- 567 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
sınır ötesi hakkında haddini aşan fikirler
Küçüktüm. Daha duygularımın adını koyamadığım, insanları zihnimde tasnif etmediğim yıllardı. Hesaplar kolay, gelecek parlak, her şey ya siyah ya da beyazdı. Yaklaşık yüz yıl önce bazı aydınların yaptığı gibi o güne kadar hikayelerini dinlediğim Avrupa’ya gittim.
Avrupa medeniyetti, ulaşılması gereken ufuktu. Her tarafta insanı kuşatan intizam, insanların disiplini ve bizim için önemsiz denecek küçük şeylerin bile büyük bir ahenkle işlemesi karşısında büyülenmiştim. İlk seyahatimin sonunda elde ettiğim kanaat bu sistemin, yaşam standartlarının ülkemize getirilmesinin zorunluluğuydu. Bu seviyeye ulaşılmak için şüphesiz çok çalışmak ve sağlam bir eğitim sistemi kurmak gerekiyordu. Eğitimle bir iş ahlakı kazanılabilir, küçük teşebbüsler markalaşabilir, bunun ekonomiye katkısıyla sağlam bir sosyal düzen kurulabilirdi.
Yıllar geçti. Yaşımla birlikte pasaportumdaki mühür sayısı da arttı. Her geçen yıl Avrupa hakkındaki bilgim artıkça tablodaki renkleri, kusurları daha iyi seçebilir oldum. Disiplin ve sistem ülkesi olan Almanya’da yetişen genç neslin selefleri gibi sıkıntı çekmediklerini, büyük bir çoğunluğun sadece günlük zevkler peşinde koşarak yarınlarını umursamadıklarını gördüm. Sistemlerini işletecek ehil insanlar olmadan bu düzenin iflas etmesi mukadderdi.
Yirminci yüzyılın başında Fransa’ya giden aydınların gördüğü manzara kendileri açısından hayret vericiydi. Payitahtta bile doğru düzgün imar yokken onlar ince bir sanatla yapılmış olan apartmanlardan oluşan koca bir şehir gördüler. Onlarca ihtişamlı saray ve eğlence hayatı insanın aklını başından almaya yeterde artardı. Yaklaşık bir asır sonra aynı manzaraya farklı açılardan baktım. Paris sokaklarında Fransızlardan çok Afrika kökenli insanlar geziyordu. Bu insanlar bu ihtişamlı yapıları vatanlarından koparılarak, sömürülen ülkelerinin kaynaklarıyla, kan ve gözyaşıyla inşa eden neslin torunlarıydı. İnsanları sınıflara ayırarak kurdukları kast sistemi zenginleri yüceltirken alt tabakalardaki insanları daha da batırıyordu. İnsanlara medeniyet öğrettiklerini iddia eden kişiler Paris’in ortasındaki varoşlara sırtlarını dönmüştü. Gözümde o ihtişamlı yapılar birer viraneye döndü.
Hollanda’da özgürlük perdesi altında sefih bir hayat gördüm. Belçika sokaklarında insanların birbirini ötekileştirdiklerine şahit oldum. Avrupa’nın genelinde artan ırkçılığın patlamaya hazır ve kıtayı darmadağın edecek bir bombanın fitilini ateşlediğini fark ettim.
Artık büyüdüm. Çocuktum, birey oldum. O günler belki geride kaldı ama ben hayalime hep sahip çıktım. Ülkem, benim dünya üzerinde ben olabildiğim tek yer olan vatanım, bulunduğu yerden kalkıp doğrulmalı ve sükut etmiş insanlığa hakiki medeniyeti ve adaleti öğretmeli. Bütün unsurlarıyla bu toprağın evlatlarının karakterlerine bir tohum gibi işlemiş bu özellikler, mahir ve fedakar insanların çaba, gayret ve gözyaşlarıyla sulanmalı.
Ülkemizin devletler muvazenesinde tekrar bir denge unsuru olması konusunda çektiğim zihin sancıları beni hep bir noktaya götürdü. Milletimiz sadece eğitimle içinde bulunduğu bataklıktan kurtulabilir. Eğitimin usulü ve amaçları ise başka bir yazının konusu...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.