- 1936 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
307 - El HAFIZ
Onur BİLGE
İlhan, dünya ve ahiret işlerini dengeli bir biçimde götüren nadir kişilerden. Onun gibi olabilmeyi ne kadar isterdim! Çalışma hayatı ve derslerden başımı kaldıramıyorum. Oysa teneffüs süreleri kadar zaman ayırsam, yeteri kadar ibadet edebilirim. Şeytan, dünyevi meşguliyetleri nasıl da süslüyor, işini ne kadar mükemmel yapıyor! Ona da gıpta ediyorum. Hepimiz en zaruri işlerimizi aksatırız da ucunda cennet olmadığı halde nedendir bilinmez, o en küçük işini bile asla aksatmaz!
Kısacık bir hayat ve tamamlanacağı belli olmayan on beş yirmi senelik bir çalışma hayatı için yaklaşık elli ders kitabı okunuyor, içindekiler kayda alınıyor. O kadar meşgulüz ki hepimize gelen mektubu okuyacak vakit bulamıyoruz. Aramızda, zarfını dahi açmayanlar ya da açamayanlar var. Ölümün öldürüldüğü yerde, hiç bitmeyecek şiir gibi bir hayatı hak etmek için gereken sınavda nasıl davranarak, neler yaparak başarılı olabileceğimizi öğretmek için indirilen kitaptan azami faydalanmaya çalışmamız gerekirken, bizim gibi onu okumaya vakit bulamayanlar da okuyup anlamaya ve uygulamaya lüzum görmeyenler de anlamına vâkıf hafızlar da var. Ne mutlu onlara! Onlar ki hıfzettikleri ayet sayısınca mertebe bulacak, yüksek makamlara ulaşacaklar ve değil cehennemdekiler, cennette olanlar bile bir üst makamdakilere gıpta ile bakıp vakit varken daha çok gayret etmediği için derin pişmanlık içinde olacak.
Hafîz, bir nesneye nigehbân ve müvekkel olan kimse demektir. Hıfzetmek… Korumak… Ezberlemek… Zihinde muhafaza etmek… Görüp gözetmek, uyanık davranmak, ihmal etmemek… Allah için ise âlimlerin dediğine göre, korumak ve bilmek anlamına da geliyor. Yeri, göğü ve canlıları yaratıp düzene koyduğu gibi koruyor da. Davranış, söz ve niyetleri kayda aldırtıyor, muhafaza ediyor. Kuran-ı Kerim’i de unutulmak, tahrif ve ihmalden koruyor.
Gazalî’ye göre, birbirlerini yok etmeleri gereken zıtları bir arada dengede tutarak hem varlıkları hem de diğer varlıklardan koruyor ki bu genel bir korumadır ve bir şeyin korunması, diğerinin korunmasına mâni değildir. Ayrıca, itaat ve ibadet eden dostlarının din, dünya ve ahiretlerini özel olarak, bir hadise göre, hastaların sudan korunduğu gibi koruyor. En önemlisi imanın muhafazasıdır ki onun düşmanları; şirk, nifak, riya, şüphe, zayıflık, eksiklik, abeslik, amellere şeytanın müdahalesi, şehvet, dünya ve fitnedir. Bunlardan korunmanın şartını Efendimiz: “Sen Allah’ı koru ki o da seni korusun, Allah’ı koru ki onu yanında bulasın.” diyerek açıkça belirtilmiş.
Eskiden, evlerin kapılarına, her türlü felaketten korunmak amacıyla, üzerinde ‘Ya Hâfız’ yazılı levhalar asılırmış.
Meyveleri zarlarla kabuklarla; böcekleri kitinle, hayvanları deriyle, insanları ciltle ambalajlayarak muhafaza eden Allah, koyduğu kanunlarla düzeni, kurallarla da korunma usullerini belirlemiş ve zaralı şeyler hakkında akıl sahiplerini bilgilendirmiş, onları haram etmiş. Canlıları bir vakte kadar yaşatmaktadır; filleri, yedi kat göğü ve yeri kıyamete, indirdiği nuru ise sonsuza kadar koruyacaktır.
Korumak dedim de aklıma geldi. Bir kadıncağız vardı. Elinde dört çocuk… Onlara dükkânında bakar, onca iş yetmezmiş gibi bir de dışarıya elişi yapardı. Huzur içinde çalışırdı. Gıpta ederdim. Bir gün dayanamayıp sordum:
“Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun? Onca çocuğun ve bunca işin arasında bunalmıyor musun?”
“Hayır. Neden bunalayım? Allah bunaltmaz beni.”
“Neden bunaltmaz? Senin ne ayrıcalığın var?”
“Allah diyen, mahrum kalmaz. Her ilmekte Allah diyorum ben. Dedikçe içim açılıyor, ne sıkıntı kalıyor ne keder! Bir huzur kaplıyor ki içimi, sorma gitsin! Kalkmak, oynamak, dans etmek istiyorum. Ek bir enerji mi geliyor, ne oluyor, bilmiyorum. Nur mu iniyor, her harfi için? Her bir Lafz-ı Celal arşa yükselirken benim de ayaklarım yerden kesiliyor.”
“Sen burada meşgulken ya çocuklarına bir şey olursa?”
“Ne yapabilirim? İkisi okulda… Biri bir sınıfta, biri bir sınıfta… Biri eşikte biri beşikte… Her birinin yanında olamam ki! Hızır Aleyhisselam mıyım ben, anında her yerde hazır ve nazır olayım? Haddini bilen aciz bir kulum. Allah’a emanet ediyor, işin içinden sıyrılıyorum. Evham etmiyorum ama kendi hallerine de bırakmıyorum. Ateşe, prize dokunmasınlar, düşmesinler, birbirlerine zarar vermesinler diye dikkat ediyorum. Dördünü de dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumayı başarabilsem bile tehlike bertaraf edilmiş olmuyor ki! Kalp krizi, beyin kanaması… Her şey olabilir ve ben minicik bir kan pıhtısıyla başa çıkamam. Akıllarını muhafaza edemem. Onları tam anlamıyla ancak ama ancak Allah korumaya güç yetirebilir. Yaratan O, gözeten O! Muhafaza edecek olan yine O! O dilemedikçe kim ne kadar koruyabilir? Benim koruyabilişim de emri ve müsaadesiyle sınırlı…”
“Nasıl dua ediyorsun?”
Kendi kendime geliştirdiğim bir duam var. “Allah’ım, çocuklarımı, beni, Ümmet-i Muhammedi kazadan, beladan, kötü gözden, kötü sözden, cinin, şeytanın şerrinden, kabir azabından, cehennem ateşinden, dünyevi ve uhrevi her türlü felaketten koru, gözet; cümlemizi cennetine ve Cemaline lâyık kullarından eyle!” diyorum.”
“Âmin! Ne kadar kapsamlı bir dua! Ben de yazsam!”
“Yaz ya! Ben, bu duadan önce dokuz İhlâs, bir Fatiha okurum, çoğu zaman. Bir gün ne oldu, biliyor musun? Ay! Hatırlamak bile mahvediyor beni!”
“Ne oldu? Kötü bir şey mi?”
“Kırk yılın başı, içim daraldı da bir arkadaşla on dakikalık bir yere kadar yürümek için küçüklerin ikisini babalarına teslim ettiydim. Arkadaşım da Coğrafya öğretmeni… Elinde Dost adlı köpeği… Konuşa konuşa, yavaş yavaş yürüyoruz. Tam gideceğimiz yere yaklaştığımız sırada gözlerimin önünde bir görüntü belirdi. Boşlukta… Siyah beyaz, gri renklerde… Televizyon gibi seyrettim. Benim Mesude, o zamanlar iki yaşındaydı. Büyümüş, tekerlekli sandalyede!.. Bir aklım varmış, çıktı gitti!.. Dizlerim kesildi! Başladım okumaya! Hemen! Dokuz İhlâs, Bir Fatiha… Bu duayı da ettim. Arkadaşım Neriman, ne olduğunu, ne yaptığımı sordu. Dedim ki böyle böyle… “Trafik kazası…” Hemen Dost’un zincirini topladı, onu iyice yanına çekti. “Ona değil ki! Ona bir şey olmaz. Benimle alakalı… Çocuklar… Allah korusun!..” “Allah korusun! Peki, ne yaptın? Geri dönelim!” “Okudum. Dua ettim. Ne yapacağım? Ne yapabilirim ki! Olacak olan olur, ölecek olan ölür. Yapacak başka bir şey mi var? Dua… Sadece dua… Korursa Allah korur! Gerisi hava cıva!” “Ben olsaydım, ne yapardım acaba? Geri dönerdim! Deliye dönerdim!..” “Zaten döneceğiz. Gelmek istediğimiz yere geldik. Döneriz de… Bir anda mı dönüvereceğiz? O kadar yol geldik. Yaklaşık on dakikalık yolu bir anda mı kat edivereceğiz?”
“Peki… Merak ettim. Bunu sana neden gösterdi, madem olacak olana müdahale etmemiz mümkün değil?”
“Boşuna değildir Onun hiçbir yaptığı. Mesaj niteliğinde bir uyarı, son bir fırsattır belki. Dua payı bırakmıştır. İnsanlara zulmetmez. Merhamet eder. Gazabından ağır basar merhameti. Kim bilir ne kusur işledik ki hak ettik ama belki pişman olur, tövbe eder, dua eder sığınırız diye fırsat verdi belki. Hemen dua etmek lazım… Hemen. Duadan önce ‘Estağfurullah El Azim’ demek gerek. Af dilemek… Temizlenmek… Kirli borudan temiz söz gelmez, dua makbul olmaz.”
“Ya? Bilmiyordum. Fakat çok mantıklı…”
“Bir de Besmele ve Salâvatla başlar, Besmele ve Salâvatla biterse çok daha makbul olur. İki Besmele arasındaki dua reddedilmez, iki Salâvat arasındaki dua geri çevrilmez. Ne güzel dinimiz var! Her imkân, iki elimizin içinde… Avuçlarımızda… Topun tüfeğin yapamadığını yapar, bir müminin duası!..”
“Sonra ne oldu? Çocuğa bir şey olmuş mu?”
“Biz gitmekte olalım; babaları, küçüğü kucağına, onu eline almış, karşıya geçmişler. Oradaki iki arkadaşıyla konuşuyormuş. Bizimki elini bırakmış, o da oralarda gezinirken, karşıya geçmeye, dükkâna gitmeye kalkmış, yola inmiş. O sırada yoldan bir kamyon geçiyormuş. Küçüklerinden… Kız yürümüş, kamyon yavaşlamış. Geri dönmüş, tekrar hızlanmış. Mecburen fren yapmış. Tekrar geri dönmeye kalkınca; kamyon, her ihtimale karşı durmuş, bizim kız, tamponu tuta tuta karşıya geçmiş.”
“Babası ne yapmış? Durup seyir mi etmiş? Allah Allah! Kurtarmaya çalışmamış mı?”
“Çarşı ayağa kalkmış! Esnafın yüreği ağzına gelmiş. Hep birden bağrışmaya başlamışlar. Onun da elinde küçük… O anda ne olduysa, kıpırdayamamış. Sadece kıza komut vermiş. “Gel! Gitme! Dur!” diye ama o bildiğini okumuş. Anlamaz ki! Küçük!”
“Kırk yılda bir emanet ettin…”
“Anne gibi olur mu? Benim her zamanki işim, onları gözetmek. O, arada sırada… Asli görevi değil. Aklıma da geldi ama… “Koruyamaz bu bunları!” dedim, içimden. Aklıma gelen, başıma geldi. Düşündüren de Allah…”
“Eğer vursaymış, gördüğün gerçekleşebilirmiş. Tampona tutunmuş, baksana! Allah muhafaza…”
“Ya… Öyle! Allah korudu! ‘Allah muhafaza’ değil, “Allah muhafaza etsin!” denir.”
“Öyle demek istedim zaten. Cümleyi yarım bıraktım, tamamı herkesçe bilindiği için.”
“O da duadır. Tamamı söylenmeli. Sen öyle yap. Benim dediğim gibi de. Öyle bir dua et ki kabulünden zerre kadar şüphen olmayacak şekilde… Duadan sonra da aklına olumsuz hiçbir şey getirme! Unutma, şüpheyle edilen duanın kabulü de şüphelidir. Tam bir teslimiyetle teslim ol ve sevdiklerini en mükemmel şekilde teslim et, Yaratan’larına.”
“Onlar bize emanet zaten. Asıl sahipleri Allah…”
“Ben bazen şöyle dua ederim: “Ya Rabbi! Onları Sen yarattın. Bana emanet ettin. Ben sadece doğurdum. Büyüten de sensin. Bana, onları koruyacak güç ver! Asıl sahipleri Sensin! Sana teslim ettim! Sen koru Ya Rabbi! Sen koru, Ya Rabbi Sen koru Ya Rabbi! Âmin!” Daha içten bir dua, değil mi? Gözlerim yaşarır, her tekrarladığımda. Bazen ağlayarak… Şimdiki gibi…”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 307
YORUMLAR
Yapılan işleri bütün tafsilâtıyla tutan, her şey'i belli vaktine kadar âfât ve belâlardan saklıyan...
Hıfz, korumak, demektir. Bu koruma iki şekilde olur.
Birincisi, varlıkların devamını sağlamak, muhafaza etmektir.
İkincisi, birbirlerine zıd olan şeylerin, yekdiğerlerine saldırmasını önlemek, birbirlerinin şerrinden onları korumaktır.
Allah her mahlûkuna, kendine zararlı olan şeyleri bilecek bir his ilham buyurmuştur. Bu Hafîz ism-i şerîfinin tecelliyatındandır.
Bir hayvan kimyevî tahlil raporuna muhtaç olmadan kendine zararlı otları bilir ve onları yemez.
Kulların amellerinin yazılması, zâyi olmaktan korunması da Hafîz isminin iktizasıdır.
Bu bakımdan âhirette yeniden dirilme ve yaptıklarından hesaba çekilme ile Hafîz isminin yakından alâkası vardır.....sevgi ve selamlarımla.
İlk yazdığında da okumuştum. Her zamanki gibi dönüp yeniden okudum. Bu bir eser. Bu seri kesinlikle en kıymetli raflarda yerini almalı artık. Umarım tez zamanda çıkar ve hatta Kültür Bakanlığı tarafından basılır. Ne diyeyim daha kıymetli yazarım. Bir numarasın daima...