ayna misali Yusuf’un nurlu yüzünün suya yansıyan görüntüsü Züleyha’nın tenindeki amber kokususun sen… Rüyalarda görülen cennetten bir huri, hayalleri süsleyen bir meleksin. Seni görünce yürekler coşar, seni duyunca yürekler kuş olur uçar. Sen ki cansın, canansın, sevdasın… Özlenen, sevilen… Her şeyde her yerde sen varsın.
Dünyanın yedi harikası varmış gelsin de dünya harika görsün. Senin nur yüzünü gören gözler kör, senin adını konuşan diller lal olsun.