SOLMUŞ ÇİÇEK KOKUSU
Geceydi, yanıp sönen buğulu bir sokak lambasının altında sarılmıştı bana sıkıca. Saçlarımı okşuyordu, bilmiyordu ki bu onun son dokunuşuydu. Hâkim olamıyordum gözyaşlarıma. O hissetmiyordu, o bilmiyordu, o duymuyor, o görmüyordu. Dokunuyor, saçlarımdaki eskimişliği hissetmiyordu. Beni tanıdığını zannediyor, hiçbir şey bilmiyordu. Ağzımdan çıkanları duyduğunu sanıyor ama duymuyor anlamıyordu. Beni, suretimi gördüğünü sanıyor, hiçbir şey görmüyordu. Hissetmese de, bilmese de, duymasa da, görmese de yapamıyorum. Onu bırakıp gidemiyorum. Onsuzluk; hiç bitmeyecek bir hayat gibi geliyor. Bende ona sarılıyorum.
Elinde bir çiçek var. Ne çiçeği olduğunu bilmiyorum. Gözlerimin içine bakıyor. Yalnız o zaman beni anladığını düşünüyorum. Kilitleniyorum gözlerinin maviliğine, anahtarı da kalbimin uçurumuna attım. Onu oradan çıkarıp gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayıramıyorum. Tanımadığım çiçeği uzatıyor bana. Yepyeni bir vücut gibi usulca alıyorum çiçeği elime. Kokluyorum. Kokusu solmuş bir çiçek gibi, oysa ne kadar da canlı görünüyor.
“Biz de öyleyiz. Senle ben. Dışarıdan canlıymış gibi görünüyoruz, aslında iki çürümüş vücuduz” diyorum. Yüz ifadesi değişiyor. Açıklama istercesine bakıyor bu sefer gözlerime. Açıklamasını kendisi de bilmesine rağmen benim ağzımdan duymak istiyor yine. “Yok, açıklaması yok…” diyorum. Nasıl seslendirebilirim ki ne düşündüğümü, gücüm yetmez. Üstüme geliyor “Söyle!” diyor. “Hayır” diyorum. Arkamı dönüp gidiyorum. Önüm karanlık, sokak lambaları tek tük yanıyor, yalnızlığıma yürüyorum yavaş adımlarla. Peşim sıra ayak sesleri duyuyorum, arkamı dönüp bakmaya cesaretim yok. Dönersem biliyorum hiç bitmeyecek bu acı. Ama yine de umutlanıyorum arkamı dönersem onu görürüm diye. Mantığım “Bırak git. Kendini daha fazla üzmenin âlemi yok” diyor. Kalbimse bağırıyor avaz avaz “ Geri dön sarıl ona, sende biliyorsun seviyorsun, bu inat niye?” diye. Cevabını verebiliyorum o beni anlamıyor, hissetmiyor, görmüyor duymuyor… Dayanamıyorum yine, arkamı dönüyorum.
Gördüğüm yüz beklediğim yüz değil. Aradığım yüz arkası dönük sokak lambasının altında duruyor. Yine hayal kırıklığına uğruyorum ama bu hiçbir şey, kıyaslandığında diğerleriyle. Gerisin geri yürüyorum, yürüdüğüm karanlık yolu. Onun yanına gidiyorum, sevdiğimin yanına. Beni görünce hiçbir şey söylemiyor. Yalnızca yere bakıyor. Bir süre sonra bana doğru bir adım atıyor. Kollarını sarıyor belime. Nefesinin sıcaklığını hissediyorum çıplak omzumun teninde. Kulağıma eğiliyor. Bir şeyler fısıldıyor “Ben sana mecburum, sen yoksun”. Haklıydı ben yoktum. Vardım ama anlaşılamazlıktan artık yoktum, var olmayacaktım.
Ağlıyor, ağladığını görmüyorum ama biliyorum. Biliyorum çünkü elimi sıkıyor. Daha fazla olamaz, olamayacak bunu da biliyorum. Onu dikleştiriyorum gözlerinin içine bakıyorum. “Benim kalbim eski bir kitap gibi, okumayı kimse bilmiyor ve kimse buna tenezzül bile etmiyor, sen denedin ama yanlış çevirdin sözcükleri veya kendi anlamak istediğin şekilde anladın onları, yoruldum artık yanlış okunmaktan, bu yüzden gidiyorum ama seni seviyorum” diyorum. Hiçbir şey söylemiyor. Son bir kez sarılıyorum ona saçlarımı okşuyor ama bu sefer her zamankinden farklı, merak ediyorum ama bitti gidiyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.