- 1028 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
15
Uyandığımda Suat’ı yanımda görememiştim. “Çok mu geç kalmıştım acaba?” diye geçirdim içimden. Suat neden beni uyandırmamıştı ki sanki. Yine de kızamadım O’na. Büyük bir ihtimalle mutfakta bir şeyler yaparken bulacağımı ümit ediyordum. Usulca yataktan kalkarak ayağıma terliklerimi geçirdim ve berjerin üzerinde duran mor sabahlığı üzerime giydim. Tam odadan çıkacakken gözüm aynadaki görüntüme çarptı. Çocukluğumuzda çok yapardık bunu. Yine aynı şekilde fakat bu sefer muzip bir eda ile ayağımın birini geriye atıp dizlerimi hafif kırarak kendimi selamladım ve avucuma kondurduğum küçük bir buseyi aynadaki aksime gönderdim. Sanki oyun bitmiş ve perde kapanıyordu, ben de izleyenleri selamlıyordum.
Kocaman bir tebessüm düştü dudaklarıma.
—Günaydın deli kız. Çok neşeliyiz bugün. Sevilmek her kadına da sana yakıştığı gibi yakışıyor mu ki? Çok güzeliz bugün çok…
Kendimeydi bu göndermeler. Kafamı iki yana sallayarak” sen delisin” diye düşünmeden de edemedim. Aniden anemin sözleri takıldı aklıma.
“Bir erkeğin karşısına sakın sabah çıplaklığınla çıkma kızım. Seni hiçbir zaman o bakımsızlıkla görmemeli bir erkek” demişti bir zamanlar. Nedenini sorduğumda ise,
“bir erkek asla gözlük takarak bakmaz kadına, seni sen yapan ayrıntıları görmeyebilir” diye devam etmişti.
Haklı olabilir miydi? Ömer’le olan beraberliğimde bu tür takıntılarım hiç olmamıştı benim. Kaldı ki Ömer, her dağınıklığıma tanıklık etmişti öğrencilik hayatımda. Hatta bir keresinde uyanınca çok daha güzel olduğumu ve uyku mahmurluğundaki telaşımı ne kadar çok sevdiğini söylemişti.
“sana dair hafızaya kazınacak bir an varsa sanırım seviştiğimiz gecelerin sabahları olmalı bunlar, öyle çıplak ve öyle kendinsin ki, hiçbir kötülük bulaşmamış, hiçbir şeytanlık uğramamış gibi henüz bünyene. Gün içinde bunları kendinde toplamayı nasıl beceriyorsun bilmiyorum ama seni her sabah böyle görmek için her gece sevişmek istiyor insan.”
Diye ekleyerek de utancımı katmerlemişti.
Aynada kendime bakarken şimdi daha iyi anlayabiliyordum ne demek istediğini.
Ne yapıyordum ben Allah aşkına. Süratle aklımdaki düşünceleri kovarak
Hemen banyoya girdim. Suyu açtım ve sabahlığı çıkararak duşun altına girdim. Saçlarımı ıslatmak istemiyorum. O nedenle tepede tuhaf bir şekilde topladım onları. Aklım bir yığın gel-gitlere ev sahipliği yapıyordu. Geceyi ve Suat’ı düşündüm. Söylediği her söz, arzu ile çıkardığı her ses kulağımdaydı. Mutlu olduğunu sezmek kadınlık gururumu okşamıştı. Çok önemli bir işten başarı ile çıkmıştım sanki. Suat’ı istiyor ve bu beraberlikte tensel uyumun önemini biliyordum. Gece bana da iyi gelmişti. Ömer’den sonra ilk birlikte olduğum erkekti Suat ve uzun sayılacak bir zamandı. Arsızca bir tene dokunmayı ne çok özlemiş olduğumu görmüştüm ve bu beni hiç rahatsız etmemişti yaşanmışlıkta. Oysa düşünürken ne kadar da ürkektim bu konuyu. Tenime çarpan ılık su iyice gevşetmişti bedenimi. Suyun etkisi gittikçe artıyor, bedenimde inanılmaz tahribata yol açıyordu ve ben hiç olmadık şeyler düşünüyordum. Kendime her dokunuşum şu an Suat’ın kapıdan girip beni seyretmesi ve geceden yarım bir işi tamamlar gibi tenine hapsetmesi arzusunu beynime taşıyordu. Bu düşüncelerden hemen sıyrılmalıydım. Duş iyi gelmemişti bana. Saklanan yanlarım ortaya çıkmış gibi hissettim bir an.
Suat’ın gitmiş olduğunu anlamak zamanımı almadı. İşe geç kaldığım için çok kurcalamadım bu konuyu. “Nasılsa gün içinde görüşürüz” diye düşünmüştüm. Yine de bu şekilde gidişi tuhaftı, Suat’a uygun bir davranış gibi gelmemişti. Ben bunları kurgularken ofisin kapısına gelmiştim bile.
Gerekli notları aldım, kahvemi söyledim ve pc yi açıp gelen maillere bakarak, bir ikisine yanıt verdim. Birkaç haber sitesinde dolaştım. Canım hiç çalışmak istemiyordu. Ziya bey ile randevum olmasa “evde kalırdım” diye geçirdim aklımdan. Garip bir ağırlık vardı hareketlerimde, kahvem soğumuş, ekrandaki site donmuş, bense dalmıştım. Bir boşlukta yakaladım bakışlarımı, nereye baktığım, baktığım yerde ne gördüğümün önemi yoktu, hatırlamıyordum bile. Ziya bey’in geç kaldığını düşünürken telefon çaldı. Telefonu kapattığımda iyice gerilmiştim. Bir işi çıktığını ve görüşmeyi 1 saat sonra yapıp yapamayacağımızı sormuştu Ziya Bey. İstemeyerek onayladığım bir durum olmuştu. Gerek evraklarındaki dikkatsizlik, gerek iletişimindeki esneklik sinirimi bozmuştu.
“bu adamın iş takibini bırakmalıyım” diye düşündüm. Canım gerçekten de bilmediğim bir sebepten dolayı sıkkındı. İnternette oyalanmayı denedim, sevmediğim halde okey sitesine girdim ama hiç faydası olmadı. Kendimi hiçbir şeye veremiyordum. Kahretsin, yine okeyi dışarı atmıştım, bu kaçıncıydı. Hışımla masa başından kalkarken soğumuş olarak önümde duran kahve döküldü. Evrakları kurtarmıştım fakat zemin ve masanın üzeri batmıştı. Ayaklarımı sertçe yere vuruyor, kaşınıyormuş gibi ellerimi ovuşturuyor, kendi kendime bir yığın argo kelimeyi yan yana sıralıyordum. Çok sinirlendiğimde yapardım bunları. Fevri bir tavırla personelin bulunduğu odaya girerek,
—beni hiç duymuyor musunuz?
Diye çıkıştım. Biliyorum, gereksiz bir çıkıştı bu.
—arayan olursa bankada olduğumu söylersiniz,
Diyerek çıktım ofisten. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Bilinçsizce alınmış bir karardı.
“Bu Suat’ da neden aramadı, acaba bir şey mi oldu?”
Aklıma yerleşen bu olmuştu. Elbette ki ben arayabilirdim fakat bu kadar merak etmeme rağmen aramak istemiyordum doğrusu. Oysa sabah kalktığımda günümün bu kadar negatif geçeceğini hiç düşünmemiştim bile. Telefonun çalması ile irkildim.
—Asya Hanım, Ziya bey sizi bekliyor, kendisine ne söyleyeyim, gelecek misiniz?
—Hayır! Önemli bir işim çıktı, beklememesini söyler misin lütfen, özürlerimi ilet. Kendisini uygun olduğumda arayacağım.
Kısa bir görüşme olmuştu fakat aklım dağılmıştı biraz. “adama da ayıp oldu” diye hayıflansam da çok da önemsememiştim bunu. Otoparka doğru yönelmiştim ki bir darbe ile sarsıldım.
—Önüne baksana, kör müsün?
Bana çarpan giyim tarzı ve diken diken duran saçları ile beceremediği tüm sevimliliğini gülüşüne toplamış genç delikanlıyaydı bu sözler. Gülünce daha bir sevimsizleşmiş ve uzun zamandır fırçalamadığını düşündüğüm sararmış dişleri çıkmıştı ortaya.
—Pardon!
Hiçbir şey söylemeden uzaklaştım. Bu benim tarzım değildi, insanları bu kadar çabuk kıramazdım.
Arabanın açık camından yüzümü yalayan sert rüzgar hoşuma gitmişti. Vücudumun en gizli köşelerinde dolaştığını düşündüm bir an. İçim ürpermiş, tüylerim diken diken olmuştu. Yine de hararet sonrasında içilen buz gibi bir bardak limonatanın bıraktığı hissi bırakmıştı bende. Sanki içimde bir yangın vardı ve alevi azalmıştı. Sezen Aksu inadına içimdeki hüznü kamçılıyor, bir parmak hareketi ile onu susturmayı istiyor fakat yapmıyordum. Bir sigara daha yaktım. Rüzgara karşı hiçbir zaman becerememiştim sigara içmeyi. Yine öyle oldu ve bir süre o iğrenç öksürük boğazladı beni.
Son zamanlarda o kadar çok değişmişti ki her şey. Yolun kenarına birçok sayıda iş merkezi yapılmış birkaç eğlence yeri açılmıştı. Kırmızı ışıkta beklerken merkeze girerek kalabalıkta kendimi boğmak istemediğimi düşündüm. Tam bu sırada acı bir korna beni kendime getirdi. Arkamdaki araç sürücüsü feci bir şekilde kornaya basıyor ve el hareketi ile bir şeyler söylüyordu. “orospu çocuğu, n’olacak. İki dakika beklesen çatlar mısın?”
Oysa adam haklıydı. Yeşil ışık yanmış olmasına rağmen ben hala bekliyordum. Sahil tarafına dönerek arabayı park edecek yer aramaya başladım. Çok ilerlemeden kırmızı bir Opel’in hareket ettiğini gördüm. Onun çıktığı yer park için çok uygundu. Gitmeyi düşündüğüm mekâna da fazla uzak değildi. Biraz yürümek istiyordum.
Sahil oldukça sakindi. Havalar yeni yeni ısınmaya başlamıştı, “bundan sonra kalabalık olmaya başlar, sezon yeni açılıyor” diye geçirdim içimden. Bir büfenin önünde durarak sigara aldım ve bir tane yaktım. “henüz mevsim erken sanırım”, hafif ürpermiş olmam bunu hissettirmişti. Yine de yol üzeri banklardan birine oturarak denizi seyretmek istedim ve ilk banka yüzüm denize dönük oturdum. Deniz oldukça sakindi, belediyenin kaya görünümlü dizayn ettiği taşları yalayan sular çok gürültü çıkarmadan geri gidiyorlar, küçük küçük beyaz köpük öbekleri bırakıyorlardı arkalarında. Bir zaman onları seyrettim. Başımı sol tarafa çevirdiğimde biraz ileride birbirine sarılmış bir çift gözüme çarptı iki bank ötede. Çok iyi seçemiyordum fakat genç kızın hayli ufak olduğunu fark ettim, üzerindeki formasından lise öğrencisi olduğu anlaşılıyordu. Oğlanın bir eli kızın omzunda diğer elinde bir tespih vardı. Sinir bozucu bir şekilde onu sallayıp duruyor ve sürekli kıza bir şeyler anlatıyordu. Kızın hallerinden bazen utandığı bazen de çok hoşuna gittiği belliydi. Sıklıkla birbirlerine sokuluyorlar, öpüşüyor izlenimi bırakıyorlardı. Kızın arkasının dönük olması yüzlerini kapatıyordu.
Hayli serindi, üşümüştüm. Rüzgâr diz kapaklarımı açıkta bırakan eteğimden giriyor, bacaklarımın en ücra köşelerini dolaşıyor, gömlek düğmelerimden içeriye doluyor, gömleğimi hafif şişiriyordu. Vücudumun her köşesine konuk olmuştu adeta. Ne kadar ilgisiz olsa da bu esintinin bedenimde yaptığı serüven titanic filminin meşhur sahnesini anımsatmıştı birden. Ne güzel filmdi o. Var mıydı sahiden öyle aşklar? Sanmıyorum. İnsanlar artık kendi gibi olmayı bırakalı çok olmuş, aşk denilen şey üç kuruşa harcanan sözcüklere sığmaya başlamıştı. Sevgiye o kadar açtı ki insanlar, küçücük bir duygu dalgalanması “aşk” diye nitelendiriliyor ve samimi olmadığından çabuk tüketiliyordu. Menfaat üzerine kurulanın adı nasıl aşk olabilirdi ki? Benim gözümde aşkta materyalliğe yer olmadığından çok çirkin ve suni geliyordu zamane ilişkileri.
Gezintiye çıkmış birkaç kişiyi arkamda bırakarak ara sıra geldiğim cafeye girdim. Fazla kalabalık değildi. Sigara içilen bölümü seçerek denizi gören masalardan birine oturdum. Küçük gözlü, sarışın garson yanıma gelerek ne alacağımı soruyordu. Oldukça kemikli bir yüzü ve açık bir alnı vardı. Saçlarındaki seyrelti dikkatimi çekmişti, oysa yaşı oldukça ufaktı. Tek kişilik bir semaverle karışık bir tost söyledim. Çokça alternatifi olan bir yer değildi, zengin görünümlü olmamasına rağmen temiz bir mekândı. Birkaç maun masa ve bordo renkli kadife kaplı sandalyeler çok basit duruyordu. Masaların üzerine bırakılmış ucuz görünümlü mika şekerlikler ve
Beyaz cam küllükler vardı. Duvarları dolduran gereksiz tablo fazlalığı göz estetiğini bozuyordu ki zaten onlar da Pazar malı gibiydi. Yine de burada rahat ediyor, sakinliğin verdiği huzurla kendimi dinleyebiliyordum. Kırmızı suratlı, yaşı biraz geçkin fakat düzgün giyimli beyin yan masadan beni süzmesi ilk etapta huzurumu kaçırsa da kendimi mekân içi iletişimden soyutlayınca mesele de kendiliğinden çözülmüştü.
Zaman hayli geçmişti. Batmaya duran güneşin aksi denizin mavisi ile buluşmuş ve eşsiz bir tablo gibi karşımda duruyordu. Etkilenmiş gözükmüyordum, hâlbuki ne severdim günün bu saatlerini. Bunca zaman aklımda tek bir soru gidip gidip geliyordu birkaç şekle bürünerek. “Suat neden aramamıştı?” artık endişelenmeye de başlamıştım. Çok önemli bir şey olmasa muhakkak arayacağını biliyordum, ters giden bir şeyler vardı. “Aramalıyım” diye içim içimi yiyordu. Aramamak konusundaki ısrarımı da anlamamıştım doğrusu. Bugün her şey olması gerekenin dışında gelişiyordu her nedense.
Hiç ofise geçmeden gerekli bilgileri arayarak aldım ve eve geçtim. Çantadan telefonu çıkararak heyecanla Suat’ın numarasını çevirdim. “Bu ne şimdi ya, aradığınız kişiye ulaşılamıyor da ne demek?” Merakım yerini enikonu endişeye bırakmıştı. İşyerinden de kimse çıkmıyordu telefona. Saat biraz geçti mesai için fakat Suat genelde bu saatlerde işyerinde olurdu. “Başına bir şey gelmiş olmalı, Allah’ım, kimi arasam?”
İçim içime sığmıyordu heyecandan. Bir taraftan da “olumsuz bir olay olmuş olsa ilk duyacak kişi ben olurdum” düşüncesi içimi biraz olsun rahatlatıyordu. İçimdeki huzursuzluk gittikçe büyüyor, yerimde duramıyordum. Belki rahatlatır düşüncesi ile bir-iki kadeh bir şeyler içmek istedim. Dolabı açtığımda gözüme çarpan sadece yarım kalmış rakı oldu. Hazırlıksız rakı hiç içmezdim ama bir bardak hazırlayarak yudumlamaya başladım. İlk yudumun verdiği o kekremsi tat yüzümü ekşitmişti. Televizyonun karşısındaki koltuğa çapraz bir şekilde oturarak ayaklarımı koltuğun yan tarafından aşağı sarkıttım. Sinirden ayaklarımı sallıyor, parmağımdaki sigarayı yercesine çekiyor ve kumanda ile ne aradığımı bile bilmeden sürekli zaplıyordum. Ekrana bir kanal sabitleyememiştim. Aklım Suat ve iletişimsizliği ile o kadar meşguldü ki yeni aklıma gelmişti. Hemen bilgisayarı açtım ve maillere baktım. Suat bir mesaj bırakmış olabilirdi. Fakat “hayır”. Beklentim boşa çıkmıştı.
Elimdeki rakı bardağını bırakarak yatak odasına yöneldim. Hiçbir şey yapmadan uyumak istiyordum. Bu süreç çabuk ve daha fazla huzursuzluk barındırmadan geçmeliydi ve bunun en iyi yolu da uyumaktı galiba. Hayatın bu sevimsiz karesinde daha fazla yer almak istemiyordum. Kendimi yatağın üzerine bıraktım. “Birazdan kalkıp üzerimi değiştiririm” diye düşünmüştüm.
s.dündar...
YORUMLAR
Yâni doğum günümü en son iki yıl önce kutlamışsın, görüyorum.. 2011 de 2012 de geçti gitti bitti.. Bu sene dooğum günümü beklemesen, bak vallahi anlatamam içimdeki heyecanı.. Hani bana dedin ya...Kavgadayım abla, Suat gelmeden çözülecek gibi değil hiçbir şey.
Ve iki yıl öncesini düşünüyorum, abla büyümek çok zor...Geçen seneleri düşünmek dahi istemiyorum..
Sen şu Suat'ı efendi efendi oynat şurada gözümüz daha fenasına tanık olmadan göçüp gidelim dünyadan. Sıkıldım hani, efe kılıklı şebeklerden sıkıldım. Çevre kirliliği diyorum anlamıyor kimse, belediyeye gideyim diyeceğim ama İstanbul bu... Ciflesen paklanmaz:))
Seni seviyorum, sen de beni seviyorsun biliyorum o zaman Asya'ya ne olursa olsun ama Suat'ı efendi efendi oynat ne oluuurrr:((
Ama yok bu hâl ile Asya'ya bir şey olursa Suat kahrolur.. O zaman üzülürüm, güzel güzel yaşasınlar:))
Biliyor musun, kimse bilmiyor gerçek sevmek nasıl oluru.. Biz senle birgün muhabbet ettiğimizde ben sana anlatayım zamane leyla'sının çektiği kahrı..
Gözlerimden öpeceksin biliyorum, mendilim kırmızı olsun please...
Yüreğimdesin her dem...
**Havin_** tarafından 4/19/2013 3:48:38 PM zamanında düzenlenmiştir.
Sevgi Dündar
suat2ı ben hayatımdan çıkarıp yazdım, belki bilirsin, belki bilmezsin. ama benim suat bana zamane aşkını öyle güzel özetledi ki giderken, bir türlü sayfalara düştüğüm suat yol alamıyor.:)
şaka bir yana çok sancılı bir dönem benim için. annemi hastaneden yeni çıkardık. ciddi bir ameliyat geçirdi. şimdilik durumu idare ediyor ama ne olacağımız belli değil. es kaza bugün iş yerine geçtim. işler yığıldı masada. yaklaşık 15 gündür yokum. hastane köşelerindeyiz. masayı nasıl toparlayacağım, kurumlar, kdv nasıl bitecek bilemiyorum. biraz dağılmak için açtım siteyi ki yorumunu gördüm.;)
bana bişi olmazsa suata da olmaz..sen endişelenme güzel kız...:)
öptüm canım...sevgiler kocaman...
**Havin_**
Ben diyorum sana dimi buraya taşı ofisi, iki gece sabahladık mı ki elimin ayarı iyidir hiçbir şeyciğin kalmazdı...Kurumları uzatırlar diye düşünüyorum, geçen sene gece 12'ye 20 kala mı uzamıştı ne :))
Allah âcil şifâlar versin annene ve senin rûh'una da ablacım.. Ve bana da şifâ versin inşallah :))
Biliyorum, ama sen bu Suat'ı yanmımızda tut abla yâni en azından ben Suat'ı istiyorum. Hatırlıyon dimi ne demiştim "çalarım konuyu" ben devam ederim.. Biraz senin Suat biraz benim Suat hehehe :))
Seviyorum seni, dikkat et kendine..