- 1635 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GÖNDERİLEMEYEN MEKTUPLAR-1
Gönderilmemiş değil, gönderilemeyen mektuplardı benim yazdıklarım. Oysa ne çok isterdim yargısız postaların, sevinç çığlıklarıyla karşılanılanı olmayı. Sorgusuz paylaşımların efendisi ilan etmeyi, vurgun yemiş kelimelerimi.
Ömrümün martılarını yazmıştım bir şiirimde. Bilmiyorsun ki tek tek vurdum bir sabah ezanında hepsini ve öğle salasıyla defnedildi, isyan makamında, cenazeleri. Kaç kurşun sıktım yalan olan hayallerimize, kaç ahım yükseldi gökyüzüne, sessizliğin köşebaşlarında, bilsen şaşarsın.
Bir çoban ateşinin etrafında danseden ve senin dilinden düşüremediğin ateş böceklerini izliyorum bu gece. İçli bir ezgiye eşlik ederken kanat sesleri, içimin boşluğunu dolduruyorum sessizce, canım yanıyor. Adın geliyor dilime, nefesim kanıyor. Dalgaların dumanı kaçıyor gözlerime, ağlıyorum sanıyorum, düğüm düğüm oluyor kirpiklerim, bir sus gelip yerleşiyor hançereme, hıçkırıyorum.
Kulaklarımda hiç dinmeyen bir uğultu, potin sesleri karışıyor havadaki buz zerreciklerine, yüreğimde ayaz geceler konaklıyor yine. Kaç çentik attım geçmişimin ziyan defterine ve kaç ucu yanık sayfayı çevirdim nasır tutmuş ellerimle, hatırlamıyorum. Yolcusuz durakların, kaç otobüs dolusu cümlesiydin acaba? Kaç mehtabın katline ferman olmuştu düşüncelerin? Kaç ihaneti takıp da koluna, kaç mahkeme kurmuştun gözlerinin yosun tutmuş bakışlarına?
Ansızın, imlası bozuk tebessümleri karşılayan şafakların, sahuru olmayan oruçlarında buluyorum kendimi. İftarı meçhul oldu ömrümün akşamlarının adı, sen bilemedin. Ne zaman bitti desem, yüzümü döndüğüm her yerden sen çıkıyordun karşıma. Kesif bir firarın ortasında kendimi kaybediyorum, tutmaya çalıştıkça gülüşlerinin ucuna, ellerim kayıyor, düşüyorum, üşüyorum.
Sıra sıra geçen anıların, merasim taburu ciddiyetinde kaybolan düşlerimi, bir bohçaya kapatıp, azık diye alıyorum yanıma, sana doğru yola çıkıyorum her akşam ezanında. Gece tarifelerine yazıyorum adının her harfini, aşk denilen mecazi anlamda. Hangi tırnak işaretine sakladın yaşanmışlıkları ve hangi parantezde kayboldu yaşanmamışlıklarımızın kederi, bilmiyorum.
Habire suçlu aranıyordun biliyorum. Nasıl da anlamazsın ey yâr, aşka ceza kesilmediğini, kesilemediğini. Yaprak mı dal içindi, dal mı ağaç? Oysa bilmiyorlardı ki hepsinin kökü toprak. Aç ve susuz ne kadar dayanabilirse insan, o kadar dayanabildim sensizliğe. Her şafakta kendimi vuruyordum, ölü martılar eşliğinde, gelmeyişine meydan okuyan o mağrur ifadeyle. Gittim dedin, gittin. Bana kendini bırakırken, bendeki beni alıp, boşalttın içimde ne varsa, sen olup çıktım, tepeden tırnağa. Kapı önüne koydum tüm sıradanlıkları, özelleşiverdi ayrılık denen fesat. Nasıl da kan kaybediyorum bilsen.
Şimdi güneşi karşılama zamanı, karanlıkları yararak. Perdeleri sıyırıp, açarken pencereleri, sen doğuyorsun gözlerime, kör oluyorum. Bir pervaza tutanayım diyorum, parmakların değiyor parmak uçlarıma, dağlandığımı hissediyorum, ağlıyorum. Serinleyeyim diye uzatıyorum başımı, saçlarımı okşuyorsun, papatyalar buluyorum kulak arkamda. Taş bir basamağa çöküyorum diz üstü, kalk, diye haykırıyorsun, yanıbaşımda.
Zalim! Ben sana ne yaptım da ne ölmeme izin veriyorsun, ne de yaşamama.
Eylül GÖKDEMİR/Asimaral… 20.12.2010
GÖNDERİLEMEYEN MEKTUPLAR-1 Yazısına Yorum Yap
"GÖNDERİLEMEYEN MEKTUPLAR-1" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.