SEN GİDİNCE DÜNYANIN RENGİ KAÇTI GÖZLERİMDE
Efsanesi bitmeyen bir kutlu dağdır başında dumanı eksilmeyen Sis dağı. Sana sunduğum bade-i aşkın köpüklü bir deminde hummalı bir hastalığa yakalanmışlıktır tutkularım. Sen geldin yüreğime bir meltem gibi Karadeniz’in serin yaylalarından... Kelam-ı ilahiyi söyler dilin her an, kıyam-ı kıble eden yüzünden goncalar dökülür.
Sen buz gibi serin sularınla Sis dağının yamaçlarından süzülür gönlümün asırlardır yağmur yağmayan köşelerindeki çöl ateşini söndürürsün. Şebnem olur yanaklarıma dokunur, bulut olur ince ince yağarsın alacalı saçlarıma... Rüzgar olur üfül üfül esersin kırkikindileri, saçlarımı tararsın hiç dokunmadan. Ellerin ellerime dokunur, gözlerin gözlerime...
Ay parçası yüzünde bir nur belirir Şems-i Firdevs’ten. Alacalı bir bakıştır sonbahar yeşili gözlerinden içime akan sevinçler. Senden gelecek her bakış bahçemde açacak bir tomurcuğun habercisidir özlenilen günlerin.
Tımar edilip budanmış duygularımın başköşesinde sanatsal bir yapıttın sen. Kubbesi gökyüzü olan bir mabedin altında kulluğunu göstermeye amade bir kulun boyun eğişleridir yakarışlarım.
Avuçlarımdaki karları eriten güz yangınlarına terk edilmiş kırmızı gülleri sonbahar yeşili gözlerinin hüzmeleri altında kucağına bırakıyorum. Sevda kemendini boynuna geçirmiş aşıklar gibi tan yerine yemin ederek kapına koşuyorum. Kapına koşuyorum bütün benliğimi ardıma koyarak…
Ey sevgili, gamzende soluklanmaya muhtaç düşmüş bedenim; güzel günlerime bir güneş gibi doğacağın ümidiyle yaşarken hazan vurmuş yapraklarım vakitsiz dökülürdü… Yıldızlar bir bir düşerdi sonsuzluktan…
Sen gidince dünyanın rengi kaçtı gözlerimde…
Sen gidince anlamsız bir beste salınır maviliklere.
Ve sen gidince…
Kubbesi siyah bir örtü olan dünyanın tekdüze baharlarında gözyaşların ıslatırdı tenimi. Bir yıldız gibi parlardı gülüşlerin içimde. Dudaklarım ismini hecelerken gözlerim geleceğin yollarda seni arardı.
Şimdi sen yoksun, beyaz gülüşlerin de yok... Güneş küskün, yağmurlar kara bulutların esiri... Tebessüm eden çehresi karardı hayatın... Hıçkırıklar düğümlendi boğazıma... Bahçemde açan gül turab oldu, bedene sancılar sokuldu oymak oymak...
Söyle sevdiğim, hangi rüzgar eser ardından durmadan, hangi el sevda gergefini dokur nakış nakış. Hangi aşık mecnun olup çöle düşer benim gibi ardından...
Yazdıkça silinen sözcükler gibiydi hayat senden sonra. Ben yazdıkça ardımdan dalgaların hışmına uğradı kuma yazdığım sevdam...
Taşı toprağı altın olan bir beldenin sultanı olsam ne olur, bir gül açmadıktan sonra bahçemde... Sevda yağmurları yıkamadıktan sonra bedenimi...
Ne olursun!
Sabahın ilk ışıkları henüz dağılmamışken etrafa, sen güneşin yelelerine tutunup doğ dünyama alacalı ufkun maviye çalan çizgisinden.
Güzeldir beklemek sen olunca beklenen…
Güzeldir gözlerinin ummanında eriyip uykuya dalmak, hülyasında sen olan hayale dalmak.
Güzeldir…
01 Aralık 2010/Korgan