- 1120 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
...VE ALLAH YÜREĞİ YARATTI!...
“ Kendilerine meyil ve ülfet edesiniz, kaynaşasınız diye size kendi (cinsi) niz’den eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet takdir etmesi O’nun (varlığının ve rahmetinin) delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim(akledenler) için ibretler vardır” (Rum Suresi. Ayet: 21)
“… ve Allah insanı yaratmayı diledi…”
O’nu eşref-i mahlukat yaptı. Yüreğinin mayasına muhabbet kattı. Muhabbet insana yaşama sevinci veren sıcacık, kıpır kıpır bir duyguydu, yalnızlığa dayanamazdı, yalnız soluk alamazdı.Halleşecek dost arardı. Sefer halinde olduğu yalnızlık çölünde amansız sancılarla kıvranmaya başladı…
Vedûd olan Mevla o’nun bu haline Rahmet nazarıyla baktı. Sonra da lütfettiği rûhî, duygusal ve fizîkî gereksinimlere latif bir aks’ı sedâ olarak o’nu kendisine meyil ve ülfet edebileceği bir can ile nasiplendirdi; kadını yarattı. Sevmeyi ve sevilmeyi de ömür boyu sürsün diye gönüllerine gıda yaptı.
Her iki can da bir diğeri için; eş, dost, arkadaş, sevgili; hayatı daha latif, leziz ve huzurlu yaşayabilmek için bir yürek coşkusu olarak yaratılmıştı.
Her iki can da bir diğeri için; muhabbetle sarıp sarmalayan, günah kirlerinden koruyan birer elbise, hayat denizindeki olumsuz çalkantılardan kaçıp sığındıkları güvenli birer liman, hayatın zor yokuşlarında ki yorgunluklar için dizlerine derman, hüzne ve hicrana düştüklerinde şefkatle açılan mûnis birer kucak, mutluluk ve coşkularında ise takındıkları ipekten birer kanat oldular.
Kucakladılar her iki can da birbirlerini bütün içtenlikleriyle. Büyüdükçe büyüdü o efsunlu iklimde sevgi. Kalp bu büyüme karşısında duramaz oldu yerinde, sanki bütün hücrelerinin diliyle yakardı Rabbine. O’ da aşkı kanat olarak taktı kalbe.
O gün bu gündür aşka düşen kalpler sığmaz olur göğüs kafesine; kanat çırpar maşukunun sevgisiyle; uçsuz bucaksız özlem iklimlerinde…
------------------------
Her şeyin ilk var oluşunun zarif ve heyecan verici olduğu gibi, insanın hayat sahnesine ilk atılışı da tarife sığmaz derecede heyecan verici bir hadisedir anne ve babalar ve akledenler için.
İnsan başlı başına koskoca bir alemdir; bir ibret tablosudur özenle seyredilmesi gereken. Başlangıcı bir damla hakir su olan insan ana rahminde geçirdiği sırlarla bezenmiş çok özel ve orijinal evrelerden sonra aciz, korunmaya ve kollanmaya muhtaç bir varlık olarak gelir dünyaya. Hem de öyle bir geliş ki; onca aczine ve meşakkat verici gereksinimlerine rağmen sultanlar gibi oturur yüreklerde kurulan merhamet ve muhabbet tahtına.
İnsanın fiziki ihtiyaçlardan önce daha içten ve derinden bir dürtüyle ya da melekeyle yüreğinin ihtiyaçlarına; saf ve temiz duygularla bezenmiş sevgi refleksine muhatap olduğunu görmekteyiz ta çocukluk yıllarından itibaren.
İnsan hayatının tarihi süreci gözlemlendiğinde görülmektedir ki; belli bir süre çocuksu saf muhabbetlerle, evcilik oyunlarıyla kendisini hissettirmektedir insanın bu yanı.
Bu duygular yelpazesi her geçen gün tekamül göstererek gelişmeye başlar sonra. Zaman su gibi akar. Gece ve gündüz, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar birbirini kovalar bu saltanat içinde.
Gün geçtikçe bağımlılık azalır anne ve babaya, gün geçtikçe kendisinin farkına varmaya başlar. Gün geçtikçe bir “ben” in varlığını hisseder özünde. Fizyolojik ve rûhî gelişmeler birbiri ardınca çalar kapısını, kendisini tanıtır o’na.
Onları tanıdıkça, hissettikçe dünyası genişler, artık bir zamanlar tüm vakitlerini içtenlikle kuşatan anne ve babasının yüreklerindeki tahtı yetersiz kalmaya başlar. Taht kuracak yeni yürekler, kendi yüreğine tahtını kuracağı yeni sultanlar aramaktadır fıtrî bir gereksinim olarak.
Önceleri minicik yüreğine kocaman sevgiler sığdıran çocuğun her türlü çıkar ve tutkulardan, nefsî dürtülerden uzak, saf, tertemiz bir sevgidir nasiplendiği.
Şimdi ise bambaşka bir yüzüyle tanış olmuştur sevginin. Sevdanın kocaman ama zarif kanatlarıdır artık göğüs kafesinin ardında çırpınan. Yüreği sığmaz olur yerine. Onunla olmak, hep onunla birlikte nefes almak ister. Bu iklim unutturur ona açlığı, susuzluğu, yorgunluğu ve uykusuzluğu.
Fıtratında ki gelişmeler böylesi bir akışın içine bırakıverir onu doğal olarak. Fiziken büyümekte, bununla beraber yüreğinde ki duygu denizi de büyümekte, dalgaları hırçınlaşmakta, desenleri baharı andıran yepyeni mevsimler canlanmaktadır hayal ufkunda…
İnsan, Latif bir Musavvir olan yüce yaratıcının hikmetli iradesi sonucu hayat sürecinde meydana gelecek olan fiziki ve rûhî gelişmelere uygun olarak tasvir edilmiştir. İleride oluşacak kaçınılmaz fiziki ihtiyaçların gerektirdiği birlikteliğin daha doğal, daha kendiliğinden, daha cezp edici olabilmesi, zevk alınır hale gelmesi ve devamlılık arz edebilmesi murat edilmiş gibidir sanki bu tasvirde. Bunun için ise duygu deniziyle desteklenmiş, sevmek ve sevilmek arzusu bir hayat estetiği olarak nakşedilmiştir fıtratına.
Bu duygu insan için öyle büyük bir zenginlik ya da öyle harika bir lütuftur ki; özel bir gayret ve yeteneğe gerek kalmadan suyun akışı gibi, rüzgarın esişi, güneşin doğuşu gibi doğal olarak ve kendiliğinden gelişir. Yürekleri, daha sonra da gücüne göre akıl ve mantıkları, iradeleri dahi kontrol altına alır. Hayatı bir başka cinsle ve özel olarak geçirmek, en mahrem duygularını, acılarını, mutluluklarını ve dahi lokmalarını onunla paylaşmak vazgeçilmez bir ihtiyaç hatta tutku olarak baş gösterir.
Bundandır ki; yürek bir can ister yaratılmış canlar arasından; birlikte çarpacağı, birlikte sancı çekeceği, birlikte heyecan depremlerine tutulacağı ve aşk yağmurlarında birlikte sırılsıklam ıslanacağı. Ve canı bildiği, yarısı bildiği, özlem ufkuna böylesi bir hisle oturttuğu o özel varlıktan uzak kalmaya dayanamaz, nefes alamaz olur yalnız, yâni canı’sız kaldığında…
İnsan iki ayrı bedende birlikte nefes alan, bir nefesi paylaşan tek bir can olur böylesi durumlarda.
Sevilen ve sevgisine karşılık bulabilme talihini yakalayan kalp adetâ zarif bir kelebek kanadına tutsak düşer. Öyle garip bir tutsaklıktır ki bu; bitmesini istemez. O bağımlılıktan özgür olma ihtimalinin endişesi bir kor gibi düşer özüne yüreğin. Tüm hücrelerini amansız bir ateş sarar. Vuslat yağmurlarından başka hiçbir şeyin söndüremeyeceği bir ateş harmanıdır artık yüreği.
O hücreden çıkma yada çıkarılma endişesi acıtır canını, bu endişeyle doğar gece ve gündüzlerini kuşatan tüm amansız sancılar.
Sanki kanı çekilir damarlarından âşık’ın ve aşkın. Canı’sız kalmak endişesi üşütür tüm benliğini, tüm hücrelerinde hayata karşı derin bir soğuma baş göstermeye başlar bu hüzün ikliminde.
Güneş her gün bütün sıcaklığıyla doğsa da o’nu ısıtmaktan aciz kalır. O’nun güneşi Canı’sı dır. O doğmadıkça vuslat ufkundan bir güneş gibi kesinlikle ısınamaz âşık’ın üşümüş yanları
Kendisine hücre edinmiştir bu tutkuyu; ipek böceğinin kozasına hapsedişi gibi kendisini. O hücre hayat olur kalbe. Orada nefes alır, orada gıdalanır. Güneşi o hücrede, ay’ı o hücrede, yıldızları o hücrede seyreder; nazlı yarine benzeterek ve o’nu seyredercesine, o’nunla söyleşircesine meftunca bir özleyişle…
Bu hücrede tutsak kalmayı en büyük özgürlük olarak kabul eder. Bu bir sekerât-ı sevdâ’dır, bir sarhoşluk halidir; aşk sarhoşluğu. Gönül bu sarhoşluktan bir türlü ayılmak istemez…
O hücrenin sahibini görmek bir hayat ışığı olup yansır gözlerinde. Tatlı bir meltem, bir bâd-ı sabâ olup eser yüreğin vadilerinde. Ve kanı kaynatan tablolar çizilir hayal fırçasıyla düşünce tuvaline.
O’suz yaşam derin bir koma iken, onunla en aşkın noktasına ulaşır haz ve hayat.
O’nun dilinden dökülen sözler dünyanın en özge melodisi, en içli şarkısıdır ama bir kırgınlık ya da bir serzeniş anında da olsa canı’sının dilinden dökülebilecek olumsuz sözlerin ihtimali bile iç kanatıcı çetin bir kabus olup saplanır düşüncelerine.
Bir tebessümü ısıtır tüm varlığını, sarıp sarmalar bir güneş gibi üşümüş yanlarını.
O’nunla paylaşılan her lokma bir lezzet aşkınlığıdır tadına doyum olmayan.
O’nunla paylaşılan her yudum su sanki cennet ırmaklarından sunulmuş bir âb-ı hayat bâdesi gibidir; bir yanını serinletirken diğer yanını ateş yalımlarıyla yalazlayan.
Susadıkça içer, içtikçe susar karşı konulmaz bir ahenk içerisinde bu sudan.
Yâri’nin sitem kâr duruşu ve suskunluğu hançer gibi saplanır yüreğine baldıran zehri cinsinden. O’nu yeniden konuşturabilmek bir bayram gönenci gibi kuşatır yüreğini.
Yüzü bir seyranlıktır tadına doyulmayan. Bir an bulutlansa yüzü sevdiğinin, kendi öz canı buzullar da üşür. Nefes donar sanki, hayat donar.
Gözleri engin bir denizdir içine dalıp kaybolarak kendisini bulduğu. Bir an nemlendiğini görse içinde hicran çağlayanları coşar. Bir damla yaş aksa canısı’nın gözlerinden, köz olup düşer yüreğine.
Âşık bir başka iklimdedir artık; her ânı o’nunla dolsun, her nefesini o’nunla solusun ister.
Bu duygular aktıkça yüreğin ırmaklarından, kurulacak yuvalarda insanlık adına mümbit vahalar yeşerecek insanlığa miras kalacak nice muhabbet destanları yazılacaktır.
------------------------------
Çoğu zaman unutulur her nedense hayat’ın didişilerek tüketilecek kadar kıymetsiz ve uzun olmadığı.
Unutulur her nedense bir kalbi mahzun etmenin yüce yaratıcıyı da darıltacağı.
İnsan bu duygu ikliminden ve sevgi atmosferinden uzaklaştıkça sevmenin anlayabilmek, emek verebilmek, inanabilmekle hayat bulan nadide ve zarif bir filiz gibi olduğu da unutulur doğal olarak.
Her örseleyiş bir sam yeli gibi ağar üzerine sevginin. Tüm sevgi ve saygı fidanlarını kapıp sürükleyen bir iç sıkıntısı heyelanı başlar yüreğin yamaçlarında. Ve her ilgisizlik habis bir sülük olup emer sinsi, sinsi sevginin hayat damarlarında ki yaşama coşkusunu.
Yüzlerde ki her asılma, seslerde ki her soğuma iklimini bozar sevginin. Mutluluk güneşinin önünü önce gri bulutlar perdelemeye, sonra da kara bulutlar kuşatmaya başlar. Nefes alamaz olur sevgi böylesi iklimlerde.
Bu stres güvesi devam ettiği sürece her geçen an yok eder sevginin nefes alacağı nadide iklimi, öyle ki; hazan vurmuş hayaller ve hatıralar kalır insanın elinde sadece, bir de keşkeler; en pişmanından.
Unutulmamalıdır ki; sevgi hep; ışıldayan iki çift göz, tebessüm eden iki çift yüz ister, bir de bir biri için her hal ve şartlarda biteviye çarpan bir çift yürek.
Bunlar gıdası olur sevginin, havası, suyu, güneşi olur. Bunlara bağlıdır yaşayabilmesi, nefes alabilmesi.
Bir birine sevmeyi, anlayabilmeyi ve adanmayı layık görenler öğrenebilirler ve öğretebilirler sevginin gerçek değerini ancak. Ve ancak onlar ışıyacaklar sevginin geleceğe açık bir pencere olan muhabbet ufkunda.
Ey sevgili! selam olsun sana ve sevgiyle çarpan tüm yüreklere…