- 720 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EN BÜYÜK ZENGİN SENSİN
EN BÜYÜK ZENGİN SENSİN
İnsanoğlunun bariz özellikleri vardır. Bu özelliklerinden başta geleni ve ayan-beyan çok açıkta olanı, “Dünya malına karşı olan sevgisidir.” Bu sevgi o kadar fazla ki, bitmek bilmez. Sonsuz bir sevdayla bağlanmıştır İnsanoğlu mala ve mülke. Bir dünya dolusu altın versen, ikincisini ister. İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Bu minvalde Sevgili Peygamber Efendimizin (sav) bir hadisi mevcuttur. O hadis mealen şöyledir: “Âdemoğlunun bir vadi dolusu atını olsaydı, iki vadi dolusu altını isterdi. İki vadi dolusu altını olsaydı muhakkak üçüncü bir vadi dolusu altın daha isterdi. Âdemoğlunun istekleri bitmez, onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhari, Müslim) Bu Hadis-i Şerif bize yeterli bir bilgi ve tefekkür ufku açmaktadır. Bunu aklımıza bir yazalım. Bu Hadis-i Şerif’ten esinlenerek başka bir kıssa anlatalım.
Esasında bir kıssa değil, bir temsil bu: Padişah bir gün vezirleriyle deniz kenarına gezmeye çıkmıştır. Bu sırada balık avlayan yaşlı bir adam görür ve adama şöyle seslenir: ’Baba çek oltanı, ne yakaladıysan sana onun ağırlığınca hazineden altın vereceğim. Yaşlı adam oltayı heyecanla çeker. O da ne! Oltanın ucunda küçük bir kemik parçası. Adam çok üzülür. Çıka çıka on-on beş gram ağırlığında bir küçük kemik parçası bu diye içinden söylenir. Ama mecburen talihine razı olur ve padişahın adamlarıyla birlikte hazineye giderler. Hazine görevlisi kemiği terazinin bir kefesine koyar ve diğer kefesine de en az on adet altın koyarlar. O da ne! Kemik altınlardan ağır gelir. Herkes şaşırmıştır buna. Görevli on adet altın daha atar ama kemik yine ağır gelir. On adet altın daha atar, ama kemik yine ağır gelir. Bu iş sürdükçe sürer ve bir türlü kemikten daha ağır gelecek şekilde altını denk getiremezler. Hatta hazinede altın kalmaz, yine de kemik parçası ağır gelir. Bu işe oradaki vezirler şaşırmıştır. Hikmetini anlayamazlar. Padişahın bilge vezirini çağırırlar ve durumu anlatırlar. Bilge Vezir kemiği eline alır biraz inceler ve der ki: ’Eğer Dünyadaki tüm padişahların hazinesini de koysanız, bu kemik yine onlardan ağır gelir. Çünkü bu kemik insanın göz çukurunun kemiğidir. Onu ancak bir avuç toprak doyurur” der. Yerden bir avuç toprak alır ve kemiğin bulunduğu kefenin karşısındaki kefeye koyar, kemiğin bulunduğu kefe birden havalanır. İşte bir avuç toprak dünyadaki tüm altınlardan daha ağır gelmiştir.
Bunu hepimiz yakınen biliriz. Çünkü insanız. Aynı duygu ve düşünceleri içimizde an be an yaşıyoruz. Arife tarif gerekmez. İnsana bu yönüyle tarif gerekmez, ancak nasihat gerekir. İnsanoğlu hırslıdır. Dünya malına ve makamına karşı çok hırslıdır. Halbuki bir düşünse en büyük zenginlik kendisinde saklıdır. İnsanın bizzat sahip olduğu değere güç yeter mi? Akıl dediğimiz nimet en büyük sermaye değil mi? Göz dediğimiz en büyük Nur ve en büyük aydınlık bir cevherdir ki, hangi elmas, hangi yakut onun yerini alabilir. Buna rağmen, Allah’ın bizlere verdiği göz nimetini, akıl nimetini unuturuz da, niye zengin olmadık, niye altınımız ve pusatımız yok diye hayıflanırız, üzülürüz. Yalnızca akıl ve göz mü bizim sahip olduğumuz nimetler. Kâlbimizin yerini ne alabilir ki? İçimizde bulunan organları saymıyorum. El, ayak, burun, kulak, kaş, kirpik, yüz, saç, güzellik ve daha bunlar gibi paha biçilmez ve emsali bulunmaz uzuvlara sahibiz. Tüm bunlara şükretmeliyiz. Bunları tefekkür etmeliyiz.
Allah’ın verdiği beden ve sağlık nimetinin şükrünü eda etmek için, “Elhamdülillah” demek ve tefekkür etmek zorundayız. Bu tefekkür de şöyle olur: İnsan kendisini her an zengin hissedecektir. İşte bu nedenle yazımın başlığını “En büyük zengin sensin” diye seçtim. Gerçekten bu söz mecazi yani manevi anlamda doğru olduğu gibi maddi anlamda da doğrudur. Yani manen zenginiz çünkü üzerimizde Allah’ın nimetleri var. Maddi olarak da bir kâlbe, bir göze, bir kulağa, bir buruna ve diğerlerine güç yeter mi? Hangi para bu uzuvların karşılığı olabilir ki? Böyle bir para yok dünyada ve olamaz da.
Bütün bunları yazdık da işin en önemli kısmını sona sakladık. Bir insan kendi zenginliğinin farkına nasıl varır? İman ile varır. Öyleyse, işin özü şudur; “bir insan sağlam bir iman taşıyorsa kâlbinde bu yeterlidir. Çünkü bu iman, insanı huzurlu ve mutlu edecektir. Huzurlu ve mutlu insan da ne sultanlık ister ne de saltanat ister. Zaten o en büyük zenginliği bulmuştur.”
Ahmet SANDAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.