- 3524 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIM
Sıkıntılı geçen düğün merasiminden sonra evlerine gelen gelinle damat, gerdek odasına girmişlerdi. Yaren, titreyen elleriyle gelinin yüzünü açtı. Sevdiği kız zeytin gözleriyle dünya tatlısı, karşısında gülümsüyordu.
Yaren, Anadolu’nun kurak bir köyünde, mutlu bir yuvanın ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Kendisinden altı yaş küçük bir de erkek kardeşinden başka kardeşi yoktu. Köydeki geçimleri tarım ve hayvancılığa dayalıydı, elli dönüm ekilebilir tarlaları, onbeş adet koyunları ve on tanede büyükbaş hayvanları vardı. Hayvanları sayesinde, hayvansal gıdalarını temin edip, yünüyle de halı kilim gibi dokumaları dokurlar, yataklarını yumuşacık yünlerle doldururlardı. Yaren’in babası namı değer pehlivanlardandı. Güçlü kuvvetliydi. Bu güç sadece bilek gücüyle sınırlı değil, yüreği de güçlüydü, eşine iyi bir koca, çocuklarına iyi bir baba olmak için çırpınıyordu.
Yaren, ilkokulu başarıyla bitirince, babası onun okuması için, ilçedeki ortaokula kaydını yaptırmış, kalması için tek odalı küçük bir ev tutmuştu. Yaren’in yalnızlığı, ortaokula başlayınca başlamış, kendi aşını kendi pişirmeye başlamıştı. Et, süt, yumurta, yoğurt, ekmek gibi gıdalarını annesi köyden gelip gidenlerle sürekli yollar, oğlunun aç açık kalmasını istemezdi.
Yaren, ortaokulu başarıyla bitirince babası bu defa liseye kaydını yaptırmıştı. Oğlunun okuyup büyük adam olmasını istiyordu. Yaren de babasının yüzünü kara çıkarmamak için, derslerini düzenli bir şekilde çalışır, her sınavda başarıdan başarıya koşardı. Lise birinci sınıf bitmiş, karnesini almıştı. Her zamanki gibi karnesi yine baştan aşağı iyi notlarla doluydu.
Karnesini aldığının ertesi günü köye giden ilk araca heyecanla binmiş, karnesini babasına ve annesine göstereceği için çok heyecanlıydı. Araç köy meydanında durunca evlerine doğru koşmaya başladı Yaren. Yaren, köylülerin acıyarak kendisine bakmasına anlam verememişti. Evlerine gelince, ev düğün yeri gibi kalabalıktı ve kalabalığın birçoğu ağlıyordu. Neye uğradığını, ne olduğunu şaşırdı Yaren. Soran gözlerle etrafına bakındı. Annesi ve anneannesi başka türlü ağlıyordu. Annesiyle göz göze gelince, annesinin gözlerindeki derin acıyı gördü. Bir şeyler olmuştu ama ne? Sonra annesi Yaren’e sarılıp ağlamaya başladı.
-Ah evlat ah! Babanı yitirdik! Evimizin direğini yitirdik! Ah ki ah! Diye feryat edip dövünmeye başladı.
Yaren neye uğradığını şaşırdı. Birkaç ay önce babası yanına gelmişti. Gayet sağlıklıydı. Ne olmuştu da ölmüştü babası. Şaşkın, şaşkın etrafına bakındı. Birilerinin ne olduğunu kendisine anlatmasını istedi. Sonra amcası kenara çekti Yaren’i:
-Yaren, şimdi beni iyice dinle emmim. Baban üç ay önce kolon kanseri oldu. Hangi doktora götürdüysek çare olmadı. O dev gibi adam kil gibi eriyip aktı emmim, eridi! Senin yanına geldiğinde hastaydı, senin moralin bozulmasın diye söylemedik. Sonra moralinin bozulup, derslerinden geri kalmandan korktuk. Sen şimdi güçlü olmalısın. Artık evin erkeği sensin. Geriye bir ana küçük bir oğlan kaldı. Sen onlara mukayyet olmazsan kim olur. Tabii bizlerde varız ama bir yere kadar. İşin yükü sana kaldı.
Yaren, amcasını masal dinler gibi dinledi. Olanlara ve yaşadıklarına bir anlam veremiyor, ağlamaktan konuşamıyordu. Sıkıntılı bir yazın ardından, tekrar okuluna döndü. İşte şimdi hayatın gerçek sıkıntısı başlamıştı. Annesi, köyden bazı yiyecekleri yolluyordu ama hepsini değil; oturduğu evin kirası vardı. Köydeki annesinin ve kardeşinin ihtiyaçları vardı. Yağ, tuz, deterjan, çamaşır almalıydı. Hastalandıklarında doktora götürmeliydi. Tarlaları sürdürüp ektirmeliydi. Bütün bunlar için de para gerekiyordu. Çalışıp para kazanması gerekiyordu. Yaren de öyle yaptı. Gündüzleri okuluna gitti, geceleri lokantalarda bulaşık yıkadı. Pazar günleri hamallık yaptı. Yük kamyonlarından tuğla, çimento indirdi. Ayakkabı boyadı, ev boyadı. Ne iş bulduysa yapıp, köydeki annesine para yolladı. Kendi okul masraflarını çıkardı. Hayatın yükü on sekiz yaşında omuzlarına binmişti.
Bu zorlu yıllarda, sene kaybı yapmadan okulu bitirmiş, üniversite sınavına girip, öğretmenliği kazanmıştı. Elinde avucunda kalan parayla okulun harcını yatırıp kaydını yaptırmıştı. İki odalı bir tutup, kendine bir de ev arkadaşı almıştı. Bir yılı çok zor şartlarda bitirmiş; fakat ikinci yıla döndüğünde elinde beş kuruşu kalmamıştı. Evin ihtiyaçlarını ev arkadaşı karşılıyordu ama bu Yaren’in yaralarını hafifletmiyor, inadına eziklik hissediyordu yüreğinde. Kendisi okulda, annesi ve kardeşi köyde perişandı. Paraları yoktu. Amcaları dayıları yardım etmek şöyle dursun, ellerindeki bir iki tarlayı yok pahasına almak için adeta cambazlık yapıyorlardı.
Yaren daha fazla dayanamayıp okulu bırakarak köyüne döndü. Artık ne iş bulursa çalışıp, ailesinin geçimini sağlamak istiyordu. Günleri sıkıntı içinde geçerken, evin biten ihtiyaçlarını karşılamak için ilçeye gitmişti. İlçede alışveriş yaptığı marketin sahibi, köye gönderilecek bir paketin olduğunu ve köyün girişinde oturan Musa Bey’e göndermek istediğini söyleyerek Yarenden yardım istemişti. Yaren, yardımsever bir genç olduğundan teklifi geri çevirmeyip paketi, kendi aldıklarıyla birlikte alarak köye giden otobüse binmişti. Yaren köyün girişinde otobüsten inerek, paketi vereceği eve yönelir. Mevsim yaz olduğu için ter içinde kalmıştı. Eve gelip kapıyı çaldı ve elinde paketle beklemeye başlamıştı. Kapı açılınca ay parçası gibi zeytin gözlü bir kızla karşılaşmıştı. Bir anda gözleri kamaşmış, adeta Kızdan gözlerini alamamış, neye uğradığını şaşırmıştı. Kekeleyerek paketi uzattı:
-Bu paketi Mustafa Amca size yo- yo- yolladı.
-Teşekkür ederim. Allah razı olsun. Hava çok sıcak terlemişsin, durun size bir tas ayran getireyim.
Kız ayran almak için içeriye koşunca, Yaren dışarıda put gibi dikilip kalmıştı. Dili tutulmuştu adeta kızın güzelliği karşısında. ‘Aman Ya Rab! Bu ne güzellik; Yüce Allah’ım özenmiş de yaratmış, analar neler doğurmuş da ben görmemişim.’
-Alın beyim ayranınızı için.
-….
-Ayran getirdim size, duymuyor musunuz?
Yaren kızın sesiyle düşüncelerinden sıyrılıp ayran tasını eline aldı ama bir türlü içemiyordu. Her tarafta gördüğü, kızın yeşil gözleri ayranın içinde pırıl pırıl parlıyordu. Ayranı içmeden başını kaldırıp kıza baktı. Kız alınmış gibi dudaklarını büzerek konuştu:
-Beğenmedin mi yoksa bizim ayranı?
Öyle bir söylemişti ki, yüreğindeki yağların tümü erimişti Yaren’in tekrar ayranı dudaklarına götürdü. Bu defa gözlerini sıkıca yumup bir dikişte içti. Tası kıza uzatırken, gözleriyle gözleri kenetlenmişti şimdi. Kızında kendisinden farklı olmadığını anlamıştı artık. Ayakları yere basmıyor, kalbi değişik duygularla atıyordu şimdi. Daha önce başına böyle bir şey gelmemişti. Güçlükle kızın yanından ayrılıp evine gitti; ama aklı fikri kızda kalmıştı. Adını da sormayı unutmuştu. Köyde kimse de tanımıyordu bu yeni gelen aileyi. Tekrar nasıl karşılaşacağını, nerede göreceğini kara, kara düşünmeye başladı.
Köyde düğünler başlamıştı. Yaren, tam bir deli fişekti, sosyal hayatı oldukça hareketli, katılımcıydı. Aşağı yukarı her düğüne gider, dededen kalma sazıyla çalıp söylüyordu. Allah vergisi sesine, gönül ateşi de eklenince düğüne gelenleri coşturdukça coşturuyordu. Yaren’in kimsede gözü yoktu, o, zeytin gözlüsünü arar olmuştu her düğünde. Nitekim beklenen gün gelmiş, zeytin gözlüsü köye ayak uydurmuş, düğünlere gelmeye başlamıştı. Artık Yaren her düğüne gidip sevdiğiyle göz göze gelip konuşuyordu. Onların dilleriyle konuşmasına gerek yoktu. İkisi de birbirine karşıdan yolladıkları sinyallerle anlaşabiliyor, birbirlerine tutkuyla âşık olduklarını cümle âleme ilan ediyorlardı. Artık aşkları öyle büyümüştü ki, karşıdan bakışmak onlara yetmiyor, saklı gizli kıyıda köşede de buluşmaya başlamışlardı. Bu durum köyde dedikodu çıkmasına sebep olmuştu. Dedikoduyu çıkaranların başında, Yaren’in amcaları geliyordu. Her fırsatta Yaren’i aşağılayıp, ‘Deli fişek ne olacak, okulu bırakıp geldi… Köyde aylak, aylak geziyor. Bundan koca olsa ne olur. Ev mi bakar bunun gibi zibidiler!’ Diyorlardı; ama sevdiği kız Gülcan, her zaman destek oluyordu Yaren’e:
-Sen hiç canını sıkma Yaren, kim ne derse desin, ben seni seviyorum ve sana inanıyorum. Sen çalışkan bir insansın. Ne iş olursa yapar, evine fevkalade bakarsın. Diyerek Yaren’e her zaman destek olmaya çalışıyordu. Gülcan, Yaren’e destek oluyordu olmasına ama Yaren’in içi hiç rahat değildi. Dedikodulara çok kızıyor; fakat elinden bir şey gelmiyordu. İki sevgili kimseye aldırmadan düğünden düğüne aşklarını yaşamaya, Yaren sazını coşkuyla çalmaya devam ediyordu. ‘Aşk benim aşkım, eni sonu evlenirim; kime ne!’ diyordu Yaren. Ta ki, o güne kadar…O gün Yaren, tarladan gelmiş, evinin balkonunda günün yorgunluğunu atmaya çalışırken sevdiği kız Gülcan ve beraberindeki köyün diğer birkaç kızıyla birlikte, komşu köye, traktörle düğüne gidiyorlardı. Öğle sonrasıydı. Kızlar, en güzel kıyafetlerini giyip süslenmişler, traktörün römorkunda el ele tutunup ayakta durmaya çalışıyorlardı. Oysa, oturmak için birkaç sandalye atmışlardı traktöre ama kızlar fıkır fıkır yerinde duramıyorlardı ki otursunlar.
Traktör, Yarenlerin evinin önünden geçerken, Gülcan, Yaren’e dönerek, el sallamış, gülücükler göndermişti. Kimseler umurunda değildi. Seviyordu, mutluydu. Yaren de, güzeller güzeli sevdiğini görünce sazını eline alarak balkondaki tahta sedire oturdu ve aşk türküleri çalıp söylemeye başladı. Sazını çalarken kendinden geçmiş, iki tarafına bakmıyordu. Bir ara başını kaldırıp bakınca, insanların telaşla bağrışıp koştuklarını gördü. Neden ve nereye koştuklarına anlam veremiyordu. Koşanlardan birine ne olduğunu sorduğunda, az önce düğüne giden traktörün devrildiğini, traktörün devrildiğini gören bir çobanın köye gelip haber verdiğini, Gülcan’ın römorktan düşüp ağır yaralandığını söyledi.
Yaren, acı haberi alınca, elindeki sazı yere çarparak, bütün gücüyle kaza yerine koşmaya başladı. Kaza yerine geldiğinde, Gülcan yerde cansız yatıyordu. Yaren hırsla şoföre doğru koştu, yumruklama başladı. Adamın ağzı burnu, yumruk darbelerinden nasibini almış, kan revan içinde kalmıştı. Oradaki insanlar, şoförü Yaren’in elinden alınca, Yaren sevdiğine koşup kollarına aldı. Kulağının arkasından süzülen kanı parmaklarıyla sildi. Nabzını kontrol ettiğinde yaşadığını anladı. Hemen kucaklayıp hastaneye götürmek için çırpınmaya başladı. Kazayı duyan Gülcan’ın babası da olay yerine gelmişti. Yaren Gülcan’ı, babasının arabasına taşıyıp, kendisi de direksiyona geçerek son sürat kasabadaki sağlık ocağına yetiştirmeye çalıştı.
-Ölme Gülcan, ne olursun ölmeeee! Sen ölürsen ben yaşar mıyım sanıyorsun. Ölme, ne olursun ölme sevdammmmm! Ölmeeee!
Gülcan dudaklarını kıpırdatmaya çalışıyordu, konuşmaya çalıştıkça nesefi tükeniyordu. Gözlerinden incecik yaşlar akmaya başladı. Yaren parmaklarıyla sevdiğinin gözyaşlarını sildi. Eğilip alnından öptü. ‘Ölme! Ne olursun ölme sevdam!’ Gülcan dudaklarını yavaşça kıpırdattı,’ben de seni sev…’ sözünün devamını getiremedi. Yaren’in kollarında hayata gözlerini yumdu. Yaren’in hayatı kararmıştı. Avazı çıktığı kadar bağırdı, ağladı. Öldüğüne inanamıyordu. Arabayı sağlık ocağının kapısında acı bir frenle durdurarak sağa sola bağırıp yardım istedi. Yaren’in bağrışlarını duyan sağlık ocağında görevli doktor ve sağlık memuru sedyeyle dışarı çıktılar.
Doktor elinden geleni yapmıştı ama çabaları Gülcan’ı kurtarmaya yetmemişti. Gülcan çoktan Hakkın rahmetine kavuşmuştu. Ölüm acısı Yaren’i yıkmış, perişan etmişti. Günlerce ağıtlar yaktı. Kimseler onu susturamadı. Kendini içkiye verdi. Deden kalma sazını taşlara vura, vura parçaladı. Eli hiçbir işe gitmiyor, yüreğinin yaraları bir türlü kabuk tutmuyordu. Tası tarağı toplayıp köyden gitmeye karar verdi. İki tarla satıp İstanbul’a gidip, köyden tanıdığı hemşerilerinin yanında çalışmaya başladı. Orada yabancı uyruklu birileriyle tanışıp yurt dışına gitmek için anlaşma yapıp, kaparo verdi. Annesiyle helalleşmek için köyüne geldi; fakat annesi yurtdışına gitmesine helallik vermedi.
-Bizi bırakıp gidersen, emzirdiğim süt helal değil sana Yaren! Avare, avare dolaştığın yetsin artık! Ben köyden bir kız buldum, onunla evlen, yuvanı kur. Adam katarına sen de katıl gayri oğul! Yoksam hakkım helal değil sana, bunu böylece bilesin!
Yaren oturdu düşündü. Doluya koydu almadı, boşa koydu dolmadı. Anasına karşı çıkamadı. Anası bir yana, Gülcan’ın hatıralarını bırakıp gidemedi. Sattığı tarlaların parasıyla kendine iş yeri açıp işinin başına geçti. Annesinin gösterdiği kıza evet demekten başka çaresi kalmadı. Babası olmadığı, amcalarının da onları adam yerine koyup yardım etmediği için, Yaren kendi evleneceği kıza kendisi dünür gidip babasından istedi. Tabii bütün bunları annesinin zoruyla yapıyordu.
Yaren’in istediği Hülya’yı babası vermiş, kısa zamanda düğün hazırlıklarına başlamışlardı. Düğün günü gelip çatmıştı. Yaren, sabah saat altıda kalkıp, Gülcan’ın mezarına gitti. Sevdiğinin mezarı başında saatlerce gözyaşı döktü. Ağladı. Çırpındı. Helallik istedi sevdiceğinden. Sonra, bitkin bir halde köye, kendi düğün alayına döndü. Herkes gülüp eğlenirken, onun yüreği un öğütüyordu adeta.
Düğün bitmiş, gelinle damat gerdek odasına kapatılmıştı. Yaren, titreyen elleriyle gelinin yüzünü açtı. Sevdiği kız zeytin gözleriyle dünya tatlısı karşısında öylece duruyordu.
Yaren gözlerini kapatıp açtı. Olamazzz! Sen öldün Gülcan dedi içinden. Hızla gelinin duvağını geri örttü. Sonra usulcacık tekrar açtı. Karşısında Hülya, utangaç gözlerle Yaren’e bakıyordu. Yaren eğildi, Hülya’nın alnına bir öpücük kondurdu ve: “şu şarkıları yazanlar da benim gibi yüreği yanmış mıdır Gülcan’ım, dönülmez akşamın ufkundayım; gözlerin doğuyor gecelerime.” dedi içinden…
Not: öykü yaşanmış hayat hikâyelerindendir. Her insan bir dünyadır sözünü çok severim ben. Sessiz, sakin kendi halinde bir insanın kimbilir ne dertleri tasaları vardır. Kim bilir ne derin yaraları, sevdaları vardır. Eğer ki içimizden birileri, benim hayatım romandır, yazılmasını istoyorum diyorsanız. Ana hatlarını yazıp mesayla bana iletirseniz, sizlerin de yaşayan bir hikayeniz olur. İsminizi yazmamı isterseniz yazarım. İstemezseniz yazmam. Haydin, her insan bir dünyadır ve o dünya karanlıkta kalmasın. Kalemimizle aydınlığa çıksın. Hepinize sevgi ve saygımla….
YORUMLAR
Hani gelinin duvağını açınca Gülcan'nın hayali var ya! Birden duygu yoğunluğuna kapıldım...
Eskiden Radyoda halk hikayeleri yayınlanırdı (Cuma sabahı 7.20-7.30 arası)ve ben o programı hiç kaçırmazdım...Böyle hayat hikayeleri insanların ilgisini çekecektir diye düşünüyorum...Yazınızı en kalbi duygularla kutluyorum .Selamlar,saygılar Emine hanım...
Hayat,insanın istediği gibi dört dörtlük gitmez.Kendi doğrultusunda insanları alıp götürür ve onlara istediği şekli verir,kanımca...
Öyle düşünüyorum ki,bir insan çıkıp da :
- Benim yaşantım,istediğim şekilde gitmiştir! diyemez.Bazen istisnalar çıkabilir.
Yazar arkadaşımız da dramatik olsa da güzel bir öykü yakalamış ve ustaca kaleme almış.Bence bu yazdığı,geniş bir romanın özeti gibi geldi bana.
...Ama okumaya da değdi,uzun olmasına rağmen.
Tebrikler usta kalem.
Selam,saygı ve sevgiler.
Ne yazık ki hayat bazen sadece acılara odaklanıyor. Kurgusunu acılara göre yapıyor. Dlerim Hülya, Yaren'in acılarının ilacı olur / olmuştur.
Yürek acıtan bir öyküydü. Özellikle yaşanmış olması, daha derinden etkiliyor insanı. Kalemi güzel arkadaşım, yüreğine sağlık.
Sevgiler...
Eser Akpınar tarafından 12/14/2010 12:13:17 AM zamanında düzenlenmiştir.