- 1770 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Nurkal KUMSUZ ile Edebiyat Üzerine
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
NURKAL KUMSUZ İLE EDEBİYAT ÜZERİNE GÖRÜŞME
Görüşmeyi yapan: Süleyman KARACABEY
- Sayın KUMSUZ; ÇINGI dergisi olarak edebiyatımıza hizmet eden şairlerimizi ve yazarlarımızı tanıtmayı ilke edindik. Bu nedenle ikinci sayımızda sizi okurlarımızla buluşturmak istiyoruz. Çıngı okurları için bize kendinizi tanıtır mısınız?
-1 Mart1964’te Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine bağlı Aşağı Beyçayır köyünde doğdum. İlkokulu burada bitirdikten sonra ortaokula Pınarbaşı Lisesi’nde başladım. Ortaokul ikinci sınıftan itibaren geri kalan kısmını ve liseyi Kayseri’de tamamladım. 1987 yılında S.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. Aynı yıl öğretmenliğe başladım. Yurdun değişik yerlerinde çalıştım. Hâlen edebiyat öğretmeni olarak görev yapmaktayım.
- Sayın hocam, edebiyatın çeşitli alanlarında yayınlanmış yirmi altı eserinizin olduğunu biliyoruz. Edebiyat sevdası sizde ne zaman ve nasıl başladı?
-Edebiyata, okuma yazma öğrenmeden önce, radyonun etkisiyle ilgi duymaya başladım. Türküler, halk hikâyeleri, destanlar, masallar beni edebiyat dünyasına çekti. Okumayı öğrendikten sonra kaynağım sadece takvim yaprakları oldu. Sonra, sınırlı sayıda bulduğum kitaplarla yolumu çizdim. Yazma tutkum da aşağı yukarı bu paralelde başladı ve gelişti. Edebiyata gönüllü tutsaklığım sebebiyle hâlâ zamanımın büyük bir bölümünü okuma ve yazma dolduruyor.
-Şiirle başlayan edebiyat çalışmalarınız uzun zamandır hikâye ve roman çalışmalarınızla devam ediyor. Şiirden nesir’e geçiş nedeninizi öğrenebilir miyiz ?
-Şiiri seviyordum. Zaten çocukluk ve gençlikte duygu hâllerini en iyi şiir anlatır. Ben de karaladıklarımı şiir sanıyordum. Şiirin özünü anladığım gün, yazdıklarımın duyuş ve söyleyiş bakımından benden çok uzakta olduğunu gördüm. Yazının etki gücü hayatıma kök saldıkça nesir ağır basmaya başladı. Yeteneğimin nesirde olduğunu anlayınca, o çizgide gelişmeye çalıştım. Şiir metinleri yazmayı bıraktım. Şiiri bırakmam, şiire sevgimden ve şaire saygımdan kaynaklanıyor.
- Nesirde de değişik türlerde yazıyorsunuz. Çeşitliliğin avantajı var mı?
-Elbette. Hayatın edebîleşmesi gerektiğine inanıyorum. Düşlerin en zor gerçekleşenini ararken farklı türler monotonluktan kurtarıyor. Ayrıca tekrara düşmeyi engelliyor. Hayatımın merkezine koyduğum edebiyatta daha geniş açılım için de kolaylık sağlıyor.
-Hikâyeciliğizi, romancılığınızı ve denemeciliğinizi bir yazar olarak nasıl tanımlıyor ve konumlandırıyorsunuz?
-Yazar; kişiliği, edebî kimliği ve eserleri ile bir kimliktir. O kimliği yaşadığı çevre biçimlendirir. Ben de bir Anadolu insanı olarak ülkemin gelenekleşmiş değerlerini sanat ruhumun mayası yaptım. Türkiye gerçeklerinden yola çıkarak dünyanın yeni şartları içinde, evrensel olabilme amacı doğrultusunda sürekli olarak zamanın sınırlarını zorluyorum. Yapmaya çalıştığım, maddi gözle görülmeyen hayatın sınırlarında bir meşale tutuşturabilmektir. Meselâ; hikâye ve roman, nereye açıldığını bilmediğin esrarengiz bir kapı gibidir. O kapının ardında; bilinen konunun, tanınan kişilerin, yaşanan zamanın, görülen mekânın, ortaya çıkan olay ve durumun, konuşulan dilin çok ötesinde esas çizgileriyle bir dünya var. Gerçek dünyadan farklı olmayan bir dünya kurgusu içinde toplumun mânevî nüfusunu güçlendirecek karakterleri oluşturma çabasındayım. Denemeler ise benim sanat dünyamın alt yapısını teşkil ediyor. Bakış açımın tutarlılığı için bir “bahçe” sembolü ile duyuş, düşünüş ve ifâde tarzımı geliştiriyorum. Denemelerimde cümlelerin buz dağına benzemesini tercih ediyorum. Hangi türde yazarsam yazayım, ortaya koyduğum, yaşadığım yere ve inandığım gerçeklere uygun olarak konumumun bir göstergesidir. Bu konumun ne olduğunu da zaman tayin edecektir.
-Sayın Kumsuz, eserlerinizi büyük bir titizlikle incelediğimizde etkili ve akıcı bir üslubunuz olduğunu ve kendinize mahsus bir anlatım tarzınızın olduğunu görüyoruz. Eserlerinizi kaleme alırken nasıl bir ruh haline sahip oluyorsunuz?
- Edebiyat, toplumun en yüce amacını temsil eden güçlü telkinleriyle bir başarı elde edebilmek için işini iyi yapmanın şart olduğu alanların başında gelir. Ortaya konan eser; insanı ve dünyayı kendi kavrayışıyla araca ve amaca uygun biçimde yeni baştan kucaklarken hayatın hasadından alınan üründür. Sanat adamı; bu ürünle insanlığın ruhunu besler, hayat seviyesini yükseltir. Her şey ölürken; sanat, o her şeyle beraber ölümü bile ölümsüzleştirir. Tarık Buğra’nın; “Sanat; kâinatı ve insanları, bir mizaca göre yeniden yaratmaktır.” Demesi bundandır. Sanat adamı, insanın kendisini sakladığı dar kalıpların dışına çıkarak kabuğunu kırdığı için eserlerinin dışında yaşama sanatını da çeşitlendirir. Zorlu süreçlerde rûh hâlim konuya göre farklılaşsa da daima büyük umutlar beslerim. En karamsar durumlarda bile tünelin ucunda bir ışığın olduğuna inanarak yazarım.
- Nasıl yazarsınız? Yazmak amacıyla masa başına hazırlıksız oturduğunuz olur mu?
-Neyi, nasıl yazacağımı önceden belirlerim. Bir konuyu yıllarca içimde taşırım. Karakterlerle yaşanan çevre, zamanın ayrıntıları... Her unsur içimde kendi mecrasınca akar. Olgunlaşınca gecenin geç saatlerinde kağıda dökmeye başlarım. Yazmış olmak için yazmadığımdan, hazırlıksız olarak masa başına geçmem. Odamda yan yana iki masa durur. Üzerinde kağıtlar ile en az üç renkte kalem bulunur. Masanın altında notlarla şişmiş dosyalar. Değişik türlerde yazdığım için zamanın her dilimini kullanırım. Her gün en az beş saat yazı çalışması yaparım.
- Ünlü yazarların şaheserlerinde genelde kendi yaşantılarını anlattıkları, yaşadıkları acıları kahramanlarına da yaşattıkları konusunda neler düşünüyorsunuz? Nurkal Kumsuz kendini yazdı mı ?
-Yazar ile eser arasında kopmaz bir bağ vardır. Bu bağ birebir benzeşmez. Sanat adamının kişiliği, sanatçı kimliği ve eserin kendi olma özellikleri bakımından farklılıklar gösterir. Yaşanmışlığın edebî olması için hayat gerçeğinin sanat gerçeğine dönüştürülmesi gerekir. Buna rağmen esas olan yazarın hayatıdır. Anne babalarının ölümü, çocuklarını kaybetmeleri, mutsuz aşkları, yoksullukları, hastalıkları, yani yaşadıkları her şey onların sanatçı kişiliklerini biçimlendirir. Zaman koridorunda yankılanan ayak sesleri hangi tonda olursa olsun, o sesi zamana nefes aldıracak boyutta yansıtırlar. Sanat adamlığı da budur, diye düşünüyorum. Ben de her yazdığımda bir yönümle varım. Bütünüyle kendimi anlatmıyorum. Parçaları bulan bütün olarak beni görebilecektir.
- Eren Yaprak, Nurkal Kumsuz’un cemiyete attığı bir tokat mıdır? Bu karakter ile Kumsuz’un birleştiği noktalar nelerdir? Böyle bir sonu gerçekten düşündünüz mü?
- Yazar; belirli bilgi ve beceri, inanç ve irade ile her şeyde özel bir sorumluluğun sahibidir. Yazarlığın; seçkin özellikleri ve tarifsiz meziyetlerine rağmen, katı ve acımasız gerçekleri de var. Çünkü yazar olmak, her şeyden önce çileye talip olmaktır. O, kendisini yetiştirirken, yazarken, eserlerini bastırmaya uğraşırken, geniş kitlelere ulaşmak isterken hep zorlukları göğüslemek zorundadır. Çevrelerinin duyarsızlıklarına katlanmak da ayrı bir işkence şeklidir. Eren Yaprak da bu paralelde bir karakter. Her sanat adamının aynı zamanda sanatının da fikir babası olduğuna inandığım için Eren Yaprak’ı kendimle özdeşleştiriyorum. Eren Yaprak’ta olduğu gibi bir sonu edebî olarak düşündüm. Herhangi bir sebeple yazmayı bırakan, bir şekilde susmayı tercih eden yazarları nitelemek için “Bartleby Sendromu” kullanılır ya; ben de o sendromu ara ara yaşadım.
- Günümüz yazarının yayınevlerinin ve büyük kitabevlerinin tutumu karşısında sıkıntıları nelerdir?
- Yayınevleri ile kitabevleri zamanın yok ediciliğine direnmede dayanak olan iki büyük güçtür. Yazarın var oluşunda da vazgeçilmez iki unsurdur. Yayınevleri; haklı olarak satma garantisi olanlara yöneliyorlar. Ünlü yazarları tercih ediyorlar. Eksik olan kitabı sadece bir meta olarak görmeleri. İyi ve güzel olanı bulmak ve tanıtmak da görevleri. Siyasî, sosyal, ekonomik farklılıklarla kendi çizgilerinde gidiyorlar. Kitabevleri de aynı yolda. Sıkıntıların aşılması için büyük çabalara ve uzun zamana ihtiyaç var.
- Türkiye’de edebiyatın geldiği noktayı ve yaşadığımız il olan Kayseri’de edebiyatın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Türk Edebiyatı; uçurumları bol olan zirvelerden oluşuyor. Hâlâ kırılamayan kalıplar ve aşılamayan duvarlar var. Gruplar, kesimler, yandaşlar dünyada bitse bizde bitmez. Ülkesindeki bir kesimi uzak ülkenin yazarından daha uzak görenler bir milletin edebiyatını temsil edemez. En azından temsil ettiği görüş çerçevesinde hak ettiği gibi değerlendirmek gerekir. Türkiye’de sanat adamları birbirini okumuyor. Beğendiği isimleri sayarken sadece yandaşlarını sayıyor. Yeni isimlerden umut vaad edenler sorulsa yine yandaş zinciri halkalar halinde dilinde dönüyor. Ayrıca, Türkçe dünya dillerinde dolaşım kulvarlarında yok. Herhangi bir dilde çıkan kitap en az birkaç dile çevrilirken Türkçe yayınlanan bir eser şaheser de olsa ülke sınırlarında kalıyor. Türk Edebiyatının ulu çınarları varken, dünyada gerektiği gibi konuşulmaması en büyük eksiğimiz.
- Günümüz edebiyatında kullanılan Türkçe hakkındaki düşünceleriniz nelerdir.
-Dil; sözün aydınlığında birbirimizi anlamamızda aracı olması gerekirken, kendi içine bile açılmayan bir kapalılığın sebebi olmuş. Türkçe, bugün, mecâlsiz bir dil hâline getirilerek, değişen değer hükümlerinde yozlaşmanın sembolü durumuna konmuş. Dil-kültür-edebiyat ilişkisi zedelenerek; konuşan ayrı, yazan ayrı Türkçe tutturmuş. Özellikle yazı dilinde kirlenme salgın bir hastalık hâlinde yayılıyor. Edebiyat dünyasına girmeye niyetlenen, önce dilini iyi öğrenmelidir. Yapı ve anlam özelliklerini usta yazarları okuyarak geliştirmeli. Dil olgunluğuna ulaşınca yazmaya başlamalı ki bir üslubu olsun.
- Şiirde ve nesirde diyalekt kullanımı hakkında düşünceleriniz nelerdir ?
-Bağımsız ve özgün bir tavırda dilin bütün imkânlarından yararlanılmalıdır. Diyalekt kullanımında hem besleyici hem de daha yaratıcı olmaya dikkat etmeli. Böylece özgün ve evrensel de olunabilir. Nazım ve nesir eserlerde Türk ve Dünya edebiyatında önemli eserlerde kullanılmıştır.
-Bir edebiyatçı ve bir eğitimci olarak günümüzde çığ gibi büyüyen şiir etkinlikleri ile bu paralelde şairlerin çoğalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz.
-Yazmasını bilmeden kendilerini yazmak zorunda hissedenlerin başvurduğu en önemli tür şiirdir. Her dönem şiirde yeteneksiz hevesliler türemiştir fakat bir mısra için çile çekenlerin yerine, bir oturuşta basit tasarlamaların ürünü ve hepsi birbirinin benzeri olan birkaç şiir yazabilenlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Şiirde yeteneksiz hevesliler bulanıklık ve anlaşılmazlık içinde, sanatları üzerinde düşünmeden kendi hayat hikâyelerini işliyorlar. Bunu yaparlarken de sanatçı kişilikleri olmadığından sürekli gerçek kişiliklerini yansıtıyorlar. Bir şair hangi aşamalardan geçer, dili nasıl kullanır, şekil ve muhteva unsurları nedir, bilmeden; devrin sosyal hayatını kavrayamadan, sanatın geleneğini ve onun temellenişini anlayamadan yazıyorlar. Necip Fazıl, bu gerçeği ne güzel vurgulamış:
“Bu yolun sahtekârı yoktu, yeni türedi;
Çile kalktı, bahçede ısırganlar üredi.”
Şiirde tıkananlar daha sonra kendilerini ifâde edebileceklerine inandıkları başka türlere de el atarlar. Böylece yazmasını öğrenmeden yazar veya şair olarak hiçbir zaman içerisine giremeyecekleri edebiyat dünyasında sultan olduklarını sanarak avunurlar. Bu çizgide de şiir etkinlikleri aynı kirliliğin uzantısından başka bir anlam taşımıyor.
Edebiyatta kaynağa inmeden, üsluba aldırmadan, belli bir sanat anlayışı içinde yoğrulmadan, sürekli arayış ve uğraş içinde olmadan, değişik duygu ve düşünceleri bir araya getirmeden, kendi ruhunun derinliklerindeki gizli dehlizlerin kapısını aralamadan tutunabilecek eser vermek imkânsızdır. Umutsuzca, şuursuzca çırpınışlar; edebiyatta kalitesizlik örneği olacak sözde eserlerden öte bir anlam taşımayacaktır.
- Son yıllarda sanal olarak tabir edilen internet aracılığı ile akıl almaz derece de şiirler paylaşıldığını görüyoruz. Edebiyatın çeşitli alanlarında internet hizmeti veren interaktif siteler her geçen gün çoğalmakta. Şiirlerin ve diğer edebiyat eserlerinin internetteki durumu ve düzeyi hakkında neler düşünüyorsunuz.
-Günümüzde duygularını şiir metinleri hâlinde ifade eden bile kendine şair diyebiliyor. Bu da yetmiyor, karalamalarını kitaplaştırıyor. İnternet aracılığıyla kendisi gibi olanlarla buluşuyor. Gündemde kalmak için aralarında yarışmalar düzenliyorlar ve ödüller dağıtıyorlar. Sonuç: Körlerle sağırlar birbirlerini ağırlar. Bu kadarıyla da kalınmıyor. Edebiyat alt yapısı olmayan kendini uzman sanıyor. Ustalarla boy ölçüşmeye kalkıyor. Şiirleri eleştirme hakkını kendinde görüyor. Bu tavır şuna benziyor: Amerikalı uzmanlar Türkiye’de kültür araştırması yapmışlar. Araştırma raporunun özetini de; “Türkler çok kültürlü. Nüfusun yarısı doktor, yarısı da mühendis.” diye özetlemişler. Rapora şaşıranlar; “Böyle bir şey nasıl olur?” diye sormuşlar. Araştırmayı yapanlar şu açıklamayı yapmış: “Türkiye’de bir yerin ağrısa önüne gelen sana reçete verir, bir şey yapacak olsan herkes sana proje çizer. Buna göre ülkenin yarısı doktor, yarısı mühendis.” Dolayısıyla, bugün ülkemizde herkes ya şair ya da eleştirmen. İnternette yayınlanan ya da kendi dillerince paylaşılan şiir ve yazıların çoğu, dergi ile yayınevlerinin çöplüğüne girecek olanlardır. Sonuç olarak; sanal kültürün uzantısı sığ anlayışların teknoloji aracılığıyla hâkim olduğu bir edebi hayat dayatılıyor. Bütün yoğunluğa rağmen gerçek edebiyat, kendi mecrasında akmaktadır.
-Sayın Kumsuz ; Türk ve Dünya edebiyatında derginin yeri ve önemi hakkındaki görüşlerinizi öğrene bilir miyim ?
-Edebî dergiler, her şeyden önce bir kalem mektebidir. Türk ve Dünya edebiyatında hayat bulması da hem sanat adamı hem de okuyucu yetiştiren bu misyonundandır. Belli bir okuyucu kitlesi oluşturarak edebiyata ilginin canlı kalmasını sağlamıştır. Okuma ve yazmayı teşvik ederek, özendirici adımlar atarak bir kalem mektebi olmuştur. Çok yönlü belirleyiciliğin güvenilir anahtarı olarak da, yetişen nesillerin hayatında edebî ustalığın kapısını açmıştır.
Bugün, edebî dergiler; kültürün değişiminde aşınma yönünden bir sapışın çarpıcı gerçeğini temsil ediyor. Çünkü, dergicilik yaşamayan ya da can çekişen başka bir dünya durumundadır. O kayıp dünyanın ışıltılı örnekleri arşivlerde kaldı. Kaliteli örnekleri doğsa bile imkânsızlıklar yüzünden uzun ömürlü olamıyor. Halbuki eli kalem tutanların kültürel hayata katılabilmeleri için ürünlerini sergileyebilecekleri dergilerin olması gerekir. Bugün yetişen nesil, okuyucu veya yazar olarak övünebileceği dergileri bulamamanın sıkıntısını yaşıyor.
-Nurkal Hocam, büyük edebiyat dergilerinin taşralı yazarlara yaklaşımını ve kadrolaşma durumlarını değerlendirir misiniz?
-Günümüzün dolaşım kulvarlarına göre taşralılığı kabul etmiyorum. Büyük şehir merkezli bir edebiyat anlayışına da katılmıyorum. Bununla beraber her bölgenin, her şehrin, hatta her köyün kendine ait bir sanat çizgisi var. Ayrıca değişik kültürel zenginliği yansıtan evrensel örneklerle de destekleyici olarak değerlendirilir. Bütün bu tamamlayıcı özellikler Türk edebiyatını oluşturur. Tutarlı ve anlamlı bir edebiyat çizgisinin bütün Türkiye’yi içine aldığını görmeyen dergiler, birkaç büyük ilin dışında kalan yerde yaşayan sanat adamlarına taşralı gözüyle bakıyorlar. Kültürel akışın yoğun olması yanında geniş imkânlara sahip olmaları bir avantajdır; fakat avantaj kendilerinin dışındakilere farklı bakma hakkı vermez. Dergilerin etkili olduğu zamanlar Anadolu’dan yazı gönderen gençler genellikle dikkate alınmazdı. Hatırlı kimselerin aracılığıyla gidenler ise geri çevrilmezdi. Ben de dergilere ilk kez öğretmenliğe başladıktan sonra yazı göndermeye başladım. Hikâyelerim yayınlanmadı. Israrla gönderdim. Yıllar geçtikçe hayal kırıklığım arttı fakat pes etmedim. Bir kez yayınlatıp bir daha göndermeme kararı aldım. Beş yıl sonra bir hikâyem yayınlandı. Bir daha da yazı göndermedim. Bugün edebî şartlar çok değişti. Artık dergilerin yazar, şair ve okuyucu yetiştiren okullar olmaktan çıktı. Büyük dergilerin kemikleşen kadro yapısı ve bakış açıları yüzünden önüne gelen dergi çıkarmaya başladı. Edebî kirlenmede onların bu tutumu etkili oldu. Gelinen noktada yanlışların düzeltilmesi ve dergilerin eski gücünü kazanması için Anadolu’nun gücünü görmek gerekir.
- Sayın Kumsuz, Malumunuz Çıngı dergisi yayın hayatına yeni başlayan bir dergi. Dergimizin ilk sayısını inceleme imkânı buldunuz. Çıngı dergisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Edebî Çıngı belirlediği amaç uğrunda hedefe ulaşmak adına; bir çizgi oluşturduğu gibi, Kayserili sanat adamları için de bir çıkış kapısı olabilecek özelliklere sahip bir dergi. İlk sayı olmasının eksikliklerine rağmen; amacı, hedefi ve kadrosu ile iyi bir başlangıç yaptı. Her sayı bir öncekinden daha iyi hazırlanarak yerini sağlamlaştırmalıdır. Bir dergi, her şeyden önce kadro işidir. Edebî Çıngı’nın kadrosu var. Zenginleştirilerek devam edeceğini de umuyorum.
YORUMLAR
"Çıngı" hayırlı uğurlu insanlığa yararlı olsun inşallah..:)
çıngı ekibine başarılar...
sevgim saygım tebriklerim günün yazısına çok değerli yazarına...
Süleyman Karacabey
Öncelikle "ÇINGI" dergsisinin yayın hayatında başarılar dilerim. Her yeni bir dergi yeni ufukların açılması demektir benim açımda.
Ve böyle faydalı bir söyleşi (sohbet) için teşekkür ederim.
Bir kez okudum fırsat bulursam bir daha okumaya çalışırım, güne düşen yazınızı candan kutluyorum hocam
Selam ve saygılarımla
Süleyman Karacabey
Süleyman Karacabey
Hemşerim Erciyes'in eteklerinde büyüttüğü edebi duruşunu hergeçen gün zenginleştiriyor....
Katkı sağlayan emek dolu bir çalışmaydı...
Kutladım...
Süleyman Karacabey
Mehtap ALTAN
Saygılar...