- 989 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ATATÜRKÇÜLÜK İLKELERİNDEN LAİKLİK VE İRTİCA
ATATÜRKÇÜLÜK İLKELERİNDEN LAİKLİK VE İRTİCA
Fransızca’dan Türkçe’ye geçmiş olan laik sözcüğü, din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk anlamına gelen Latince laicus sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde din adamlarına Clerici din adamı olmayanlara da Laici adı veriliyordu.
a) Din adamı olmayan: Devlet yönetimi, yasama işi, beşeri bir iştir. Beşeri işlerde din adamları görev alamaz.
b) Dinsel olmayan: Kanun yapılırken din yeterlik belgesi olarak kullanılamaz. Din kanuna kaynak olarak gösterilemez.
Din adamı olmayan, dinle ilgili olmayanlara cismani denir. Din adamlarına, dinle ilgili olanlara ruhani denir. Papazlara ruhban, papazlar dışında kalan halka laik ya da secular denir. İmam, müftü, vaiz, ilahiyat okulları öğretmenleri ve mezunları ruhani bunlar dışında kalanlar laik yani seculardır.
LAİKLİĞİN GEREKÇESİ:
Allah insanı sınav için göndermiştir. Sınamalar insanın ilerlemesi kemale ermesi yani olgunlaşması için gereklidir. Ruhani olarak insan ilerleyerek Allah’ın güzel isimleriyle süslenecektir. Laiklik “insana, insan aklına, beşerin sonsuz gelişme ve büyüme içinde olacağına iman getirmektir.” İlim ve fen sonsuz gelişmeye açıktır. Bilimsel buluşlar sürekli devam edecektir.
LAİKLİK KAVRAMININ ALGILANIŞ ŞEKİLLERİ:
Din adamlarından oluşmayan devlet ve devlet görevlileri dinsizdir. İbadet edenler dindar, ibadet edip din adamlarını devlet yönetimi dışında tutanlar, din adamını hor görendir, dinsizdir. Sadece din adamı tekâmül etmeli diğer insanların tekâmülüne gerek yoktur. Karşı guruba göre bilimsel ilerlemeler ise din adamı olmayanlar tarafından oluşturulmuştur. Tüm insanlar tekamül etme hakkına sahiptir. Din adamlarına milletvekili olma yolu kapatılmamıştır. Milletvekili, bakanlık, başkanlık siyasi hakkı vardır. Nasıl ki laikler(din adamı olmayanlar) din görevlisi ücret-maaşı almıyorsa geçim ve hizmet alanları paylaşılmalıdır.
Bazı düşünürler insan eylemlerini dinli, dinsiz, dindışı şeklinde üçe ayırmışlar, buna örnek olarak ibadet etmeyi dinli, dindarları hor görmeyi dinsiz, yürümek konuşmak gibi eylemleri dindışı olarak görmüşlerdir.
Buna göre laikler ibadet eden herkesi ruhban sınıfına ait görerek devlet görev ve makamlarına bu kişilerin gelmesine karşı çıkar. Dindarlara saygı duyan herkes laik değildir. Sadece ibadet etmeyen, dindarlara saygı duymayan laiktir.
İlahiyat sınıfına göre de ilahiyat sınıfından olmayan ibadet eden dindar kişi olsa da devlet görev ve makamlarına bu kişilerin gelmesine karşı çıkar.
Siyasi anlamı ise siyasi kudretin dini kudretten ayrılmasını ifade eder. Hz Muhammed’de hem dini kudret hem siyasi kudret vardı. Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz Osman’da sadece siyasi kudret vardı. Hz Ali de hem dini hem siyasi kudret vardı.
Dini ve siyasi kuvvetin tek elde toplanması iç savaşa yol açtı. Muaviye ile dini otorite ile siyasi otorite bölündü. Dini otorite peygamber torunları, mezhep liderleri, tarikatlar, vakıflar tarafından paylaşıldı. Abbasilerde de aynı durum sürdü. Ancak Mısır ve Endülüs peygamber torunları devlet kurunca dini ve siyasi otorite birleşti. Memluklar döneminde de dini siyasi otorite ayrıydı.
Osmanlılar döneminde ise dini otorite siyasi otorite birleşti. Din dışı yani laik olan padişah hem siyasi hem dini otorite oldu. Şeyhülislam en büyük dini liderdi. Şeyhülislam, devlet memuruydu bugünün Diyanet İşleri Başkanı gibi, vezir ya da başka türlü devlet memuru olamazdı. Müftülük düzeyindeki görevliler de olamazdı. Günümüzdeki laiklikten daha katı bir laiklik uygulaması vardı.
Günümüzdeki laiklikten farklı tarafı ise padişah Allah’ı temsil ederdi. Bir rivayete göre Osman Bey’in çocukları, Hz Muhammed’in torunu olan Edebali’nin kızından olma çocukları olduğu için Osmanlı hanedanı da peygamber torunu olup dini ve siyasi otorite padişahta toplanmıştı. Kur’an-ı Kerim’e aykırı da olsa padişahın ağzından çıkan devlet için gereklidir dediğinde kulu Şeyhülislam’ın itirazı düşünülemezdi. Padişahın öldürtme yetkisi vardı. Onun içindir ki padişahların kardeşini öldürmeleri kanunlaşmıştır.
Ruhban sınıfından, ilahiyat görevlileri arasından gelmediği için padişah din dışı yani laiktir. Şeyhülislam ve diğer din görevlileri vezir olmadığı için devlet yönetim şekli bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nden daha laiktir. Yine Şeyhülislam da din adamı sınıfından yapılmayıp Rumeli Kazaskeri Şeyhülislam oluyordu. Şeyhülislam asker sınıfından olup din adamı sınıfından değildi. Yani laik sınıftan biri Şeyhülislam oluyordu. Şeyhülislamın mali özerkliği yoktu. Padişahın maaşlı kuluydu.
Tarikat ve mezhep liderleri Şeyhülislam, yargıç olamazdı.
Padişah çıkardığı kanunları kulu Şeyhülislam’a yollar o da resmi gazetenin bugün yaptığı gibi istisnasız hepsini süresi içinde dini emir olarak yayınlar. Dine uygun değildir diyemez, koltuk da, kelle de gider.
Bugünkü laiklik anlayışında yöneticiler, Diyanet İşleri Başkanı’na buna dini emirdir mührünü vurarak yayınla diyemez.
Şeyhülislam hutbeyi padişah adına okur, kendi adına hutbe veremez. Hutbe yetkisi padişahındır. Padişahın kanunları, öldürme gücüne dayalı emir kulu Şeyhülislam’a onaylatması, camide kendi adına hutbe okutması bugünkü laiklik anlayışına aykırıdır. Kanunlara ayet, dini emir süsü verilemez.
Osmanlı padişahı ilahiyat sınıfından gelmediği için laik kişidir. Söz ve kanunlarını dini emire dönüştürdüğü için laik değildir.
Laiklikte, söz ve kanunları Şeyhülislam’a (Diyanet İşleri Başkanına) mühürlettirip ayet hükmü dini emir hükmü verilemez. Meclisin yaptığı kanunlara da ayet hükmü verilmez. Bunlara karşı Diyanet İşleri Başkanı’ndan siyasi tavır koyması beklenmez. Mahkemelere iptali için başvurulur. Diğer siyasi partilerin iptali için ya da ondan daha güzel başka bir kanun çıkarması için mücadele etmesi istenir, beklenir.
Diyanet İşleri Başkanı: Başbakan ya da Cumhurbaşkanı’ndan yazılı hutbe alıp Cuma günleri okumaz. Diyanet İşleri Başkanlığı kendi iç tüzük ve yönetmeliklerine göre kendi görevlileri tarafından hazırladığı hutbeyi okur, okutur.
Laiklik siyasi kudretin dini kudretten ayrılmasını ifade eder. Padişah dini kudreti emri altına aldığı, dini kudretin özgürlük ve özerkliğini kaldırdığı için Osmanlı Devleti yönetimi TEOKRATİK YÖNETİMDİR, laik değildir.
Demokraside yönetenlerin ve dini sınıfın birbirine egemenlikleri, görevleri sınırlandırılmıştır.
Hukuki tanımlara göreyse en yaygın tanım, devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır’. Devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte dinlerin düzenini bozacak davranışlarını da önlemekle yükümlüdür.
Laikliğin uygulanış şekli laik devletlerde farklılaşmıştır. Laik ve secular kavramları aynı anlamda olmasına rağmen (Din ve devlet işlerinin ayrılması) Katolik ülkeler laik, diğerleri seculerdir. Laik ülkelerde daha çok din devletin denetimi altındadır; buna mukabil seküler ülkelerde din ile devlet özerk iki alandır. Protestan ve Anglikan ülkelerdeki sekülarizm, günlük hayatı belirleyen dünyevi bir yaşama tarzını ifade eder ve dünyevi işlerde dini dışarda bırakmak anlamını edinir. Bu ülkelerde milli kiliselerin Roma Kilisesinden ayrılmışlığı, Kraldan ayrı özerk kurum oluşu da kavrama etkinlik kazandırmıştır. Bu aynı zamanda uluslaşma ve burjuvazinin ortaya çıkışıyla da ilgilidir. Laikliğin Bizans sezaropapismine ve elitist hakimiyete, sekülarizmin ise Roma paganlığına ve vicdan özgürlüğüne yakın olduğu belirtilmiştir.
Laik ülkelerde daha çok din devletin denetimi altında din görevlileri devletten maaş alır. Seküler laiklik olursa Diyanet İşleri Başkanlığı devletten özerk olur. Diyanet İşleri Başkan ve Görevlilerin hiçbiri devletten maaş almaz. Yurt Dışı başka bir dini makama bağlı olmaz. Diyanet İşleri Başkanı’nı başbakanlar atamaz.
Secüler laikliğin olduğu ülkelerde kiliseler özerktir. Ne Roma’daki papaya ne de İstanbul’daki Ortodoks papazına bağlıdır. Özerktir, ulusaldır. Devletten maaş almazlar, üye gelirleri ile maaş alırlar, dağıtırlar.
Türkiye’de de laikliğin secüler olmasını, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özerk olmasını devlet bütçesinden pay almamasını üye aidatları ile kendi içinde liderlerini yönetim kademelerini seçme ve atamalarını isteyen secüler laikler vardır. Bunlara Anglosaksoncu(İngiliz, Amerikan, Alman) laikler de denir. Türkiye Fransız, İtalyan modeli laiktir. Din özerk değil devletin emri altındadır. Maaş olarak bağımlıdır. Osmanlı tipi laiklik. Osmanlı da din görevlisi Şeyhülislam olamaz. Kazasker Şeyhülislam olur.
Bir kısım secüler laiklere göre sadece dinsizler laiktir. İbadet eden ve içki içmeyen ahlaklı olan hiç kimse laik değildir.
Amerika, Avustralya ve Belçika’da devlet ve dini kurumlar birbirinden özerktir. Avrupa’daki laiklikten farklıdır.
Laik devleti Duguit şöyle tanımlar: “Din konusunda kendisi tarafsız olup, mensupları bir dini taşımakla birlikte kendisi devlet olmakla hiçbir dini özellik göstermeyen ve hiçbir din ayini yapmayan ve kendi namına yaptırmayan devlet.”
Bugün bütün dünyada, cismani ve ruhani ayrılık anlamındaki temel ilkeler kabul görmekle birlikte, her devletin toplumuna ve kültürüne has özellikler de kavrama girmiştir. Türkiye’de laik devlet ile Müslüman toplum arasında cumhuriyetin kuruluşundan beri bir gerilim vardır ve devletin özel siyasal bir kavramı olan İRTİCA kavramı, laiklikle birlikte anılır olmuştur.
İrtica Türkçe (önceki yere) dönüş) veya gericilik (Arapça: رجع, raca’a kökünden, Fransızca: Réaction), önceki şartlara dönüşü isteyen, aşırı muhafazakar ve ilerlemelere karşıt olan, herhangi bir sosyal ya da siyasi hareket veya ideoloji ve buna bağlı eylemler.
Bu terim Batı’da Fransız Devrimi’nde sabık monarşi rejimine veya onun koşullarına dönüşü isteyen karşı devrimcileri tanımlamakta kullanılmıştır. XIX. yüzyılda batıda derebeylikleri ve aristokrasiyi korumayı arzu eden ve sanayileşme, cumhuriyetçilik, liberalizm ve sosyalizm karşıtlarını tanımlamakta kullanılmıştır. Gerici tabiri politik anlamda gelişme ve yenileşmelere karşı olan ideolojileri tanımlamak için aşağılama amacıyla da kullanılır.
On sekizinci yüzyıl
Padişah III. Selim’in Avrupa teknik ve yeniliklerine göre eğitilmesi planlanan Nizam-ı Cedid ordusunu kurduğunda bundan rahatsız olan ve eski sistemi savunan Yeniçeriler Kabakçı Mustafa İsyanı’nı çıkardılar. Osmanlı Devleti döneminde yeniliklere ve yeniliklerin getirdiği koşullara karşı çıkanlar tarafından geriye dönüş istekleri doğrultusunda olaylar meydana gelmiştir.
19. yüzyıl
İkinci Abdülhamit dönemindeki 31 Mart Vak’ası (13.04.1909) olarak bilinen olayla girmiştir. Literatürdeki manası İkinci Abdülhamid dönemine geri dönmeyi ifade etse de günümüzde gericilik veya irtica terimi ile daha çok dini köktendinci talepler ile geriye dönüşü ve çağdaş, laik cumhuriyet rejimi yerine dini kurallara göre bir siyasi ve hukuki rejimi savunanları anlatmak için kullanılmaktadır
Cumhuriyet
1 Kasım 1922’de TBMM tarafından Saltanatın Kaldırılması kanununun çıkarılması ardından eski Osmanlı rejimine ve Osmanlı İslam Hukuku sistemine dönmek isteyen kişi ve görüşler mürteci olarak adlandırılmıştır.
1925 yılında Doğu Anadolu’da patlak veren ve Hilafetin Kaldırılması ve Şapka Devrimi gibi kanunlara tepki olarak çıkan Şeyh Sait İsyanı gerici ve irticai bir ayaklanma olarak adlandırılmıştır.
Cumhuriyet tarihi boyunca irtica genellikle İslamî değer ve simgeleri savunan siyasi yaklaşımları tanımlamakta kullanılmıştır. Demokrat Parti’nin yükselişte olduğu 1946-1955 dönemi, 1960 Askeri Darbesini izleyen dönem ve 28 Şubat 1997 askerî muhtırasını izleyen yıllar, Türkiye’de irtica tartışmasının özellikle alevlendiği yıllardır.
Yirminci yüzyılda irticaî (reaksiyonel) siyasî oluşumların genel özelliği, endüstriyel üretimi ve sanayileşmeyi devam ettirmek yanında idari yapı olarak eskiden (demokrasi öncesinde) olduğu gibi totaliter veya totaliter benzeri bir yapı taraftarı olmak şeklinde görülmüştür. İspanya’da Franco [ok. franko] yönetimi, Fransa’da Vichy (okunuşu:Vişi) yönetimi, Portekiz’de Antonio Salazar yönetimi bunun örneklerindendir.
Dünyanın çeşitli yerlerinde mevcut rejime tepki olarak irticayı siyasi programları yapan siyasi oluşumlar görülmektedir. Günümüzde Almanya’da Neonaziler, Afganistan’da Taliban, ABD’de Ku Klux Klan ve Fransa’da Vichy yönetimi gibi görüşler gerici görüşlere sahiptir. Mevcut siyasi oluşumlar azınlık hâlindedir.
Milli Nizam Partisi, Fazilet Partisi ve Refah Partisi köktendinci irticai faaliyet ve söylemleri nedeniyle kapatılmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), özellikle köktendinci irtica anlamındaki gericilik karşıtı açıklama ve eylemleri olan devlet kurumlarının başında gelmektedir. TSK, her yıl düzenlenen Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) irticaî faaliyetlere katıldığını iddia ettiği subay ve astsubaylar ordudan çıkarmaktadır. YAŞ kararlarının hukuki dayanağı hakkında Türkiye’de tartışmalar meydana gelmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından -konuyla ilgili bir davada- verilen kararda ordunun iç disipliniyle ilgili bir konuya mahkemenin müdahil olmaması görüşü egemen olmuştur. Ordudan atılan subaylar mahkeme edilmeden ve savunma hakkı olmadan ordudan atılmaktadır ve tazminat hakları yoktur. İhraç kararı için yargıya itiraz etme imkânı da bulunmamaktadır.
Devlete göre irtica, dinin sahtesi ve taassuptur. İrtica kavramının hukuki mi ideolojik mi olduğu tartışmalıdır.Atatürk’e göre “her faydalı ve yeni şeye karşı çıkmak irticadır”. İrtica, devletin laikleşmesiyle ilgili olarak kanun koyucunun hukuki normlarına aykırı hareketler, devletin dayandığı ana değerlere aykırı görüşleri bu açıdan etiketlemesi şeklinde tanımlanmakla beraber, dini kamuoyundaki dini vecibeleri yerine getirme davranışları ile bu anlayış sıklıkla karıştırılmakta, hatta seçimle işbaşına gelse dahi eğer bu aykırılık görülürse devlet en başta ordu kurumu olmak üzere müdahale edebilmektedir. Burada devlet, demokratik açıdan her türlü düşünceye geçit verse bile, bu düşüncelerin dine dayanıp dayanmadığı noktasında laikliğe aykırı hareketler kapsamında irticayı temel terim olarak benimsemiştir. Buna karşın irtica tanımının içeriği tam olarak doldurulamamaktadır. Türkiye laikliği, dünyada uygulanan laiklikten farklı olarak Kemalist bir çizgide ilerlemektedir.
Laikliğin anlamını genişletmek isteyenlere göre yasama, yargı, yürütme, Eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı ve askeri sınıf da birbirinden ayrı güçlerdir. Askeri sınıftan birinin, diyanet işleri başkanlığına atanması laikliğe aykırıdır. İlahiyat sınıfından birinin bir başka kuruma atanması nasıl laikliğe aykırı ise yargı sınıfından birinin de yürütme, yasama veya ilahiyat sınıfına atanması laikliğe aykırıdır. Bu husus laiklik prensibinden çok demokrasinin olmazsa olmaz prensibi kuvvetler ayrılığı ilkesi olarak şekillenmiştir. Yasama, yürütme, yargının bir diğerinin emrine sokulmaması demokrasinin doğuşuna sebep olmuştur. Hayati öneme sahiptir. Laiklik bu genişlikte kullanılmamıştır.
ABDULLAH BEDELOĞLU
YORUMLAR
![avatar](https://i.edebiyatdefteri.com/resim/ufak/18586_9241442251.jpg)
Bir yerde yanılıyorsunuz... Askeri, sivil ve dinsel otorite ve bunların içindeki yönetimsel statü makamları arasında fark olması laikliğin gereğidir.
Bunlardan sivil ve dinsel yönetim piramitindeki hiyerarşinin ortaklaşa olarak, askeri hiyerarşiye saldırısı irticai durumun tespitidir. Askerin böyle dayatıcı bir sekülaritesinin olmadığı ortamda buna yeltenmek ve bunun için Birtengri ve emperyalizmin gücünü karıştırarak, kuruluş felsefesini dönüştürmeye çalışmak ise tam anlamıyla toplumsal nifak ve dinsel nifak kavramlarının farksallığını tartışmaya açar.
Kısaca, toplumsal nifaka yola açan bir dinsel ve mezhepsellik nifakını, hiç kimsenin isteyebileceğini düşünemiyorum. Buna tek istisna işbirlikçiler, dinsel maskeli ruhban çıkarperestlik ve de dinsel gerekçeyle kapitalleşmeyi normal bulabilenlerdir.
Ayrıca, yazınızda başta İslam Hukuk'u olmak üzere Modern hukuk karşılaştırması da, demokrasinin gereği olarak (demokra(t)sinin değil), yargı,yürütme ve yasama güçler ayrışımıyla, sizin daha makul bulacağınız Seyfiye, İlmiye ve Mülkiye paylaştırmasınada çelişiklik arzetmektedir.
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 11/9/2010 4:31:40 PM zamanında düzenlenmiştir.
![abdullahbedeloğlu](https://i.edebiyatdefteri.com/resim/ufak/72542_RPRt7D63Rk.jpg)
abdullahbedeloğlu
Senin kafan çelişik bence.
![Göktürkmen](https://i.edebiyatdefteri.com/resim/ufak/18586_9241442251.jpg)
Göktürkmen
Değerli Bedeloğlu, yorum katkınıza ek olarak yaptığımız bu yazımızdaki alıntıyı, bize gönderdiğiniz özel ileti kutusundan aldık. Buraya eklememizin sebebi, iki yorum arasındaki çelişik ve ya çelişkili niteleyebileceğimiz üslup ve yaklaşım farkıydı. Çelişki ve zıt farkını size anlatacak değilim. Böylesi çözümleme yazıları yazabilen biri olan şahsınızın, bu farkı bileblileceğini umuyorum.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi, konu laiklik olunca sizce sadece hukuku ilgilendiren bir durum olarak değerlendirilmiş ve konuya bilimsel bir bütünlükle bakılmamıştır. Bunu şöyle örneklendirirsem sanırım daha anlatıcı olur:
Laikliği ve somut ve de tümel karşılayıcılığı anlamı ile bütünseliğini felsefi, siyasi ve hukuki olarak bölümsellersek, somut laikliğe böylelikle ulaşabiliriz. Siz, sadece felsefi ve siyasi laiklik bölümleri ile bölümsel ve eksik çözümleme yapmışsınız, hukuki boyutu ise; üstün körü bir İslam Hukuku esinlenmesi ile açıklama yalınlığına düşmüşsünüz.
Bildiğiniz üzere, işin felsefesi, hukuk ve siyasiliği ile sosyopolitik dinamizm kazanabilen veya bu dinamizmi yitiren akımlar veya olaylar, işimize geldiği gibi yorulanarak geçiştirilemez. Yazınızdaki çelişkilere atıfta bulunduğumuz İslam veya Kıta Avrupa veyahut Amerikan hukuu ve buna bağlı laiklik uygulamaları ile Osmanlı dönemindeki ayrıma matuf olarak örneklediğimiz Seyfiye, İlmiye ve Müilkiye alanlarında bile bir ayrım varken, İlmiye sınıfı ile zamanemiz dinsel otoritesinin kastedilğini hatırlatmak gereği duymuyorum.
Bütün bulardan sonra felsefesi ve hukuku olmayan bölümselliğin, (ameliye bütünlüğünün) noksanlığı nedeniyle siyaseten yaşatılabilir veya uygulanabilir olmayacağını size hatırlarmakta yarar görürüm. Hele ki konu Atatürk, 1923 Türk devrimi ve ilkelerin biri olan Laiklikse, bunu felsefi ve hukuki olarak diğer beş felsefi ve aynı zamanda hukuki dayanıklı ilkedende ayıramayız, ayırırır veya sadece işimize geldiği türde çözümleme yaparsak bu siyaset olmaz, liboş ve ikinci cumhuriyetçiliğin pragmatizmi olabili...
Esenlikle...