- 2384 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Allah'ın Buyruklarında Önem ve Öncelik Sıralaması Yapmak
Allah, gerçek imanın şartlarını, dünya ve ahiretteki hayatımıza dair konuları, nasıl bir ahlaka sahip olmamız gerektiğini ve yaşamımız boyunca yol gösterecek her doğruyu bizlere Kuran’da detaylarıyla haber verir.
Ancak birçok insan dine inandığı halde, bazı Kur’an ayetlerini bilinçsizlik ya da kendi Kur’an dışı mantığı nedeniyle önemsemez. Oysa Kur’an hükümlerini bilerek göz ardı etmek, Allah Katında büyük bir sorumluluktur. Yüce Allah ayetlerinde, buyruklarından yüz çeviren kimseleri, sonsuz ahiret yaşamında karşılaşacakları azaba karşı uyarır.
Bu görüşteki kişiler, Allah’ın Kur’an’la haber verdiği hükümlerde önem ve öncelik sıralaması yaparlar. Dahası, bazı hükümleri yaşamlarından çıkarırlar. Kendilerince öncelikli ve önemli gördükleri buyruklara uymadıklarında, vicdani bir rahatsızlık duyabilirler. Ancak kendilerince önemli görmedikleri hükümleri yerine getirmediklerinde aynı rahatsızlığı duymazlar. Kuran’daki bir kısım hükmü, "yaparsam sevap kazanırım ama yapmazsam da bir şey olmaz" şeklinde değerlendirir, bir kısmını da, "Allah nasılsa bağışlar" düşüncesiyle rahatlıkla göz ardı ederler. Bu sapkın inanış, atadan/dededen aktarılarak günümüze kadar gelmiştir.
Oysa namaz, zekat, oruç gibi ibadetler nasıl Allah’ın kesin hükümleri ise, diğer emir ve yasaklar da aynı ölçüde uyulması gereken buyruklardır.
İslamın ve imanın şartları çocukluk döneminden başlayarak parmak hesabıyla yapıldığı içindir ki, insanlar sadece belli koşulları yerine getirerek dini yaşadıklarını zannederler. Oysa Allah’ın buyrukları arasında öncelik ve önem sıralaması yapılmamalıdır. Allah’ın "namaz kılın" buyruğu önemsendiği kadar, "adaleti ayakta tutun", "öfkenizi yutun", "zandan kaçının" ya da "iyiliği emredip kötülükten sakındırın" gibi yüzlerce buyruğu da göz ardı edilmemelidir.
İbadet, kulluk anlamındadır. İnanan insanların kulluk bilinciyle Allah için yaptıkları her eylem, konuşma ve davranış birer ibadettir. Fiili ibadetler kadar ahlaki hükümler de titizlikle korunmalı, kararlılıkla uygulanmalıdır.
Kur’an’a göre, yapılan ibadet insanın takvasını artırıyor, ahlakını güzelleştiriyor, onu Allah’a yakınlaştırıyor ve kötülüklerden uzaklaştırıyorsa o zaman geçerlidir. Örneğin birçok insan Ramazan günü gösterdiği asabi davranışlarına gerekçe olarak oruçlu olduğu mazeretini ileri sürer. Oysa aksine tuttuğu oruç kişinin, Allah’ın nimetlerini ve rahmetini daha derin kavramasına, tümüne şükretmesine ve böylece imanda derinleşmesine vesile olmalıdır.
Örneğin kıldığı namaz, "Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. .." (Ankebut Suresi, 45) ayetiyle bildirilen özellikleri taşımıyor, kişiyi çirkin utanmazlıklardan alıkoymuyorsa, Allah’ın emrettiği ‘dosdoğru namaz’ özelliğini taşımayabilir. Kur’an, “İşte (şu) namaz kılanların vay haline” (Ma’un Suresi, 4) ayetiyle bu gerçeğe dikkat çeker.
Bilinçli ya da bilinçsizce, uygulamaktan kaçınılan çok sayıda Kur’an hükmü vardır. Kur’an’ı yaşayan mümin, Allah’a karşı teslimiyetli, sabırlı, adil, yardımsever, şefkatli, merhametli, alçakgönüllü ve özverilidir. Kur’an’da, insanlara güzel ahlakı kazandıracak olan hükümlere uymak ve Allah’ın emrettiği bu üstün ahlakı en ince ayrıntısına kadar uygulamaya çalışmak her Müslümanın görevidir.
Dini yaşamanın yalnızca belirli ibadetleri kapsadığını düşünen ve kendini yeterli gören insanlar örnek Müslüman olamazlar. Allah Katında beğenilen ahlak özelliklerinin detaylı tarif edildiği Kur’an ayetlerinin göz ardı edilmesi, din dışı yaşayan insanları dine ısındırmak bir yana, dinden uzaklaştırır. Kur’an ahlakının kazandırdığı güzel özelliklere sahip olmak için çaba göstermemek, dahası bu çabayı ibadet olarak kabul etmeyip, "insan 7 sine ne ise 70 inde de odur" sözünü düstur edinmek büyük yanılgıdır.
Peygamberimiz(sav) "Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar" buyurur; insan fıtratı iman etme üzerinedir. Dr. Herbert Benson’ın dini inanç ile bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmaları da bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson’ın vardığı sonuç -ki seküler bir bilim adamıdır- kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin “Allah’a iman etmeye göre ayarlı” olduğudur. Bu durumda yukarıdaki atasözü, samimi inanan insanlar için geçersizdir.
İnsan fıtratı imana yatkın ise neden Allah’tan uzak yaşar? İşte burada şeytanın varlığı ortaya çıkar. Şeytan güçlü ve kararlı olamayan kişileri telkin ve taktikleriyle etkiler ve fıtratlarını değiştirir.
Toplumdaki yaygın yanlış anlayışa göre, takva ve güzel ahlâk yalnızca peygamberler, elçiler ve onlarla birlikte olan müminler tarafından yaşanabilir. Oysa Kur’an bu insanların örneklerini, diğer insanların da aynı davranışları sergilemeleri ve aynı ahlâka sahip olmaları amacıyla verir. Allah’ın hükümlerine uymak ve Kur’an ahlâkını yaşamakla tüm insanlar yükümlüdür. İnsan, samimi olduğu ve vicdanının sesini dinlediğinde, Kur’an’da örnek gösterilen müminler gibi güzel bir yaşam sürdürebilir.
Dini yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak ve zekat vermekle kendince sınırlayan ve Kuran’ın yüzlerce ayetini görmezden gelen kişi ahirette, "bilmiyordum" bahanesine sığınamaz. Kur’an’ın diğer buyruklarını göz ardı etmenin hiçbir mazereti olamaz. Bu, Kur’an’ın "Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir" (Bakara Suresi, 85) ayetinde söz edilen kimselerin durumu olur.
Yaşamın bir kısmını Kur’an ahlâkını, geri kalanını ise dünya hayatını yaşamaya ayırmak, dahası bazen gününün yirmi üç saati Kur’an ahlâkından uzak geçerken, dini yaşamaya ancak bir saatini ayırmak çok büyük hatadır. Çünkü inanan insanın yaşamı, ölümü, ibadetleri ve kulluğu yalnızca Allah için olmalıdır.
De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır." (En’am Suresi, 162)
Fuat Türker, Haber Vaktim
YORUMLAR
Sözleriniz ve alıntılarınız oldukça yerinde. Sadece Allah'ın buyruklarını bilmiyorum; bilmek de istemiyorum. Bu sizce yanlış mı; sizce ben ne oluyorum; kafir mi? taşlanmam mı gerekiyor; cehenneme mi gideceğim?
Ama ben bugüne kadar bir karıncayı bile incitmedim; yardıma ihtiyacı olan herkese yardım ettim; kimsenin ahını almadım; bir, iki eski sevgilim hariç hiç kimsenin kalbini kırmadım... Yapmam da bunun için herhangi bir kutsal kitaba bağlı olmam gerekmiyor; insan olmak için, büyüklerimi saymak için ve hoşgürülü olmak için; kalbim ve mantığımdan başka birşeye ihtiyacım yok...
sevgi ve saygılarımla