- 698 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARA KURBAĞA/ ARDAHAN ÖYKÜLERİ 140 (kitap)
"- Işıklı’nın mı; deyhora da, dükkenci, kurbağa topluyor."
Ne ki yolsuz adam varsa, tilki gibi kulağını dikmiş, dinliyordu.
Millet Bahçesinde iki kişi seslendirmişti:
" - Işıklı’nın yanında ki dükkenci, kovayla kurbağa alıyormuş kilosu üç liradan!"
Işıklı’nın "ahorada ki dükkan"cının tellallarıymış bu kişiler.
Demiş ki beceriksiz heriflere: Alın size şu kadar para, gidin tellal edin!
Beceriksiz herifler: Yeşil kurbağaya dükkancı şu kadarına, şu kadar para veriyor. diyeceğine. YEŞİL nüansını kurbağaların demeyince!
Millet, genç, öğrenciler, ayakkabı boyacıları, yolsuz kalan kim varsa. Derelerden KARA KURBAĞALARI kovalarla Işıklı’nın dükkanına boca ettiler.
Kızılay’ın dağıtımı varmış gibi... Anlamazın biri kazaen ordan geçse. Bu kanıya varmaktalığını mümkün değil engelleyemezdiniz.
Cadde rıhtım gibi kittenmiş. Polis faytonla yetişti. Leylek Palas’ın orda tertibat almıştı. Jandarma Sahil Palas’ın az açığına yerleşmiş. Birinci Dünya Harbinden sonra ceridelere bu azamette bir yığılma kuyruk hadisesi düşmemişmiş.
Gazetecilerin eksiksiz hepsi gelmişti.
Selahattin Emi; Ezelhan Dayı’nın oğlu. Rahmetli Selahattin Emi’nin oğlu Çetin, Dursun: Kasım Tırpancı’nın kaynı. Dursun’un Küçüğü: Balkan.
"Şimdi kimse bi’şey demesin hatıremçin."
Çehov’un öyküleri " Vişne Bahçesi" az mı aşağıdır? Yanlış anlaşmalarla başlar olay; köyde birbirine yanlış aktarmak haberi, mikrop gibi yayılır.
Beceriksiz Tellallar: Yeşil kurbağa deseler. Bunun bulunması zordur...
Meşe Ardahan derelerinde toplayan toplayana; o da on kilo, on beş kilo. Hadiseyse yaşanmaz halli. Ana baba günü, Alabalıktan, Sabgara’nın dereden, Konk’un dereleri, Kura Nehri’n o yan, bu yandan vedrayı dolduran Işıklı’ya komşu dükkancıya.
" Cigara parası alsam da ker anasını satem." diyor vatandaş.
Ne yalan söyleyim. Ben de bir vedra Alabalık’tan doldurdum. Ordayım. Bizim köy: Yaylacığın çocukları çift kova ile gelmişler.
Ya şimdi kuyruktan sıra gelecek sanıyoruz. Sigara falan içiyoruz. Bir şeyden vakıf değiliz. Olsa da: cevap hazır: ÇOCUĞUZ!
Meğer bu kalabalık bir kuyruk vukuatine dönmüşmüş.
Üç bini aşkın insan var. Bunun içinde ki bizler: Kara kurbağayı Işıklı’ya satma kuyruğu sanıyoruz.
Yeşil kurbağayı İstanbul’da alan biri varmış; ona toplayan Artvin’li kabzımal Işıklı’ya komşu dükkan’a, Hanak’ta birine, Çıldır’da esnaftan ikisine, Posof’ta atadan dededen tüccar bir kaçına zavallı adam talimat vererek Susuz’a gitmişti.
Adam ne bilsin Ardahan’da Millet Bahçesinde. Tellal mesajın ırzına geçmiş.
Yeşil kurbağa; skandal kurbağa olmuş.
Kuyruk gittikçe artıyor. Dip köyler daha yeni duymuş. At sırtında gelen, Göle’nin kimi köyleri; karanlık kavuşuyor amma yetiştiler.
"Hadise de ne?" diyebilirsiniz. Kurbağa sesi: VIRAK- VIRAKLAMA.
Ardahan’dan fezaya... uğultu yolluyor: Kıyamet gibi... kurbağa vığıltısı gidermiş göklere sen deme.
O zaman SSCB vardı; Sputnik’le Ardahan’ı ve caddeyi ve de kuyruğu bulmuşalara. Sabırsız adamlar hemen Ankara’ya nota vermişler.
Ahıska’da ne ki insan var. " Kurbağa sesinden kudurduk." demişler.
Yahu bu hadisenin göbeğindeyiz ve farkında olamıyoruza...
"Allah allah!.."
"- Artvinli’yi Susuz’da tutuklamışlar! Ardahan’a getiriyormuşlar."
Bizim haberimiz yok. Allahıma kitabıma. Kalabalıktan sıramız gelecek, sigara parasını doğrultcaz. Onun derdindeyiz.
" Ezizimin goru aynen öyle!"
Bir o kadar ki; Işıklı Emi’nin komşusunu gördük. Ayağının altına kasa koydular; dik sıçradı çıktı. Bir şey söyledi, söyledi. Öz sözüne özü sinirlenip:
- ... kime diyerem! dedi.
"KİME DİYERSEN!"
Söylevin önünü anlamadığım gibi dalını da anlamadım. Kurbağaların vığılıtısı artık Ruslar gibi bizi de kudurtmaya başlamıştı.
Evrende tek ses vardı: Vığıldama. Başka bir ses bizi artık bozardı.
" - Hele nenni de nenni!"
Allah korusun sinirimiz bozulur, mozulura. Allah’ım aklımıza mukayyet ol!
"Çehov"a mukabele yapmam istense!
Yanlış anlaşma üzerine diye; şart koşsalar. Rus öykücü Çehov’a bilmukabilen: Fellini tarzında Ardahan’da geçen hakikatte: Yeşil- kara kurbağayı anlatırdım. Bu hikayeyi yani.
Kimi motifler hayaldir. Kimileriyse hakiki ve sarih. Bizde yalan olmaz abey!
HELE NENNİ NENNİ DE NENNİ
NENNİ NENNİ NENNİ, GÜL NENNİ NENNİ!
... Ardahan bir hafta yedi gün kurbağadan arındılamadı. Kara kurbağa serencamını: Tellalların yeşil, kara gafletine yordular. İki beceriksiz herifin boynuna yıktılar.
Bir akıllı adam:
" - Buna benzer bir hadise comuş derisinde yaşandı." dedi.
Can-ı et çeken kimileri:
" - Gelin yalandan comuş derisi degerliymiş. Paris’ten gelme herif; kilosuna bu kadar kiymet biçermiş. Müzellef’in köprübaşında ki yerinde toplayacakmış. diye yayın yapağ..." demişti.
"Dağ- taş comuş eti, ben de yedim. Herkes yedi. Yemeyeni dögerdiler!" dedi.
Deriyi alan yok! Anlaşıldı ama olan olmuştu!
Ardahan’da comuş kalmamıştı! dedi.
Gelgelelim bizim kurbağa’ya... Kara değil yeşil kurbağa toplanacakmış; bu iyi anlaşıldı. Kovaları caddeye boşaltan insanlar kırık hayalleriyle kövlerine gerisin geri!.. Millete gülmeğe mevzuu çıkmıştı. Kahvehanelerde konu açık oturum , sempozyum, forum gibi eni- konu gayet müştemilatlıca irdelendi. Seslerden bizar yaşlılar, huysahipleri, çocuklar rahatlaştı. Temizlik dediğimizde: Bidon bidon, dereye kurbağaları döktü işçiler.
Beceriksiz herifler: "Tellallar" üç gün kahve’ye çıkamadı. Dördüncü gün, parasına fanti oynamaya başladılar.
Sen gibi, ben gibi. Sanki hiç bir şey olmamıştı!
İlanı yanlışlamasına: Sen yapmışın, ben yapmışım: onlar yapmamıştı!.. Vallahi böyle! "Şerefime... nikahıma..."
yalçıner yılmaz 16-11-2010- çanakkale
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.