Yaralı Küçük Kedicik
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Annem, babam, ben ve üzeri beyaz dantellerle işlenmiş örtüsüyle "filips" (rahmetli halamın deyimiyle. pilipis) marka radyomuz ne kadar mutluyduk o zamanlar. Bir kolumu annemin diğerini babamın boynuna atıp, radyomuzu da kucağıma aldığımda cennetten bir köşe olurdu köy sağlık ocağının iki göz rutubet kokulu lojmanı adeta.
Ve ben çocuk aklımla her üçüne de sıkıca sarılır "biz" derdim. Daha iki yaşında bir çocuğun "ben" ve "biz" kavramlarının farkını idrak ettiğini düşünürsek pek zekiymişim anlayacağınız.
"Biz" olmanın muhteşem büyüsü annemin şişirip durduğu karnından ebe Halime (Merhum) teyzenin benden daha küçük, daha sevimli, üzerine daha çok titrenen, daha şirin olduğuna kanaat getirdikleri, fakat annemin altını değiştirirken gördüğüm kadarıyla benim gibi "pipisi" olmayan kardeşimi çıkarmasıyla bozulmuş oldu.Ve ben bir şövalye iken bir su kabağına dönüverdiğimi hissettim.
Her ziyarete gelen akraba komşu bana öylesine bir "makasçık" akşettikten sonra, o küçük zırlayan bebeği kucağına alıp, seviyor... Seviyor... üfff yaaa!
"Hani abisini de çok severmiş" diyerek kucağıma koyduklarında içimden geçenleri anlatsam bana kızarsınız, küsersiniz. Bana olan sevgileri, ilgileri bir mıknatıs gibi çekip aldığından mı, yoksa o zaman gözüme öyle göründüğünden mi "kedi yavrusu o,annesi gelecek evlerine götürecek " diyordum içimden. O hain annesi olacak kedi hiç gelmedi, belli ki bizim başımıza atıp oyuna daldı, unuttu yavrusunu. O kedi yavrusu da bizimle ve radyomuzla yaşayıp büyüdü, yürümeye başladı.
Annem onun altını değiştirdi,ona sür verdi,hep ona..hep.Ben de üzerimdeki paratoner etkisini azaltmak için başladım altımı ıslatmaya.Doğal olarak bana da bez sarılmaya,bana da zaman ayırmaya başladılar.Fakat o kedi yavrusu kadar nazik ve "bıcı bıcı" demeden,kızarak..homurdanarak.
Günler bu ızdıraplarv içerisinde geçti gitti ve ben dört yaşıma bastım.Kedicik de durur mu ..o da ikinci yaşını ikmal etti.
Ve annem yine karnını şişirmeye başladı.Başıma gelecek ikinci felaketin soğuk uğultuları, "tekmeledi..tekmeledi" sesleriyle kulaklarıma doldu,taştı.Annemin karnı günden güne şişti..şişti ve bir gün "ayyy..vayyy" feryatlarıyla,Halime teyze ikinci kedi yavrusunu annemim kucağına koyup gitti.
Bu seferki kedicik daha karaydı, daha çelimsiz, suratsız. Fakat bu kediciğin gelmesi, bir önceki kdar sevindirmemiş aksıne üzmüştü annemi ve babamı. Annem yeni kara kediciğe bakınca gözlerinden yaşlar akmaya başlıyor, babam dışarda cigara içeyim diyerek kapı önüne çıkıp, odunluğumuzun kapısına başını yaslayıp ağlıyordu. Bir hal vardı fakat anlayamıyordum.
Annem Karadeniz’in bu dağlık bölgesindeki sağlık ocağında ebe olarak vazife yapıyordu. Babam ilçedeki çay fabrikasında geçici işçi olarak çalışıyor, hafta sonları eve gelip, her pazartesi ilçeye gidiyor, orada tuttuğu bir odada kalıyordu. Nahiye iki bakkalı,iki kahvehanesi ve o zamanlar gözüme kocaman görünen camisiyle dağlar arasında içinden içerisinde kırmızı benekli alabalıkların yüzdüğü büyük bir derenin yazları neşeyle,sonbaharda azgınlaşarak akıp gittiği güzel bir yerdi. Bakkallarında beyaz ekmek,lokum,çiklet ve gofret satılırdı.Bir de muhteşem tadını damağımdan kazıyamadığım ; Gazoz. Annemle her bakkala gidişimizde bana muhakkak gazoz ısmarlar, ben acele etmeden tadını çıkara çıkara içerdim her seferinde. Her gazoz içişim bir ayin gibi gelirdi bana. Hele bakkalın şişeyi açma anı beni bitirirdi. Kapağına açacağı takıp “flooop” diye ses çıkarması var ya,şimdi o sesler de kalmadı gazozlarda eminim.
Altı yaşıma bastığımda, annem daha yukarıdaki bir köyün sağlık ocağına tayin oldu. Eşyalarımızın, bohçalanarak, radyomuzun eski bir yorgan yüzüne sarılarak kamyona yerleştirilmesini ağlamadan seyrettim.
Yeni evimiz de iki gözlü, yarısı sağlık ocağı olarak kullanılan, tek katlı dere kenarında beton bir binaydı
Babam yeni yerimizden memnun değildi. Zira hafta sonları eve gelmesi yolun uzaması ve yeni köy’ün bir tek yolcu minibüsü olmasından daha zor oluyordu.
Fakat o sene çok sevindiğimiz bir olay oldu.babam ilçeden yeni bir lüks aldı ve gazyağı lambasının yerine onu kullanmaya başladık.Gazyağı lambası asıldığı yerini yeni lükse terk edip,mutfaktaki çiviye asıldı.Annem mutfaktaki feneri kaldırdı dolabın altına koydu.
Küçük kedicik büyümüştü, fakat ablası gibi yürüyemiyordu.Ara sıra annem ve babam beni ve büyük kız kardeşimi köylü kızlara emanet edip, küçüğü doktora götürüyor,her dönüşlerinde gözlerindeki üzüntü daha da artıyordu.
O köydeki ilk yıl ilkokula başladım. Bir sene daha beklemem gerekirken okul müdürü Ali Rıza ( Kürdoğlu Ali Rıza derlerdi) “Çocuk zeki maşallah,gelsin başlatalım” diyerek annemi ikna etmişti. Ali Rıza Hoca hem ilkokulda müdür ve muallim hem de camide imamlık yapan çok iyi bir insandı.
Küçük kardeşimin yürüyemediğini anlayınca anneme nedenini sordum.Annem “ Oğlum kardeşim çocuk felci denilen bir hastalıkla doğdu, yürüyemeyecek” deyince ilk defa kedicik için ağladım,çok ağladım ama elimden bir şey gelmiyordu. Kardeşimin ayağını gözleyip duruyordum.Sol ayağında hiçbir şey yoktu. Üzerine basabiliyor, oynatabiliyordu.Fakat sağ ayağı çok küçücüktü ve parmakları minnacık bir et parçası gibi sarkmıştı. Bir kulak memesi gibi her yana dönebiliyordu.
Babam ve annem o yaz kardeşimi alıp Ankara’ya gittiler. Ankara’da o zaman Cumhuriyet Halk Partisinden Rize senatörü olan ve babamın arkadaşı Merhum Dr. Talat Doğan sayesinde memleketin en mahir profesörleri tarafından muayene edildi kardeşim.Bir ay kadar Ankara’da kaldılar.Sonunda bütün doktorlar ortak bir rapor hazırlayıp annemin eline tutuşturdular.Raporda “ u hastalığın tedavisinin mümkün olmadığı ancak kemik büyümesi durduğunda uygulanacak bir protez ile, destek sağlanarak yürüyebileceği” hükmü yazılıydı.
Bütün ümitler tükenmiş bir vaziyette dağların arasında sıkışmış kalmış köye döndüklerinde,kendilerini de dağlar arasında biçare, yenilmiş ve karanlıkta kalmış gibi hissetmişlerdi.
Günler böyle akıp giderken Ali Rıza Hoca bir gün evimize geldi.Bana biraz bölme işlemi gösterdikten sonra, kız kardeşimin durumunu sordu.Annem başından geçenleri anlattı,ağladı…ağladı.Babam ve Ali Rıza Hoca da ağladı,ben ağlayamadım.Sadece seyrettim,boğazımdaki acılarla baktım durdum onlara.
Ali Rıza Hoca anneme “kızım bak her şey Allahımızın istediğiyle olmuyor mu?..Evet.O zaman biz de bu kara kıza Kur’an okuyalım…Allah bakalım ne verir.”
Annem heyecanla “ Okuyalım Hocam…” dedi ve o günden sonra Ali Rıza Hoca her gün kardeşime Kur’an okumaya başladı. Sesi o kadar güzeldi, o kadar güzel bakardı ki Ali Rıza Hoca.Ben o kardeşime okuyup üflediğinde ,rüzgarı bana da değisin diye kız kardeşime doğru sokulurdum.
Aradan on yedi gün geçti..Tam on yedi gün.Ali Rıza Hoca on yedinci gün evimizin kapısını açtığında küçük kedicik onu kapıda karşıladı.
On yedi günde küçük kediciğin cansız et parçası gibi duran ayağının içerisinde bir sarmaşık gibi büyüyen kemik onun ayaklanmasını,gezmesini ve abisine tekme atmasını sağlamıştı.
O hafta sonu babam eve geldiğinde kapıyı ben açtım. Telefon olmadığında haber verememiştik. Kollarında şeffaf naylon torbalarda gofret ve bisküvi ve hatırladığım kadarıyla beyaz üzüm vardı. Kapıyı açıp içeriye bakınca küçük kediciği köşeye yaslanmış vaziyette görünce “ Aman kızım düşersin ha!” dedi.kız kardeşim on onbeş saniye kadar öylece dikilir,sonra dayanamaz yere yığılırdı.
Bu sefer öyle olmadı küçük kedicik gülerek babama koşmaya başladı…Babam göz yaşları içerisinde kollarını ona uzattı….ve işte.
Birkaç yıl sonra babam ve annem Ankara’ya kız kardeşime bakan Profesörleri ziyaret ettiler.yanlarında kız kardeşimle … Ayağını muayene eden her hoca babamı annemi bağırıp çağırıp kovdular odalarından. “Bu çocuk o felçli çocuk değil…sizi sahtekarlar..siz bilime inanmıyorsunz da bir köy hocasının büyücülüğüne mi iman ediyorsunuz” diyerek attılar dışarıya…
Bilime inanmak….ben önem veririm bilime,bilimselliğe. Hala ıspanak konusunda tam ve net bir görüş sunamamış olsa da..hala yumurta konusunda ve bir sürü konuda her gün ayrı bir hakikati ortaya çıkarıp, her gün yeniliyorsa da imanını..bir gün mutlaka mükemmel olacak.
O gün Kur’an daha iyi anlaşılmış olacak.
Yukarıdaki resimde babam ve kız kardeşlerim o uzak köyde,sağlık ocağının bahçesinde. Babamın kucağındaki küçük kedicik..o zamanlar felçli ve yürüyemiyor.
YORUMLAR
erolabi
şiirlerini bekliyorum bu arada..yeni şiir yazmadın hiç bu aralar...
hadi bekliyoruz.
Eğer sizin duanız olmazsa ne ise yararsınız ? buyurmakta Yüce Mevla.
Duanın gücünü hepimiz hayatımızda bir şekilde yaşamışızdır.
POZİTİF DÜŞÜNCE
DİYOR KİMİLERİ
erolabi
Selamlamak bir dua'dır...gülmek sadaka..
Size selamlarımı sunuyorum..
Teşekkür ediyorum ::))
Çok güzel , çok duygulu bir yazıydı...
Günün yazarını tebrik ederim...
Ve başarılar dilerim...
erolabi
Tekrar özür dilerim..
Ailece bir olmanın mucizesi sevgi herşeyin üstündedir mutlaka , 'biz' derdim 'biz' işte olay burdadır bana göre
saygılar
erolabi
erolabi
saygılarımla..
Ne diyeceğimi bilemedim.
Anlatım her zamanki gibi güzel, anlatılanlar bir mucize...Etkileyici...Son zamanlarda okumaktan en çok keyif aldığım yazı...
Kutluyorum.
erolabi
Saygı ile..
Yazını bu sabah siteye girdiğimde fark ettim.
Güne düşmüş.
Hemde bomba gibi.
Hak ettiği nişanı da almıış.
Yahu kardeşim bir hatrırat ancak bu kadar anlatılır.
Ben yazıyı okurken ne kadar kendimi sıktıysam da gözlerim doldu ve yaşardı.
Ancak BU KADAR GÜZEL YAZILABİLİR.
KUTLARIM.
Puan yerine
sevgi, saygı ve selamlarımı gönderiyorum.
Engin Tatlıtürk tarafından 11/9/2010 8:56:59 AM zamanında düzenlenmiştir.
erolabi
Güzel gözler güzel görür..
Ben eskiden..yani çocukken mavi gözlülerin dünyayı mavi..kahverengi gözlülerin kahverengi gördüğünü zannederdim..
Sonra anladım ki göz rengi görüntüyü etkilemiyor..
Yüreğin rengi etkiliyor..
Senin o sevgi dolu yüreğin daima güzel görecek..
İçten teşekkürlerimi sunuyorum..
Emine UYSAL (EMİNE45)
Mükemmeldi. İyi ki güne gelmiş ve okumuşum. Kardeşinizin iyileşmesine çok sevindim. Her şey Allah'tan çok etkilendim.Tebrik ederim. Saygılarımla..
Aysel AKSÜMER tarafından 11/9/2010 7:27:34 AM zamanında düzenlenmiştir.
erolabi
erolabi
Biz dediğim o küme hayatları boyunca fukaralara,yetimlere ve hastaların derdi için koştu durdu..bazen o yollarda soyuldu..
Bazen hor görüldü..
Her defasında başını geriye düşürüp bu eski zamana baktı...bu resime baktı.
Ve yoluna devam etti.
Saygı ve sevgilerimle.
Küçük kedicik benim de içimi parçaladı. Bu ne muhteşem bir anlatım. Okuyanı alıp götürüyor.
Güne düşen güzel çalışmanı yürekten kutlarım.
saygımla...
erolabi
Üzdü şimdi beni...güzeldi yazınız...
Saygılar...Rabbıma emanetsiniz!...
erolabi
Değerli yorumunuza en kalbi şükranlarımı ve saygılarımı sunuyorumçç