- 703 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANLA AŞK KADERİN ÇİZDİĞİ YERDE BİRLEŞİR!
Beni sevdiğini, sen öldükten sonra öğrendim. Ah be Eylem, niye yaptın bunu? Değer miydi? Niye sakladın? Niye dile getirmedin? Ben nereden bilebilirdim ki sevdiğini. Bir kez bile göz göze... Bırak karşılaşmadık bile doğru dürüst.
Hep kaçardın benden. Ben de hep merak etmişimdir o zamanlar, bu çocuk beni görünce niye böyle öcü görmüş gibi kaçıyor diye.
Sizde misafir olarak bir hafta kalmış, ancak iki kez görmüştüm seni. Birinde mecbur kalıp, bizimle aynı masaya oturmuş, hiç başını kaldırmadan, büyük bir süratle yemiştin yemeğini tek kelime etmeksizin. Diğerinde de, kapının önündeki verandada kız kardeşinle otururken, yine benimle karşılaşmamak için camdan atlayıp çıkarken evden.
Gözlerini sorsalar bilmem ne renkti. Sesinin tonunu bile. Sadece uzun boylu ve dalgalı kumral saçlı oluşunu hatırlıyorum.
İnan çok yazık ettin kendine, çook. Hayatta hiçbir zorluk, hiçbir kimse, kaçmaya, hele ki hayattan kaçmaya değmez. Bu sonradan öğrendiğim, çok sevdiğin ben bile olsam.
Bilinçaltında neler vardı baskılanmış? Ruhunda ne fırtınalar, ne savaşımlar vardı? Ama güçlü olmalıydın. Niyeydi bu zayıflık?
Ne olurdu, tüm yüreğinle geçseydin karşıma ve anlatsaydın yüreğindekileri. Ama böylesi daha mı kötü olurdu? Karşılık verir miydim duygularına? Bilemiyorum ki bugün. Ya vermezseydim; o zamanlar pek çok kişiye olduğu gibi!
Zaten Annen de çok sonraları, bu pek çok kişiyi reddedişimin seninin cesaretini kırdığını söylemişti. “Ama suçlu benim, ben yaptım. Ben yaktım yavrumu” demişti. “O bizi beğenmez, istemez demiştim. Ben yaptım, ben yaktım” O gün bize gelmişlerdi kız kardeşinle birlikte.
Sanırım, her karşıma çıkana “Hayır.” Yanıtı verişim, bu kanıya vardırmıştı kendisini. Oysaki olumsuz yaklaşışlarım beğenmeyiş nedeniyle değildi ki. Projelerim vardı benim, görevlerim kendime ve aileme. Yaşam sürecinde daha katetmem gereken çok yol vardı evlilikten önce.
—Estağfurullah, o ne biçim lâf, Perizat Hanım Teyzeciğim. Nereden çıkarttınız sizleri beğenmeyeceğimi? Bizim aile dostumuz değil misiniz? Kızınız en yakın arkadaşım değil mi?
—Peki, söyleseydi Eylem sevdiğini, isteseydik oğluma, kabul eder miydin?
Öyle yalvaran, öyle acı dolu gözlerle umutlanarak baktı ki annen gözlerime. Evet desem, sanki geri gelecekmişsin gibi…
Donup kalmıştım. Ne diyebilirdim ki şimdi. Yüreği acıyla kavrulan bir anneye, ne denilirse biraz hafiflerdi acısı acaba? Ya da biraz acısını dindirmek adına sarf edeceğim, yalan da olsa, bir iki söz daha mı acıtırdı içini?
İki ateş arasında, şaşkın, sinmiş kalmıştım. Bir yanda annen, bir yanda kız kardeşin… Öyle çaresiz bakıyorlar, öyle ağlıyorlardı ki karşımda. Başımı kaldırdığımda, uzun süredir baktığım yerden, annemin de ağlamakta olduğunu gördüm onlarla birlikte.
Bulamıyordum, hiçbir lâf bulamıyordum. Ağlayışlarını paylaştım bir süre sessizce, gözlerimi elimle siperleyerek. “Evet, tabii ki kabul ederdim” desem, yalan olacaktı öncelikle, sonra da daha bir acıtacaktı onları intiharının boşunalığı. “Hayır” desem, gene acıyacaktı içleri. “Bunun için miydi?” diye. Bir de beni suçlayarak, bile bile, isteye isteye, ben göndermişim gibi ölüme.
Zaten, hiç olmasam da, haddinden fazla suçlu sayıyordum kendimi, intiharının gerçek sebebini öğrendiğimden beri. Oysaki gazetelerde okuduğumda, aklımın köşesinden bile geçmezken…
Öyle görmek istemezdim ama seni bu kadar yakından, bu kadar gerçeğince de, ilk kez, ölüm haberinin verildiği gazetede görmüştüm. “Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi Eylem, bilinmeyen bir nedenle, okulun en üst katından atlayarak intihar etti! Beton zemine çakılan Eylem...
Ne demeliydim? Nasıl demeliydim? Bilemiyordum ki! Annemin bile bakışlarında, aynı yalvaran soru işaretleri vardı.
Kendim bile sesimi zor duyarak, “Bilmem ki... Eylemi hiç tanımıyordum ki! Bilmem, ben... Şeyy... Evlenmeyi düşünmüyorum. Ona hiç o gözle bakmadım, düşünmedim...” Geveliyor, bir yandan da saçmaladığımı düşünüyordum. Doğru düzgün bir şeyler söylemeliydim ama ne? Tam o noktada “Bak gördün mü haklıymışım, beğenmiyormuşsun işte” bakışı beliriverdi annenin gözlerinde, daha da bir hüzünle.
Bu defa da, yine saçmalayarak, yine kekeleyerek, lâfın sonunu nereye getireceğimi bilemeden.
—Benn… Şeyy... Söyleseydi, ne bileyim. Veya siz söyleseydiniz. Belki...
Gelmiyordu işte, lâfın sonu bir türlü gelmiyordu. Toparlayamıyordum; hepsi sorgu hâkimi gibi karşımda dikilip gözlerini bana dikmişken; sanık gibi hissettim kendimi; seni o pencereden ben itmişim gibi. Bağırarak, oturmakta olduğumuz salondan kaçmak geldi içimden.
—Evet, suçluyum. Oğlunuzu ben öldürdüm. Neyse cezam verin. Kurtarın beni bu işkenceden.
Ne sesim çıkabildi, ne de kaçabildim. Ökseye tutulmuş kuş gibi çırpınıyordum içimde bir yerlerde. Bir suçlu aramak mı? Suçu üstümden atmak mı? Yoksa ben de sana acıyıp, birine bedel ödetmek mi istemiştim bilmiyorum; aniden kardeşine dönüp bağırdım.
—Hadi ağabeyin çekindi, çekingendi de zaten. Annen de kırılırım, incinirim, dostluğumuz bozulabilir endişesiyle açamadı. Sana ne oldu? Sen niye söylemedin bana? Bütün suç senin… Sen benim en yakın arkadaşım değil misin? Niye sen hiç bahsetmedin ağabeyinin duygularından?
O ana kadar sessizce ağlayan kardeşin de patlamış, bağırıyordu şimdi.
—Ne bileyim ben. Ben biliyor muydum? Hiçbir şey anlatmadı ki. Zaman zaman seninle ilgili sorular soruyordu ama nasıl biriyle arkadaşlık ettiğimi anlamaya çalıştığını zannettim. Hiç aklıma gelmedi ki. Hatta ben de çok istediğim için, onun duygularından habersiz, zaman zaman, seni çok sevdiğimi, çok iyi arkadaşım, çok da iyi biri olduğunu belirtip, gel sana alalım bu kızı derdim. Her seferinde, bir şey söyleyecek gibi yüzüme bakıp, uzun uzun düşündükten sonra yürüyüp giderdi. Ben de bana kızıyor, kızgınlığını dile getireceği sözlerin beni kırmasından çekinip, söylemekten vazgeçiyor sanıyordum.
Annen girdi lâfa.
—Ben farkındaydım. Bir sıkıntısı vardı. Gerçi, hep içine kapalı, hep durgundu, sessizdi ama bu defaki başkaydı. Çok sıkıştırınca söyledi. Ama dedim ya, ben yaptım. Ben yaktım oğlumu. Vazgeçer, unutur sandım, ne bileyim böyle olacağını.
Bu defa annem…
—Perizat Hanımcığım, yeter artık suçlamayın kendinizi, bu kadar da harap etmeyin. Bilemezdiniz ki böyle bir şey yapacağını. Keşke bana açsaydınız; elbirliğiyle bir çözüm bulurduk belki. Ne bileyim, bir şeyler yapabilirdik belki.
…….
Gördün mü geride bıraktıklarının halini?
Daha sonrasında babanın ruh sağlığı da bozuldu. Hastanede yatıyor şimdi. Senin için bu hale düştüğünü bırak, seni bile çoktan unuttu. Hatta kim olduğunu, adını bile! Annen ise, onun yaşayışına yaşamak denirse, yaşıyor bir şekilde. Kız kardeşin, o da evlendi bir doktorla. Oğulları olamadı ama doktor bir damatları var şimdi. Ve dünya güzeli iki de yeğenin.
Ben?
Beni sorma!
Öğrenip de ne yapacaksın?
O konuşmaya, yanına gelmeye bile cesaret edemediğin ben...
O çok sevdiğin; ya sen, ya ölüm dediğin ben...
Boş ver!..
Ne sen sor, ne ben söyleyeyim.
Başka başka şekillerde de olsa, ikimize de yazık oldu!
RUHUN ŞAD OLSUN.
NURLAR İÇİNDE YAT...
p.r.alkan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.