- 514 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı Kitap
Kırmızı ”kitabımız” değişti, günler önce bu konuda yazdığım yazıyı yayımlaycaktım ama araya zamansız bir ayrılık girdi. Sonra gündem füze’lerle, Wikileaks’lerle değişti. "Anayasa üstü" bir metin olan Kırmızı Kitap ile ilgili yazım bugüne kaldı.
Neydi Kırmızı Kitap?
Anayasanın da şekillenmesinde esas kabul edilecek kadar önemli olan kırmızı kitap, özellikle güvenlik ile ilgili konularda vatandaştan tamamen gizli bir şekilde oluşturulan anayasa üstü bir metindi(r).
Ulus devlet anlayışı farklılıkları düşman belle(t)mek üzerine kurulunca yönetim anlayışında konformist, statükocu, güvenlik konseptinin en belirgin özellikleri belirginleşir.
Bu da bir yolunu bulup düşman/tehdit bulmayı zorunlu kılmaktadır.
Vatandaşı kategorize eden; din, mezhep, ırk, siyasi eğilim, sosyal statü, coğrafî farklılık gibi konularda “tehdit/tehlike” sıralaması yapan bu anlayış bugüne kadar vatandaşı 1. ve 2. derecede tehdit ve tehlike addetti. Düşünün kendi vatandaşının düşüncesine düşman ve bu vatandaşlarını da tehdit ve tehlike addeden bir zihniyet…
Kurucu felsefesi düşman üretme olan devletimiz, üç yanını denizlerle dört bir yanını düşmanlarla çevirmek durumunda kaldı. Dış düşmanlar yeterli değildi. Anlaşmalarla dış düşmanlarımızla barış olasılığına karşın iç düşmanların amansızlığı ön plana çıkmalıydı ve bu sorun da Kırmızı Kitap’la aşıldı.
Vatandaşın değerleri, inançları, eğilimleri tehdit ise bunun zaman zaman “yakın” tehlike olması da gerekliydi! Söz konusu “gereklilik”in sırası İslam’da-Müslümanlardaysa bu kimi zaman Müslüm GÜNDÜZ’lerin eline sopa vererek gerçekleştirildi, kimi zaman da Uğur MUMCU’lar vurdurularak suçu sakallı ve kalpaklı “İran’cıların” üzerine yıkılarak (irtica-şeriat) hortlatıldı.
Tabi bu “gereklilik”in nasıl ve nece olduğunu toplumun büyük kesimi bilmiyordu. Halk, oluşturulan “tehdit ve tehlikeleri” essah sanıp “taraf” oldu. Dolayısıyla toplum, “bu acımasız bir oyun, üstelik defalarca aynı yöntemlerle sahnelenen bu oyuna gelmeyelim” diyenleri art niyetli görerek çağrılarını nazarı dikkate almadı. Öyle ya, göz göre göre insanlar öldürülür ve devletin en sorumlu ve yetkili şahsiyetleri topluma bunun “aşağılık ve bıktıran bir oyun” olduğunu söylemek yerine olayın hedefini saptıran beyanatlarda bulunursa toplum inanmayıp da ne yapsın? Üstelik belirlenen sloganlar, görevlendirilen şefler tarafından koroya söyletilince toplum tahrikin zirvesini yaşıyordu;
Türkiye laiktir laik kalacak,
Kahrolsun şeriat,
Şehitler ölmez vatan bölünmez…
Bu oyun bıktırınca yeni oyunun fragmanı da değişiyordu;
Kahrolsun Komünistler,
Komünistler Moskova’ya …
Doğrusunu söylemek gerekirse ülkede yalnızca “irtica tehdidi” yoktu. Kimi zaman da komünizmin gelmesi gerekliydi. Devletin bölünmez bütünlüğünü de tehdit eden unsurlar palazlandırılmalıydı. Ülkemizde zaten var olan malzeme yan unsurlarla büyütülüp kırmızı kitabın gereği yapılmalıydı;
Ülke her zaman “irtica ve komünizm tehlikesi” ile karşı karşıya bulunmaktaydı! İşte bu son değişiklikle artık ülke/yönetici anlayış vatandaşını ve onların inanç, ırki kimlik, siyasi düşünce vb. farklı tercihlerini tehdit olarak gör(e)meyecek.
Ne yani?
Bu ülkenin vatandaşı velev ki rejime muhalif de olsa tehlike mi olur?
Bir ülkenin vatandaşı aynı düşünceye sahip olabilir mi?
Aynı dini,
Aynı dili,
Aynı mezhebi,
Aynı dünya görüşünü taşıyabilir mi?
Bu ülkede faşist, komünist, despot ve totaliter yönetimlerde bile bulunamayan tek tip insan istendi. Bu basit bir temenninin ötesinde, on yıllarca toplum mühendisliğinin en şedit yöntemleriyle oluşturulmak istendi.
Elbette ki vatandaşlar farklı düşünecek, farklı inanacak ve farklı yaşayacaklardır. Bu farklılığı yaşayanlar olarak bizler;
Evrensel hukuka aykırı olmamak şartıyla, yani başkasının hak ve özgürlüğünü kısıtlamadan, şiddete başvurmadan doyasıya yaşamak istiyoruz.