- 1610 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sevdan, Bir Coşkun Deniz
Sana ak bir yurt, beşik ninnisi sevdalar dilemiştim. Çiğdem arayıp dağlarda, menekşe yetiştirip yüreğimin kuytularında, düşmanından öç, öfkenden kızılcık şerbeti içmiştim. Göğsümü yarıp yıllar yılı sana sevdam deyip, bir masal atının sırtında bugünlere gelmişim.
Tahta bebeklerini terk ettiğinden bugüne, içimde nice aylar dolunay’a durdu. Güneş defalarca battı, yıprattı çevresini. Seninle nice acıları, nice sevinçleri çekmek dilerken can evimde, sıkılı dişlerimi yüreğine geçirip, yağmursuz, ışıksız, azıksız kaldım buralarda, sen bilmedin.
Her gece göğün karanlık elbisesini yırtıp sana nefis entariler biçerken, o karanlıkta sana tutsaklığımı bitiremedim. Aşkının karları erimemek için direnirken evrene, gelinciklerimin sırtıkara kaldı. Her gece tırnaklarımı söküp yerinden, ellerime kelepçe vurmuşum. Kendimi ninnilere bırakmış, cüzzamlı şiirlerle ömür tüketmişim.
Sana pembe bulutlar çağırıp göklerden, uğultulu şehirlerden kaçış planları sunmadım hiçbir zaman. Yangınımla bir ben yandım, aşkının afetleriyle ölümsüz çizgiler çizip, selamından uzak kaldım buralarda. Dereler kurudu, kuşlar fırtınalara tutuldu, sevdanın harmanında hasretin nice kez hasada durdu. Hiç gitmedi üzerimizden o dayanamadığımız aşkın büyüsü.
Her merhabanda yardın göğsümü. Amansız girdin taa içerime. Uyuyan yönlerimi, puslanan sevinçlerimi uyandırdın. Toprağımı eşeleyip mor menekşeler ektin savruk bahçelerime. Gözyaşlarınla suladın kimi zaman, kimi zaman da sevinçlerini kattın panzehir gibi. Sırtıma dayadığın hançerle deştin bağrımı. Oluk oluk akan kanlarımdan sana sevda sözleri dizdim. Ben kızılcık şerbeti içerken, sen kurdun, çakalın ininde ömür sürdün.
Geleceğin uzantısında bir çizgi atmışsın şimdi geçmişine. Aynalarda kendini görmüş, kaybettiklerini sineye çekmişsin. Dünya kaç adım, yüreğin daha nice atacak, yıldızların uzantısında keyif sürüyorsun. Bizi birbirimizden koparan ayrılıklar zemherisinde yüzündeki gölgelere aldırmıyor, beni can evimden vuran gözlerini gecelere vuruyorsun.
Oysa, sen bakınca kızgın süngüler dağlardı içimi. Tenindeki tuz ellerime dökülünce köpürür, seni üzen, ağlatan her şeye hiddete dururdum. Yüreğim koca bir ova olur, denizleri çağırırdım haykırarak. Martılar uçtu üzerimizde yıllarca, iskelelerimizde nice sevdalar bekledi. Nice geceyi uğurladık birbirimizden habersiz. Sevişmelerimizin gizli ininde birbirimizi görmedik. Kapılar her kapandığında acıları dışarıda bıraktık. Ne zaman elimi tutsan yüreğim yosunlara döndü, her elimi tutuşunda içimi tutuşturan o gizli ateş yaktı bedenimi.
Sen yokken sevdalara hiç küsmedim. Yokluğunda kimler çalmadı ki kapımı? . Mavi trenler uğradı ülkeme. Kuşatıldım, zamansız yağmurlarla ıslandım, bir mevsim bile bitmeden, öpüşlerine doyamadan kaçtım kendimden. Kimi geceler denizler süründüm gözlerime, kimi geceler hüzünler çaldım yüreğime. Ölümü düşledim bir zaman. Bir zaman sensizliği kaşlarının karasına, acının kırbacına ve rüzgârın uçarı sırtına beleyip kaçtım sevdalardan.
Ne yaptımsa olmadı. Her yokluğunda akrepler kemirdi yüreğimi. Geceler çevirdi yüzünü hasretine. Kaşının karasına, gözlerinin ışığına, ellerinin sıcağına, dudaklarının iksirine, yüreğinin insan tarafına hep yenik düştüm. Ne yaparsak yapalım bitiremeyeceğimiz bu oyunun kilometrelerinde sen bir yerde, ben bir yerde, anlayacağın içimizdeki Ağustoslar hiç bitmiyor Nazlı Dağ çiçeğim. Bana dilsiz sorular sorar gibi olmadın hiçbir zaman. Sen beni anladın, ben seni. İçimizdeki yangının sürmesi bundandır, bundandır bu kutsal sevdanın yaşaması. Kimseler kıramaz bu sevdanın kalemini. Sesim yüreğine dönük, sevdan, aslını hiç yitirmemiş bir coşkun deniz...
Selahattin Yetgin