- 3043 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Beyaz Sayfalar
Beyaz Sayfalar
Hayalime,
Zamanın ne kadar çabuk geçtiğini dün öğrendim aslında. Ardımda bıraktığım son on on yılın muhasebesini sayfa sayfa kaleme aldığım, adlarını cancağızlarım diye çağırdığım senden de çok sevdiğim beyaz sayfalarda buldum. 12 Kasım 2000 de başlamışım seni sevmeye hem de sevmeyeceğini bile bile. Bana cep telefonundan gönderdiğin mesajları, onların tarihlerini, saatlerini, kalp şeklinde ‘Sen’leri yazmışım. Seni seninle yaşadığım, soluduğum o kısacık anların doyumsuz lezzetini itiraf etmişim cancağızım beyaz sayfalara. Kaç defa güldüğünü, kaç defa göz göze geldiğimizi, kaç defa adımı söylediğini sevgimle harmanlayıp not almışım. Ama çaresizliğimin ve bana acımaklığın senin bakışlarında zorunlu ve anlık sevmeyi, dinlemeyi gerektirdiğini görmüşüm yüreğim kan içinde. Sevilmeden sevenler için bu bakışlar seveni gurursuz ve soluksuz bırakıp; uzak köşelerde yok etmeye yeterliydi. Evet uzak olmalıydım bu bakışlardan hem de çok uzak, olabildiğince uzak durmalıydım senden. Bu yüzden başlamıştı Amerika-New York macerası. 5 Ocak 2005‘te ağlayan bulutların çok ışıklı karanlığında Amerikaya gelmiştim. Havaalanından dışarı çıktığımda iki defa üstüste derin iki nefes aldığımı hatırlıyorum. Hiçbir zaman unatamadığım ve beni deliye çeviren bakışlarından uzaklaşmıştım; ama senden daha doğrusu sevgimden kaçamamıştım. Her yıl yeni bir yıla ‘bir nefes uzağımda olman dileğiyle’ diyerek; yeni yılların ilk günlerine not düşmeyi alışkanlık edinmiştim. Ama Türkiye’ ye dönmeye karar verdiğim yıl hariç. Beş yıl altı ay yirmi altı gün kalmışım Amerikada. Şu an Türkiyedeyim. Mutluyum ve huzurluyum. Sen saymalarımı yeniden saydım birden ona kadar. Ve yine aynı hesap: her bir sensiz yıl için bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on ve son. Bunca yıl aradan sonra senin gözlerinde çaresizliğimi ve acınmaklığımı tekrar görmek istemiyorum. Ben, seni sevmeye devam edemeyeceğim. Kalbimin damarla örülü kafesini açtım artık başka gönüllere mesken olsun diye.
Sağlıcakla kal...
Aykan Olcan
İntihar etme cüretiyle yazmıştım sana bu son mektubumu. O gün bugündür şakağım tetiğin kararsızlığında, namlunun hizasında beklemede her gece. Gün ışıdığında hayatın içinde olan benim, gün karardığında kendimi hayatın dışında tutan intihar dilencisiyim. Davamın, günü birlik ekmek davası olmadığını; ölümüne mutluluk davası olduğunu söylemiştim sana. Benim mutluluğum senin yan yana getiremediğin iki kelimenin molozları altında can vermişti.
Mutluluğun maskesi...
----Cancağızlarım diye çağırdığım beyaz sayfalara ‘Mutluluğun maskesi’ yazaryazmaz; aniden telaşlı bir geri çekilmeyle duraksadım. Sağ elimin avucunda duran kalemi yarı siyah yarı beyaz sayfanın üzerine bıraktım. Sesin geldiği yöne doğru başımı çevirdim. Su, toprak ve saman karışımı çamurdan yapılan evin duvarları arasına gelişi güzel konulan ve dışarıya bakan pencerelerden soldakine doğru gitmek için ayaga kalktım. Dışarıdaki kalabalığın sesli gölgeleri pencerinin önünde gölge oyunlarındaki gibi durmaksızın hareket halindeydi. Seslerin kimlere ait olduğunu, neler olduğunu anlamak için duyularım ve beynim arasındaki yolu meşgul edecek değildim zaten. Ama neden bu gölgeler ‘ben var iken yokum’ dediğim zamanlarda beni rahatsız ederler. Ben sadece yalnızlığın gölgesine prangalıyım. Rahat bırakın beni. Mutluluğumu kaybettiğim günden beri mahkumiyetim gölgede yalnızlıktır.
----Pencerenin sol çaprazında, etrafı yığınla kitaplarla çevrili masanın üstünde duran beyaz sayfalara baktım. ‘Yazmaya devam etmeliyim’ dedim. Bitirmeliydim. Fazla vaktim kalmadığını biliyordum.
----Evin içinde yürümeye başladım. Dört odası ve bir salonu olan bu yüz elli yıllık evin sadece bir odasını kullanıyordum. Evin odalarının çatlak kerpiç duvarları, eski moda sarı kapıları ve maviye boyalı dış cephesi vardı. Bulunduğu mahallenin içinde tedirginliği en fazla olan ev bu evdi. Kullandığım odadaki pencerenin önüne tekrar geldim. Pencerenin camından yansıyan kırılması muhtemel tahta sandelyenin arka sağ ayağının yerinden çıktığını gördüm. Yansımanın yanılsamaya neden olacağını bildiğimden; tahta sandalyenin yerinden çıkan ayağının aslında sol ayağı olduğunu daha önceden yüzümdeki dahiyane tebessümde saklamıştım. Ama tahta sandalyenin yanında, ‘dahi’ kendimliğim yerini marangoz çıraklığına bırakıverdi.
----Yarı siyah yarı beyaz sayfanın üzerindeki kalemin masum bekleyişi sona erdi. Nerede kalmıştım...? Evet. Mutluluğun maskesi...
Mutluluğun maskesi kanayan yüreğimin kapak yüzü olmuştu. Seninle tanışdığımız ‘ilk günün’ şiirsel anlatısını bu maskenin altında yazmıştım. Hatırladın mı? Senin çok beğendiğin ama bir türlü ‘beni sevmeyi’ başaramadığın ve benim ‘beni sevmediğini’ kabullendiğim ‘ilk günün’ hikayesiydi.
Ne güzel günlerdi. Aldırış etmeden bakan gözlerinle beraber nöbetçi rüzgarların savurduğu uzun sarı saçların vardı. Ben attığın adımları sayardım başımı eğmeden; ama gözlerim hep senden uzak olurdu.
O zamanlarda öğrendim ben işte sevdalanmanın için için yanmak olduğunu; sakınmak olduğunu ellerden, kendimden, doğan güneşten. Sevilmeden sevmenin nasıl acıyı bal eylediğini; papatya fallarından dört yapraklı yoncalara uzanan yollar arasında gide gele öğrendim ben. Sensiz aldığım her nefesi hançer gölgeli bir bıçağın ucundaki kan damlalarında geri verdim ben. Ab-ı hayat denilen sevmenin beni nasıl zamanla nefessiz bıraktığını cancağızlarım beyaz sayfalarda buldum ben.
Seni sevmekten, beklemekten, dinlemekten başka ne yaptım. Gün oldu öylesine kanattın ki sevdamı, sevda çiçeklerini kanımla suladım gül bahçesinde. Lanet olası aşk acısını yedirdin bana.
----Hayır...Herşey senin yüzünden.
----Sus.
----Kapa çeneni.
----Cevap verme bana.
----Biliyormusun artık ne sevda kalacak ne de kan; öleceğimi dahi bilsem sürmeyeceğim seni tenime, yarama merhem olsan bile.
----Dur daha bitmedi söyleyeceklerim.
----Gidemezsin hiçbir yere, Hayal.
----Dinleyeceksin beni.
----Sonuna kadar dinleyeceksin beni.
----Anladın mı kadın?
----Kadın ya...Bir başkasının kadını.
Sevmesen de olur be güzelim, sevmesen de olur. Nasıl olsa hayallemeler içinde yaşayan düşler sokağının yeni sakinlerindenim artık. Bu saatten sonra ne sen olur, ne sevda olur, sadece yalnızlık olur ben diye bildiğim bu soğuk bedende. Toprağın yedi kat altındayım, kanadı olmayan uçanlardanım, vurulmuşum yüreğimden kanar yatarım ve sonunda kaybolan bir nehir gibi akar giderim lanet olası sonsuzluğa.
----Mezardan mezara tabut olsam ne olur, Hayal; yanılıp, aldanıp sevmişim ben seni.
Meğerse; resimlerden olma iadeli suretlere anlatmışım aşk-ı masalımı.
----Yüzüme bak! Hayal.
----Ben konuşurken gözlerimin içine bak! Hayal.
----Çaresizliğim ve acınmaklığım olmayacak bir daha senin gözlerinde.
----Ben sana git demeden hiçbir yere gidemezsin.
----Anladın mı?
Adı sen, sesi lal, teni papatya demişim ben onlara. Dört mevsimin gecesine gündüzüne bırakmışım sen suretlerin darmadağın ettiği ben diye bildiğim şu garip kendi halimi. Eklemişim seni hayatıma sevda kalanı olma diye, söylemişim aşka sen benim yanımda olmasanda, ateşin olduğunda sevişirdik gecelerin dar vakitlerinde.
----Yedi cihanda sevda olsam ne olur, Hayal; yanılıp, aldanıp sevmişim ben seni.
----Kes ağlamayı.
----Ne oldu? Utandın mı yoksa?
----Gecelerin dar vakitlerinde nasıl seviştiğimizi mi anımsadın?
----Dudaklarından öperek narin boynuna inerdim, değil mi? Ellerim seni aramaklı okşamakta olurdu daima. Göğüs uçların dudaklarımın arasında iken gözlerini açık tutamazdın, Hayal. İnce belinden geçerken ateş gibi olurdun; yanardı dudaklarım. Tutuşurdu her gece, alev alev olurdu her karalık ben içerde seni içime çekerken.
----Bırak artık şu sızlanmayı.
----Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak.
----Bunu sende biliyorsun.
----Bu yazı bitene kadar benimlesin.
----Az kaldı. Bitecek.
Sen beni terkedip gittikten sonra; nefesimin nefesini soluduğu, beraber yasadığımız evin arnavut kaldırımlı sokağına zor atmıştım kendimi. Ellerim ceplerimde, başım öne eğik, varlığın ile yokluğun arasındaki düşünsel boşluğun dayanılmaz ızdırabı içinde saatlerce ardıma bakmadan koşarcasına yürümüştüm.
----Neden diye sorsana, Hayal?
----Hadi sorsana?
----Söylesene?
----Doğru. Kaçmak için.
----Senden, sevmelerden, sevilmelerden, aşk-ı masalımdan kaçmak için.
Yalnızlığın prangasını vurmuştum yüreğime zincir zincir üstüne. Yağmurun suyu ile ağlayan gözlerimi dağlamıştım; yeniden sen görmelerime karşı. Ama neyleyim çaresizdim. İsimsiz kentin sahipsiz manzaralarında kaybolan kendimi aramıştım hep sen uğruna. Sevda bendim, aşk bendim, özlem bendim, hasret bendim, firari bendim, hürriyet bendim. Bir alev bin ateş olurdu sen varken, cehennemdende beter yanarım derdim sen yokken.
O gecenin sabahında toprak kokan havanın kamaştıran ışığı ile beraber, kanayan sol yanağımın sızısına aldırmadan açmıştım gözlerimi; ama görmekten uzaktım, daha çok görür gibi birşeyleri sanki renklerden uzak gibiydim. Bedenim ruhundan ayrılmış sesli sessiz bir beklemedeydi. Kefenlediğim ölümden olmalıydı bu renksiz bakışlarım, sayısız sen seslerden uzak duyuşlarım, hareketsiz kalışlarım, bir varsın bir yoksun sanmalarım.
Avuçlarımı toprağa basıp, ayağa kalkmıştım. Bir iki adım yürüdüğümü hatırlıyorum. İnsanların neden bana baktığını sormak istemiştim. Daha hiçbirsey soramadan iki polis memurudan biri sol kolumdan diğeri sağ kolumdan yakalamıştı; hiç durmadan haklarımı okumuş ve kelepçelemişlerdi beni. Prangadan daha iyidir demiştim kendi kendime. Gülmüştüm galiba o zaman.
Bakışlarım renklerine, duyuşlarım seslerine kavuşmuştu. Beyaz gömleğim kızıl kırmızıydı, ellerim cehennem kırmızıydı, yüzüm kan kırmızıydı. İki polisin arasında ellerim arkadan kelepçeli sorgudaydım ayak üstü. Yargısız infazların yapıldığı darağaçlarının avlusundan geçiyor gibiydi yine yüreğim. Demirden kapılar, karanlık zindanlar, vurulan yoldaşlar…Kapatmıştım gözlerimi. Susmuştum. Sesini duyuramadıktan sonra konuşmanın bir anlamı yoktur demistin bana. İlk defa seni dinlemistim gözlerim kapalıyken. Nereye gideceğimi, ne olacağını bilmiyordum. Bilmekte istemiyordum.
----Neredeydim tahmin et, Hayal?
----Ağır ‘boyalı’ ceza mahkemesindeydim.
----Suçum sevmekti; davam ise ‘illede sen’ olmuştu.
----Ve şu karar alınmıştı: Adı geçen zanlı boya satan bir işyerinin camını kırmak suretiyle üç adet beşer kiloluk kırmızı renkte boya ve bir adet kalın telli fırça almıştır. Olay 01:30 sıralarında gerçekleşmiştir. Üç adet boyanın ilki olay yerinde tamamen kullanılarak tüketilmiştir. Boş boya kutusunun damlacık kovanları araştırılmak üzere ilgili kurumlara gönderilmiştir. Zanlı, gece mavisi gökyüzünün en yıldızlı anında cadde üzerindeki henüz sayısı tespit edilemeyen diğer iş yerlerine yerli malı gözetmeksizin kırmızı noktalı saldırıda bulunmuştur. Elimize geçen isimler arasında: Mek danılds, börgır king, sıtarbaks…gibi yurt dışı menşeli türkçe lehçeli saygın şirketlerde bulunmaktadır. Saldırı saatinin tam olarak tespiti konusunda mutabakata varılamadığından; Amerika Birleşik Devletlerinden ‘ NBSS- Night Blue Sky Star’ sayma makinası sipariş edilmiştir. Zanlı bu saldırıda ikinci boya kutusunu açmak isterken, boyanın hesaplanabilir bir bölümünü beyaz gömleğine ve ellerine bulaştırmıştır. Parmak izi bırakma konusunu sallamayan zanlı, fırçayı kullanmayı bırakıp, ellerini kullanmaya başlamıştır. Tam saldırıyı bitirmek üzere iken ayağının kayması sonucu sol yanağının üstüne düşmüştür. Sabahın ilk ışıklarına kadar olduğu yerde baygın yatan zanlı meraklı bakışlar arasında kıskıvrak yakalanmıştır. Zanlının acısıda, sevdasıda, kırmızı yazılarıda ‘İLLEDE SEN’ olmuştur. Bütün aramalara rağmen üçüncü boya kutusuna ulaşılamamıştır. Zanlı şartlı tahliye hükmü gerekçesiyle serbesttir.
----Bak! Üçüncü boya kutusu hala köşedeki duvarın dibinde duruyor.
----Hiç açmadım. Ama bugün açacağım.
----Yerini dahi değiştirmedim.
----oooooo
----Gazeteler senden bahsediyor. Dinle bak ne yazıyor. ‘Ünlü iş adamı Cemal Karaca’nın eşi Hayal Karaca tüm aramalara rağmen bulunamadı. Üç gündür kayıp olan Hayal Karaca’nın hayatından endişe ediliyor. Vergi rekortmeni olan Cemal Karaca devletin güvenlik güçlerinin yetersiz olmasından yakındı. Alınan son bilgiye göre yurt içinde geniş çaplı bir aramaya yeniden başlanıldı.
----Ne çok sevenin var be Hayal.
----Parayla mı tuttunuz bunları?
----Çok para vermiştir senin kazonova.
----Sen bu adamın kaçıncı karısıydın?
----Üçüncüydün, değil mi?
----Doğru.Üçtü.Hatırladım.
----Benim canım, hayatım, sultanım, kadınım olmadın; o herife üçüncü dereceden sürtük oldun be Hayal. Yazıklar olsun sana.
----Anlaşıldı. Bu salaklar seni bulamayacak.
----Biraz yardımcı olayım. Bu silahi görüyormusun içinde sadece iki tane kurşun var. Eğer dediklerimi yapmazsan biri sana diğeride bana. Tamam mı? Al şu telefonu polisi ara ve sana verdiğim beyaz sayfada yazılan adresi söyle.
----Bir saate kadar anca gelirler buraya.
----Akşam olmak üzere. Şimdi cancağızlarım diye çağırdığım beyaz sayfalara birşeyler yazacağım.
Seni sorduğum son on yılın ardından, bana senden kalan sadece kalbi kırık kırk mevsim olmuştu. Yokluğunda başlamıştım seni, senden habersiz yazmaya. İlk başlarda alışamamıştım ben bu yokluğuna; ama daha sonra alışmıştım var olmadığına. Sarıya çalan küsen kahverengilerin, uçmasını beceremeyen güvercinlerin, iki ileri bir geri sevmelerin, ’illede sen’li hayallemelerin, zamanın yok ki çok beklemelerin olduğu geceleri ben çok iyi biliyordum. Seni sormuştum son kez son on yıla, bütün hüzünlü şarkılara, senden arta kalan insanlara ve laf-ı güzaf merhabalı günaydınlara. Ama sen yoktun...
----Hayal. Hadi uyan.
----Geldik sona. Son hüzünlü şarkıya.
----Yıllarca sakladığım ve yerini hiç değiştirmediğim üçüncü boya kutusunun kapağını açtım. Hayal’in olduğu yere doğru elimdeki boya kutusu ile birlikte yürüdüm. Ağlamaktan gözleri şişen Hayal konuşamıyordu. Mutsuzdu. Sağ elimi kırmızı boya kutusunun içine bıraktım. Sağ işaret parmağımı Hayal’in iki kaşı arasındaki orta noktaya bastırdım ve burnunun hizasından aşağıya doğru dudağına kadar çektim. Şişen gözlerini tam göz kapaklarının üzerinden geçecek şekilde küçük dairesel hareketlerle kırmızıya boyadım. Bu sefer sağ ve sol elimi kırmızı boya kutusunun içine bıraktım. Dudağının iki uc kısmından başparmağımla bastırarak; içe dönük olacak şekilde yukarıya doğru sağlı sollu iki küçük kırmızı yay çizdim. Son olarak dudaklarını ve yanaklarını kırmızıya boyadım.
----Hayal güçlükle ne yaptığımı sordu?
----’Mutlulugun maskesini yaptım sana, Hayal’ dedim.
----Hadi şimdi sıra sende. Hayal, sen yapacaksın son kez mutluluğun maskesini bana. Dizlerimin üzerine çöktüm. Eskiden olduğu gibi Hayalim ile yine göz göze gelmiştim. Hayel’in sağ ve sol elini kırmızı boya kutusuna doğru götürdüm.
----Hayal, iki elinin kırmızıya bulanan avuç içlerini utanarak yanaklarıma değdirdi. ‘Affet beni’dedi. Affedilecek hiçbirşeyin olmadığını söyledim. Yalnızca bana beyaz sayfalarımı saklamasını ve beyaz sayfaların son cümlelererini yazması için söz vermesini istedim.
----Bana söz veriyormusun, Hayal?
----Hayal başını sallayarak söz verdi.
----Polisler evin etrafını çoktan sarmış olmalıydı. Silahı elime alıp; Hayal’e son bir kere daha baktım. ’Ben, seni sevmeye devam edemeyeceğim. Sağlıcakla kal’ dedim. Silah ile havaya doğru iki el ateş ettim. Boya kutusunda kalan bütün kırmızı boyayı boynumdan başlayarak boca ettim bedenime.
----Silah sesi dışarıdakileri çoktan tedirgin etmişti bile.
----Kapıyı açtım.
----Dışarı çıktım.
----Sağ elimdeki silahı ‘at silahını’ diyenlere çevirdim.
----Kurşun sesleri kan kırmızı bedenimde sessizliğe gömüldü.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ben Hayal Neşe beyaz sayfaların son cümlelerini yazıyorum. Aykan Olcan’ın bedeninden on kurşun çıktı. Her bir yıl için bir kurşun. Kalbinin üstünde bıçakla kazındığı tespit edilen ‘illede sen’ yazılıydı. Beni sevmekten hiçbir zaman vazgeçemedi. Ben Cemal Karaca’ dan ayrıldım. Yalnz yaşıyorum şimdi. Artık mutluluğun maskesini ben taşıyorum. Seni seviyorum...
29 Kasım 2010
Mehmet Engin Doğan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.