- 804 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAPLADIĞIN YER KADARSIN!..
’ DÜŞÜNÜYORUM, DEMEK Kİ VARIM!..’
Kim bilir kaçımız bu sözü ama şaka yollu, ama gerçek anlamı ile diline pelesenk etmiştir?..Düşünmek, varlığımızın göstergesi midir?
Düşünmek var oluş sebebimiz midir?..
Düşünmek, bilginin merkezi olmak ya da bilgiye ulaşmak mıdır?
Düşünmek, neyi nerede, neyi hangi adreste aradığına bakmaksızın doğruyu bulmaya çalışmak mıdır?
Gözlerine cehalet tozu kaçırılmış bir hayatın, gözlerini ovuşturma vaktindeyiz. O kaçan nesne çıkana kadar da oğuşturmaya devam edecektir hayat. Ta ki; bir kaç kirpiği kopana, gözleri kan çanağına dönüşene dek. Düşecek bir kaç damla yaşı da unutmamak gerek. Alışkanlıkların getirdiği davranış biçimleri sergilenirken, o an yanında biri varsa eğer, hayatın hemen yüzüne doğru eğilir ve tutabildiği bir kaç kirpikle, açabildiği kadar aralar gözkapaklarını ve var gücüyle üfler.Kaçan nesne her ne ise çıksın diye...Tüm bunlar koca-karı, ura olarak nitelendirilse de, günümüzde bu gibi durumlarda akla ilk geliveren, jet hızıyla uygulamaya koyulan bir davranış tarzı değil midir?
Kolları cehaletle haşlanmış hayatın!.. Acılar içinde kıvranıp, basıyor feryadı.Başına toplananlar panik atak bir tavır içinde, yana döne diş macunu aramaktadırlar. Lavabo ya da banyo da bulunup getirilen diş macunu, yanan yeri kapatacak kalınlıkta sürülüveriliyor bir çırpıda. Hemen aralardan çatlak bir ses daha yükselip;
-domates salçası, domates salçası..
diye bağırıyor. Acıyla kıvranan hayatın acısına aldırmadan, diş macunlanan yanık bölgesi silinip, domates salçasını sıvama faslı başlıyor...Demokrasi de çareler tükenmiyor ya hani, burada da insan beyni anlık düşünce sürecinde, akla hayale gelmeyecek çareleri peş peşe sıralıyor. Kimsenin aklına (!) en doğru adres HASTANE gelmiyor vesselam...
Nevri döndürülüp zıvanadan çıkarılıyor hayat!.. Hak bildiği yerden taviz verdirecek kadar...O anlık cinnet halinde, yöründgesinden kayıyor hayat.Yine bildik sahnelerin cereyanı bir bir sergileniyor.Perdeler açılıyor ve figüranlar sahnede yerini alıp, rollerini bileklerinin hakkıyla (!) oynuyorlar.Kimi pisikolog, kimi psikiyatr oluveriyor bir solukta. Hayatın bu alışmadıkları aykırı yanına, teşhis koyma çabasına düşüyorlar.Terapiler, tedaviler yanında, reçeteler yazıp, hobiler öneriliyor. Sinirlenme, sakin ol ve sevdiğin bir şeylerle uğraş, kendine bir meşgale bul diyorlar.Hepsi branşında tezini yazıp, masterini yapmış, profesör olmuşlardır. Bildiklerinin en gerçek olduğundan emindirler ve dirsek çürütmüşlerdir sıralarda. Beyin patlatmışlardır...
Sıradan değillerdir ve hep derler ki;
-Ben bunca şeyi boşuna mı okudum? Ne aklım fukara, ne de fikrim ukala’dır...
Ben bilrimin, merkez kaç kuvvetidirler. Çapları her daim, yarı çaplarıyla özdeşleşmiştir. Özgündürler!.. Özel ve de tüzeldirler!..İşleri fikir üretmektir, fikri tüketmek değil. Yalanı ve yanlışı önemli değildir. Çürütülmüşlüğü, neme lazımcılığın pasif noktasındadır. Yeter ki; söylesinler ve söyledikleri yankı bulsun. Gerisi teferruattan ibarettir.Tıpkı; ’Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış!’ gibi...
Burada aslolan şey şu;
Doğup büyüyorsun. Konuşmayı yürümeyi öğreniyorsun. Ellerinizi tutan elden kurtulup, ilk kendinle olma halini keşfediyorsun. Seviyorsun ve aşkların oluyor. Okuyor adam oluyorsunuz. Uçsuz bucaksız dünyanın keşfine duruyorsunuz. Geceleri yıldızlara bakarak, ne hayalleri kuruyor ve yıldızların koynuna saklıyorsunuz. Sevdiklerimiz, eş-dost, ahbap- yarenlerimiz çizdiğimiz çizgi dahilinde, hayatımızın olması gereken sınırları içinde, hayatımıza müdahil oluyorlar. Hayatın her boyutuna açıklık getirecek bilgiyi arıyorsunuz. Beyin de ve yürekte olan açlığınızı doyurmak gerektiğininde farkındasınız. Elinize her geçeni doğrularınız doğrultusunda okuyup, almanız gerekenleri alıp depoluyoırsunuz. kim bilir belkide kendinizi an geliyor, derya sanıyor ve kendinizle gurur duyuyorsunuz.Aklınıza ve bilginize güveniniz tam.
Doğarlar bir evrim...
Büyürler bir evrim...
Bluğ çağına gelirler bir evrim...
Hemen her anları evrimlere eş değerdir. Kozmik patlamalarmış, bir yaratıcıları olmuş, dinler göndermiş, Ayetler indirilmiş umurlarında olmaz.(Tövbe estağfurullah) İşinin ehli (!) kişiler onların bilgi açlığına, teoriler ortaya atarak mükellef bir sofra kurmaktalar ya, gerisi angaryadan ibaret kalıyordu. Hatta abesle iştigal bir konumda, haddini aşarak hem de Ayat-ı hırza, yani;
-AYETİN IRZINA GEÇME (sümme haşa ) gibi bir çirkinliği tasavvufa meyletme moduna girerler ki, hak getire mi demeli, Allah ıslah etsin mi demeli bilemiyorum...
Hep savunduğumuz ’ÖZNE FİKİR- ÇEKİRDEK FİKİR’, insan attığı her adımda önce ardından gelenleri düşünerek sağlam zemine basmaya çalışmalıdır. Hep savunduğumuz gibi, bıraktığımız mirasın yadı , küfürle ya da lanetle çorbalaşmış, şaşkın bir beyinden sıçrayan çelişkiler olmamalıdır. Hemen her günah, yine her ne hikmetse kendini dinler de ve dinlerin yanlış meallerle yansıtılmasından doğan çarpıklıklarda aklanmaya çalışılır.
Tıpkı her devrimin kabahati geçmişe, doğru yanı ise kendine yüklediği gibi...
Belaya davetten öteye gitmeyecek, derin ilim ve tasavvuf bilgisi gerektiren yer ve konularda yorum yapmaktan imtina edilmelidir.Unutulmamalıdır ki; ardımızdan gelen ve geleceği devredeceğimiz bilgilenmesini doğru yerde, dosdoğru alması gereken bir nesil var. Vebalini omuzlarımızda kıyamete kadar taşıyacağımız, vahim bir durumdur bu. İlim ve irfan ehlilerince çürütülmüş, faso-fisodan ibaret bir tezi, körpe dimakların hücrelerine zorla zerk edercesine hala savunmak, dayanak aramak, hangi akla ve izana sığar? Burada demezler mi;
-Bu zihniyetin getirdiği çarpık beyinlerde, katilliği, caniliği, hangi hak ve hukukla savurunur, aklarsın?..
Gerçekte neyse, ‘O’ gibi yaşayabileceği olanaklardan yoksun; sevgisiz, güvensiz, mutsuz insanlar grubu oluşturmaya çalışmakla, insanlığın kazancı ne olacak?…
Karanlık bir dehliz ve onca insanın hiç çıkma çabası yok… Üstelik önemli bir şeyi yakalamışçasına sıkı sıkı ya tutunmaların da anlayamadığım bir zevk alış biçimi olmalı..
Kendi yaptıklarımızın sonuçlarına katlanmak cesaret ister. Hatta arkasında duramayacaksak hiç başlamamak en iyisidir. Bu hayat yolculuğunda kendimizi oluşturma şansının seçimini de tam burada yapmış oluruz. Başkalarının istediği okullara gitmek, yönlendirdiği hayatlar yaşamak aslında ne kadar da güvensizlik doludur. Sizin için seçilenlerin sonuçlarını yaşarken cesaret de işe yaramaz. Sanırım en kötüsü insanın kendi hayatını seyretmesidir.Doğup büyümekle, ömür kisvesi hacminin dışına taşma şansın var mıdır? Metre küpüyün aldığından fazlasını, dolduracağın yedek bir haznen daha mı vardır? Sonsuz kainat içinde, Atomunu parçalayıp, moleküllere ayrısanda, ÖZDE ne isen O’ sundur..
İSTER ÜZERİNDEN EVRİM GEÇSİN, İSTERSEN DE DEVRİM!..
Haktan ve haklıdan yana olmak, idealimdir!.. İdolümdür!..
İşte bu yüzden yadırganıyorum… Kendilerine benzemeyeni ise ayıklamayı iyi biliyorlardı. Yanlarında ayrık otu gibi durduğumu bende biliyordum.
Haklı olmak göreceli, bende haklıydım.
Kitaplar kurcalıyor bilgilerimi arttırıyordum.
Göbeğine asit dökülen bir hayatın, limelenip dökülen anları eşliğinde, köklerimden kurtulup çınar gibi devriliyorum...Eridiğimi sanıyorlar ama ÇINARLAR AYAKTA ÖLÜR sözüne atfen, gülüyorum...Üzülüyorum..Gafletin ve cehaletin pençesinde sorgulanan inancıma ve sevgilerime cengaver kesilip, zırhımı kuşandıkça gerçek yüzlerini görüyorum insanların.Nasıl da menfaate yontulduğunu bir takım kutsi ve ulviliklerin...Ama biliyorum ki;
-Maskeler er ya da geç düşecek, gerçek yüzler ortaya çıktığında yüzlerdeki akneler görünecekti.İşte o zamanki hallerini, yüzlerinin rengini merak ediyorum...
Devrilsem de, oyuncağı olmadan, gaflet ve delaletin...
Ama tüm sevdiklerim, sevgilerim koynumda su katılmamış, en bakir haliyle...ALLAH (C.C)’ün verdiklerine şükrümün secdesindeyim...Olduğun gibi, yiğitçe mücadele etmekte bir sanattır ve mayasında varsa insanın, ÖLÜM HİÇLİK DEĞİL, BİLGELİKTİR!..
Ölüme kefen biçen aşkların eşiğinden savrukluğumuz muydu bizi acıyla müttefik kılan?
Her bahar duyumsamaktır solgun papatyaların kırılmışlığını... Her bahar umursamaktır aşkı...Ve her bahar özümsemektir, dondurucu ayazların ardından gelen sıcacık canlılığı...Yaradanına şükre durmaktır, yaratılmışlığına sunulan nimetler adına...
(Kitabı, kıbleyi ve mezarı) unutmadan...
Yaradana olan inancımla ve sonsuz şükrümle şunu sormak istiyorum;
EY İNSANOĞLU, YARATICI DEĞİL, YARATILAN OLDUĞUNU UNUTMA VE,
MAYMUN OLAN ATAN YERİNDE SAYARKEN, SEN NASIL EVRİM GEÇİRDİN?
TEORİLERLE, VAR OLDUĞUN ŞU SONSUZ KAİNAT İÇİNDE, KAPLADIĞIN YER KADARSIN FARKINDA MISIN?..
Saygılarımla. Hüzün Şairi ; Niğmet Yıldız
***************************************************************************
30 İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?
Kur’an /Enbiya
Bu ayetler evrenin oluşumuna kısa bir giriş yapmaktadır. Enbiya suresinin 30.ayetinin devamındaysa herşeyin sudan yaratıldığı belirtilmektedir. Bilimsel kronoloji de bu husus hakkında benzer bilgiler vermektedir. Satır arasında evrenin genişlemekte olduğunu belirten Kur’an ayetine de değinmeden geçemeyeceğiz. Şimdi evrenin genişlemekte olduğunu belirten ayete bir göz atalım.
47 Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz, biz, onu genişletmekteyiz.
Kur’an / Zariyat
1400 yıl önce bu ifadenin son kutsal kitap olan Kur’an da yer alması gerçekten çok düşündürücüdür. Bırakın evrenin genişlemekte olduğunu; Ay’ın Güneş’in diğer gezegenlerin dahi nasıl hareket ettiklerinin bilinmediği bir dönemde böyle bir metnin yazılması gerçekten çok düşündürücüdür. Bakara suresinde ve birçok ayette de Yaratan’ın ol kelimesiyle herşeyin başladığı vurgulanmaktadır. Bakara suresinin 117. ayetini okuyarak konumuza devam edelim.
117 Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Bir işin olmasını dilerse, ona sadece “Ol,” der ve olur.
Kur’an / Bakara
Bilim adamlarının bulgularıyla Kur’an’daki yaratılış hikayesi aynı anlatımdır. Ancak Kur’an’ın 1400 yıl önce indiği ve o günün koşullarında insanların anlayış yetilerine göre kurgulandığı unutulmamalıdır. Tanrı ol diyor ve o hemen oluyor. 14 asır önceki anlayışla insanlara Tanrı’nın yaratma gücü ol kelimesiyle anlatılmış ve o insanlar bunu sorgulamamışlardır. Günümüzde ise bilimsel veriler öyle bir noktaya gelmiştir ki, neredeyse yaratılışın ya da oluşum diyelim nasıl gerçekleştiği hemen hemen çözülmüştür. Burada dikkat edilecek husus şudur: Evren 13,7 milyar yıl önceki bir patlamayla başlamıştır. Son kutsal kitap bunu şöyle özetler. “Ol der” bu ol fiili zamanı yansıtmaz. Çünkü zaman kavramı evrende yoktur. Biz dünyada yaşayanlar için zaman kavramı vardır. Bu yüzden zaman kavramı hakkında görüş belirtirken bunun dünya zamanı olduğunu unutmamalıyız. “Tanrı ol dedi ve oldu” bu bize göre 13,7 milyar sürmüş olabilir. Ama Allah katında bu sadece bir andır. Olaya bu şekilde bakamadığımız sürece; bilim adamları ve din adamları her zaman iki ayrı cepheden olayları aktarmaya devam edeceklerdir. Bu asla unutulmamalıdır.
7- ‘Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış’ göğe andolsun;
Kur’an / Zariyat
Kur’an bize quantum fiziğinden bile örnekler vermektedir. Tabi bunları anlayabilene… Aşağıdaki ayet bu konu hakkında çok güzel örnek teşkil etmektedir.
61- Bir iş ve oluşta bulunsan, Kur’an’dan bir şey okusan; herhangi bir iş yapsanız, siz ona dalıp gitmişken biz üstünüzde mutlaka tanıklarız. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey, ondan daha küçüğü de daha büyüğü de Rabbinden uzakta/gizli kalmaz; tümü apaçık bir Kitap’tadır.
Kur’an / Yunus
İlk olarak dünyaya en yakın uydu olan Ay’a insanoğlunun ayak basacağı ve burada üs kuracağı yüce kitabımızda belirtilmiştir. Bu ayetleri aşağıda yayınlıyoruz.
17 Geceye ve (gecenin bağrında) toplayıp ürettiği şeylere
18 Dolunay şeklini alan aya ki,
19 Siz mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz.
Kur’an/İnşikak
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.