LİSE YILLARI 4 ON İKİ DAKİKA
LİSE YILLARI 4 ON İKİ DAKİKA
3.Bölümden bu bölüm ile bağlantılı kısım…
KANTİN KİMYASI
Kapıyı çarparak çıktım dışarı. Şimdi depresyondan çıkmıştım. Artık Göksel’ in o güzel şarkısını söylemesem iyi olacaktı. Daha güzel bir sorunum vardı, bu Kıvrık beni disipline verecekti. Kıvrık işte Samet’in lakabı bu olmalıydı! Yalnız başıma düştüm kantin yollarına ve koridorlar bomboş. Kantine girerken yalnız başına oturan Serpil hocayı gördüm. Yanına gittim.
"Hocam çay içer miyiz?"
"Senin sınavın yok muydu?" Dedi, heyecanla.
Ben kantinci Ahmet abiye seslendim. Böyle ders aralarında kantin fazla kalabalık değilse kantinciler boşta kalıyordu. Masaya servis yapmayı dert etmeyecek Ahmet abiden istedim çayları.
"Ahmet abi buraya iki çay verebilir misin?"
Sonra Serpil hocaya yöneldim. O biraz kızgın biraz da merakla bekliyordu, vereceğim cevabı. Benimse acelem yoktu. Ama fazla bekletmeye değer mi? Değmez çünkü; o çok iyi bir hoca.
"O sınav bitti hocam."
"Ne çabuk!"
"Ya hocam ömrümde bir kopya çekeyim dedim. Onda da Kıvrık’ a sinirlendim, vazgeçtim."
"Kıvrık kim?"
"Kim olacak Samet kadınsısı..."
"Öğretmenin hakkında öyle konuşma."
"Ya hocam öyle ama!"
"Eeee nasıl oldu kopya işi?"
Anlattım ona her şeyi. Bir tek Sinan’ın adını vermedim. Sonuçta disiplin yolundaydık. Kimse ele vermemişti beni bu güne kadar. Benim Sinan’ı ele vermeye de hiç niyetim yoktu. Serpil hoca ketumlaştı ben anlatırken. Ben hikayeyi bitirdiğimde. Serpil hoca:
"Demek kopya çekemedin."
Şimdi cevabını alamadığım iki soruyu Serpil hocaya sorma vaktiydi. Garip olan sorudan başladım. Ama Serpil hocanın da doğru bir cevabı yok gibi görünüyordu buradan. Olsun yine de soracağım.
"Ya hocam siz hiç müzik dinlerken kopya çektiniz mi?"
Gülümsedi bana. Çok sevecen bir yüzü vardı ve bu yüz gülümseyince çiçek açıyordu. Neden bütün öğretmenler böyle güzel insanlar olmuyor! O cevap vermeyince ben ikinci soruma geçtim.
"Peki bunu geçelim, siz hiç Müzik dersinde yazılı olduğunu gördünüz mü?"
"Hocan bilir bunu, siz sorgulayamazsınız."
"Ya hocam gördünüz mü?"
"Hayır."
"Hah işte sorun burada hocam, bu güne kadar ben de görmemiştim. Görmez olaydım!"
"Kopya çekmek iyi bir şey değil."
"Ama kopya vermek büyük sevap."
"Hayır!"
"Ya hocam ne yani ben şimdi sevap kazanmıyor muyum?"
"Ne?"
"Dur sinir yapma hocam, ben öyle kopya verdim mi kimse yakalayamaz."
"Benim dersimde olmasın bu."
"Neden hocam, öğrenci demek kopya demek?"
"Baran!"
"Peki hocam size söz, sizin dersinizde yapmayacağım."
Aha şimdi ayvayı yedik. Serpil hocaya da söz verdik. Bu sözü unutmamalıydım. Yoksa gelecek hafta ayvayı yerdim. Söz verdik şimdi her kopya sözünden daha fazla sorumluluk aldım. Kopya vermeyeceğim diye söz verdim. Ama Serpil hoca bu sözle de doyacak gibi değildi.
"Bunu diğer derslerde de yapma."
"Ya hocam."
"En azından benimle bir daha bu konuda konuşma. Sinirli halime denk gelme."
"Peki hocam gerçekleri sizden saklayacağım."
"Bak tokat isteme."
"Peki hocam konu kapanmıştır."
Kısa bir sessizlik oldu. Sohbetimiz gayet güzel gidiyordu. Saat ilerledikçe bizim sınıf kantine damlamaya başlamıştı. Kimse yanımıza gelmemişti. Gelmeseler iyi olurdu. Bu sohbet cıvımasa çok güzel olacak. Serpil hoca asıl meraklandığı konuya geldi.
"Senin derslerin iyi mi şimdi?"
"Müzik hariç!"
"Ne kadar iyi?"
"Hepsi 70 ve üzeri."
"Nasıl oluyor, duyduğuma göre sadece benim dersimde uyumuyorsun?"
"Ve sadece sizin dersinizde iyi değilim."
"Benim dersimde iyi olduğunu kim söyledi, uyumak iyi olduğunu mu gösteriyor?"
"Alim hoca öyle diyor."
"Ne diyor?"
"Uyurken şarj olduğumu söylüyor."
"Şarjın Kimya yazılısında bitmesin."
"Yok hocam Kimya sınavına tam şarj geleceğim."
"Hadi bakalım."
"Ve ikinci yüz Kimya’dan olacak."
"Yüzsüzleşme."
"Şu an zaten tek yüzüm var, sayenizde iki yüzlü olacağım."
"Yüz vereceğimi kim söyledi?"
"Ben sadece eminim."
Sinan geldi. Yanımıza oturmaya yeltendi. Serpil hoca kovaladı. O da bozmadan, oturmaya kalkıştığı sandalyeyi alıp gitti. Serpil hoca sinirlenmeye mi başladı? Sohbeti bırakmanın vaktiydi. Kimse böyle iyi bir hoca ile yüz göz olmak istemezdi.
"Sınavdan sonra seni bir sözlü bekliyor olacak."
"Peki hocam o günü iple çekeceğim. İyi günler hocam ben gideyim."
"Tamam git bakalım."
"Bana dua edin hocam, bir iki güne disipline edecekler beni ve ben uykumun elinden alınmasını istemiyorum."
Gülümsedi... Kantin kimyası böyle idi işte. Eğer konuştuğun hoca Serpil hoca gibi iyi bir hoca ise, kantinde daha bir iyimser oluyordu. Bunu kötüye kullanmakta bize düşüyordu.
...
SALDIRIYA SAVUNMA BÖYLE OLUR
“Baran!”
“Hey Marslı”
“Lan Deli”
“Barooo”
“Heyt kankam benim”
…
Sanki daha bir teneffüs öncesinde sınıfa Kimya sınavının gelecek hafta Cuma günü olduğunu söyleyen ben değildim. Sanki uyurgezer ben değildim… Ya arkadaş sizin kafa bir teneffüs sonrasında mı çaktı köfteyi? Ama ben ne yapacağım. İşte bunu yapacağım. Evet yaparım, yapıyorum…
Sınıfın kapısını kapattım. Bütün sınıfın o koca gürültüsü bir kapı ötede daha sessiz konser veriyordu artık! Daha ne yapacağım bak size. Kapının bu tarafında birileri yoktur inşallah… Demeye kalmadı Sinan omzuma dokundu…
“Kanka kimya sınavı haftaya ya len!”
“Safa bak, kimden duydun len?”
“Kimden olacak senden!”
“E ne diye soruyorsun?”
“Sorun da senden olmasında ya, hani uyku sersemliği ile söylemişsindir diye hocaya teyit ettirdim.”
“İyi bok yedin!”
“Ne oldu lan?”
“Sonra anlatırım, sen biraz idare et şu kapıyı…”
Coğrafya hocası Dilek hoca; Okuldaki en sinsi hocalardan birisidir. Ama onu alt edebilen nadir öğrencilerden birisi de benim… Alt üst olduğum olmuştur tabi zaman zaman… Dilek hoca geç gelmesin diye ettiğim dualar demek ki tez elden kabul olmuş. Tam zamanında ufukta göründü. İlaç pazarlamacılarının kullandığı türden çantasıyla merdivenin son basamağından adımını çekiyor şu an. Onu alt edecek ‘Yaşasın kötülük!’ ruhu içimde yeterince patlak verdi. Sınıf intikamım kötü olacak…
“Sinan, Baran ne yapıyorsunuz?” Ben atıldım, Sinan saflık yapmadan.
“Hocam size öyle çok ihtiyacım var ki, tam zamanında imdadıma yetiştiniz?”
“Ne imdadı?”
“Sınıfa geçelim hocam, Sinan kapıyı aç.”
Tam Dilek hoca terslenecekti ki ‘Ne oluyor’ diye. Sınıfın kapısı açıldı ve direnmeyi marifet bilen son birkaç nazlı kız da kapıdan saldırdılar. Bana değil Dilek hocaya… En önde Dilek hoca, ardında Sinan ve sonda ben. Ve Dilek hoca kahkahalara büründü. Sonra yine o sinsi ters yüzünü en sevimli hali ile sundu sınıf ahalisine.
“Geçin yerinize!” Bütün sınıf yerleşti kütükten yapılma, antipuf, iki-üç kişi kapasiteli koltuklarına. Ama ben kaldım olduğum yerde.
“Sen neden hala buradasın?”
“Hocam bir üç buçuk dakikanızı rica edebilir miyim?”
“Ne oldu?”
“Ne olduğunu bilmesi gerekenlere anlatacağım, üç buçuk attığı dakikaya kadar. Ama sizin olayı anlamamanız için olanca çabamı sarf edeceğim.”
“Anlat bakalım!”
“Şimdi arkadaşlar; saldırılarınızı içten bir hüzünle kınıyorum. Sizler bilmezsiniz ki benim kalem çoktan yenik düştü. Kapılarımı hepinize de açsam gözetleyenim var. Hepiniz ölürsünüz. Bırakın tek gazi ben olayım. Sizlerin ölmesini istemiyorum. Son olarak, bir fizikçi atasözü der ki: Anlayanlar, anlamayanlara anlatsın…”
Dilek hoca sinsice bir şeyler çözmeye çalışırken ağzımdan laf almaya çalışmayı da ihmal etmedi.
“Sen ne demek istedin?”
“Sadece ‘Yaşasın kötülük!’”
“Ne?”
“Derse başlayabiliriz hocam.”
“Emredersiniz beyefendi.”
“Peki ben uyuyabilir miyim?” Masasını gösterdi.
“Buyrun isterseniz burada rüyalar daha net görüntü kalitesine sahip.”
“Yok hocam ben eski tüplü tv’ li kütüklü sıra rüya sistemimden memnunum. Puf koltuklar ve plazma televizyonlar beni bozar.”
…
RÜŞVETİN BİR ÇEŞİTİ
“E anlat artık neler oluyor”
“Anlatacak bir şey kalmadı, sınıfta dinlemedin mi beni?”
“Olum anladık orasını kopya veremeyeceğine dair derin havadislerin var.”
“Eee sorun ne?”
“Bana da mı anlatmayacaksın?” Sevinç göründü. O da duymak isteyecekti.
“Tamam, anlatacağım ama bir derin kopyacı daha var.”
Sevinç:
“Naber len karşı cinsin jöleli ikizleri?”
“İyidir len hemcinsinizin yegâne Pempe’ si.”
“Ben yokken neler konuşuldu burada?”
“Pembe sen hem neler konuşulduğunu öğreneceğin için, hem de neler konuşulacağını öğrenmek için rüşvet vereceksin. Ve sen Sinan sen sadece duymak istediklerin uğruna rüşvet vereceksin.” Sinan:
“Ne rüşveti lan, bize çıkarcılık mı yapıyorsun.”
“Lan olum, kızım anlayın işte paraya ihtiyacım var, ufaktan dileniyorum işte…”
“Sen hele bir anlat…”
“Anlatacak pek bir şey yok aslında, geçen müzik sınavından çıktıktan sonra Serpil hoca ile Kantinde kimyevi olarak konuştuk biraz. Kopya deneylerimin başarıları hakkında… Ve ben ona söz verdim. Onun sınavında kopya vermeyeceğim diye. Kadın zaten sınavdan sonra bana sözlü yapmayı düşünüyordu. Şimdi Sinan Serpil hocanın ağzını arama girişiminde bulunduğu itibarı ile hoca sınavda kesinlikle beni ablukaya alacak. Alarmlarınız çalsın artık, bu sınavda benden ne hayır var ne de hasenat… Tek evet’im oldu, o da Serpil hocaya…” İkisi bir ağızdan;
“Offf”
“Üstüne bunlar mafya!” Sevinç:
“Ya oğlum ne yaptın sen?” Ben:
“Nerede sadakalar?”
“Böyle dilenciye sadaka mı verilir?” dedi Sinan.
“Önümüzde daha çok sınav var.”
“Ne kadar ihtiyacın var?”
…
ACILI EZME
“Sen Kimya’ dan yüz alacaksın ha, güldürme beni…”
“Ya olum yüz almayı geçtim, çok erken çıkarım ben.”
“Marslı bu kadar güvenme kendine.”
“Ben eminim.”
“Kopya mı çekeceksin?”
“Yok.”
“Soruları mı çaldın?”
“Yok.”
“Eeeee?”
“Ee si ne?”
“Beceremezsin!”
“İddaya var mısın?”
“Varım lan.”
“Neyine?”
“Elli kağıdına.”
Biz Can’ la kavga ederken birileri toplanmıştı etrafımıza. Bu çocukta bir ego sorunu vardı, bana laf atmaya çalıştı. Ama ben onu güzel mort ederim. Bu ruh içimde var, hadi Marslı çık ortaya…
“Millet bu saf Kimya’dan yüz alacağını sayıklıyor.”
“Sen cümle kuramayan bir ezikken biz Pisagor üçgenini üretmekle meşguldük koçum!”
“Gerizekalıya bak!”
“Laflarına dikkat et”
“Etmezsem ne olacak!”
“Terfi alacaksın.”
“Ne terfisi?”
“Eziklikten, kıdemli ezikliğine.”
“Lan pisç?” Etrafta kızlar var diye lafını çevirmişti.
“Sen küfür etmesini bile bilmeyen tuvalet eziği, senin işediğin tuvalet kurusun!”
Herkes gülme krizlerine girerken çocuk ortada mal mal bakar halde kaldı. Hayatını mı kararttım nettim ben çocuğa. Şimdi görünüşü harbiden orijinal bir ezikti. Hatta yanakları bile elmalaşmıştı, beti benzi atmıştı.
“Dahası da var seni mahalle eziği, sen bir kapçık olarak tamamiyle imalat hatasısın, garanti kapsamından değiştirmeyi de unutmuşlar.”
“Sen se sen bana ne diyorsun inek!”
Aha işte insan kekelemeye başladıysa, böyle saf cümleler kuruyorsa; hem eziktir, hem de mor olmuştur. Hey Can sana mor çok yakışıyor.
“Sana mor önlük felan mı alsak?”
“Anlamadım?”
“Sana mor çooook yakışıyor!”
“Sen geri zekalının tekisin!”
“Bunlar birikiyor.”
“Nerede?”
“Bir kaşık suda.”
“Seni bir kaşık sidikte boğarım.”
“Ben seni bir avuç bokla boğarım.”
“O o o nasıl olacak”
“Yavru eziğim benim bunları öğrenmen gerek, sıvıda herkes boğar katıda Marslı’lar boğar!”
“Ezik demeyi bırak”
“Senin Guinnes’ e girmek gibi bir planın mı var?”
“Ne konuda seni ezmek gibi mi?”
“Yok en acılı ezik, aslında ben seni ezmeye devam edersem bu en acılı ezme olacak.”
Sinan tuttu kolumdan çekti beni.
“Bırak be oğlum şu merdiven eziğini.”
“Len merdiven eziği ettiğin lafların cezasını çekeceksin. Elli kağıdı hazırla sınav yarın.”
“Baran bırak şunu!”
“Ne oldu?”
“Canım sıkılıyor.”
“İyi de benim karnım aç ve uykum var.”
…
ON İKİ DAKİKADA NAKAVT
Sınavda her zamanki yerimde olacaktım. Yanımda Osman arkamda Sevinç ve Esra vardı. Ama bu düzen değişecekti. Tahtada Murat ve Süleyman bir şeyler konuşuyorlardı. Kapıdan gelen serin rüzgarın verdiği havadisler ışığında, uykudan uyandığım bu dakikaların sınav öncesi teneffüs vakti olduğunu söylüyordu. Rüzgar az ve serin esiyordu. Sınıf kalabalıktı. Dışarı çıkan az öğrenci vardı. Cemaati Sınıf gırgırı bırakmış sınav tartışmasına girmişti. Hatta Süleyman Murat’ tan kopya dileniyordu. Tüm bu derin havadisler ışığında hala uyumak için üç dört dakikam olduğunu çözmüş bulunmaktayım. Ve şimdi uyumaktayım…
Rüya mı görüyorum ben, galiba öyle. Ama görüntü yok sadece sesler var. Beni sayıklayan sesler ve sert yumruklar var. Şimdi fark ediyorum rüya değil gerçek! Ve beni kaldırma girişimleri. Uyanıyorum ve işkenceye son veriyorum. Ama sevgili uykum şunu bilesin ki ben sensiz okula düşmanım. Çitos, mitoz, uyanıyos!
“Hıııı”
Öğretmen masası sınıfın ortasında idi. Serpil hoca ters ters bana bakıyordu. Sevmediği bir öğrencisi olsam çoktan tokadı yemiştim. Ama ben en sevimli uyanışımla demiştim o ‘Hıııı’ yı…
“Sen gel buraya Uyku tulumu!”
“Ama hocam siz ayakta kalacaksınız.”
“Sen gel hele, ikinci ders sözlü olurken göreceğim seni ben. Göreceğiz sen ne kadar ayakta kalacaksın?”
Mecbur kalktım benim nice kahrımı çeken bitanecik sıramdan. Elveda uyku, elveda derin kopyalar… Öğretmen sandalyesine oturdum. Uykunun tadı burada nasıldı acaba? Serpil hoca sınıfa kağıtları dağıtırken ben tekrar selamlaştım uykumla. Bir dakika da olsa uyumak güzel! Biri saçımdan çekip kaldırdı başımı. Ve o birisinin Serpil hocadan başka birisi olma olasılığı da yoktu. Gözlerimi açtığımda sınav kağıdımı gördüm.
“Hocam istediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?” diye saf bir soru sordum. Ama bu soru uyandığımı kanıtlama çabasıydı sadece. E Serpil hoca da anladı…
“İstediğiniz sorudan başlayıp, istemediğiniz sorudan bitirebilirsiniz.”
“Hocam dakika tutabilir misiniz?”
“Ne için?”
“Kağıdımı ne kadar sürede doldurduğumu merak edenler var. Eminim sonuç sizi de şaşırtacak.”
İlk soru maddenin tanımı ile ilgili basit bir soru idi. Maddenin tanımından öte bir ton ıvır zıvırı yazdım. İkinci soru da kolaydı. Üçüncü soru problem olunca hızım yavaşladı. Serpil hocanın cep telefonunda çalışan kronometre 3 dakika 20 saniye ve 12 salise gösteriyor iken bitti üçüncü soru. Dördüncü soruda atomun yapısı soruluyordu. Ben beş atom teorisini ayrıntıları ile yazdım. Katyon, anyon, bağıl kütle AKB gibi ayrıntıları doldurdum… Son soruyu bitirdiğimde kronometre On dakikaya çok yaklaşmıştı. On dakikaya ulaşmasını izledim. Sonra kontrole geçtim. Eksik not alabileceğim bir durum var mı diye. Serpil hoca bol not veren bir insan mıydı, değil miydi? Riske girecek değilim elli kağıt var ipin ucunda. İş bitince başımı koydum kağıdın üzerine uyumak dileğiyle. Ama dileğimi daha meleklere ulaştıramadan Serpil hoca:
“Baran bitirdin mi?”
“Evet hocam.”
“On iki dakika ve kağıt dolu, bakalım doğru mu cevaplar?”
“Hocam çıkabilir miyim?”
“Çıkabilirsin.”
Hemen kantinin yolunu tuttum. Bir çay aldım kendime. Yan sınıftan birkaç kişi vardı. Onların yanına gittim. Biraz sohbet ettik. Onların hocası hasta olduğu için dersleri boşmuş. Hepsi şaşkındı bu kadar kısa sürede Kimya sınavından çıkmama. Çayım bitince köşede bir yere geçtim. Kendimi uykunun tatlı-narin ellerine bıraktım.
TRAFİK KAZASI
“Kalk lan ders başlayacak.”
“Tamam kalkıyorum.”
Sinan la beraber çıkmıştık kantinden. Ama bir ara kaybettim onu derse giden öğrencilerin arasında. Kim bilir yine hangi güzel kıza takıldı? Merdivenlere ulaştığımda yüzüme su serpmem gerektiğini düşündüm. Bunu düşüncemi onayladım ve tuvalette uykuyu bıraktım. Ne de olsa tekrar gelecek gölgem gibi… Basamakları çıkarken sözlü olacağım aklıma geldi. Bu yüzden düşüncelerimi toplamam gerektiği kanısına vardım. Ama bütün duygularım yine allak bullak oldu!
Teneffüsten sonra sınıfa dönerken, iki kız geçiyor yanımdan. Kızlardan birinin ağzından;
“Bak işte bu çocuk Kimya’dan yüz almış” Konuşan kız beni işaret etmişti, etrafıma bakmayacak kadar parmağın ucunda kalmıştım…
Sözlüden önce bu trafik kazası oldu mu şimdi. Ne yani ben sınavdan yüz aldım ve bunu bütün okul ahalisi benden önce mi öğreniyor? Len saf sen sınavdan günler önce bilmiyor muydun yüz alacağını? Olsun yine de bu kaza beni allak bullak etti.
SÜNGÜLEŞME PARODİSİ
Sıramda uykumun kollarında idim, bir saniye öncesine kadar. Koca bir Osmanlı yumruğu beni kendime getirdi.
“Baran kalk sözlü yapacağım.”
“Orası tamam da hocam, ben kaç aldım?”
“Yüz!” Serpil hocada bir sinir bir stres.
“Demek ki Ogün hoca haklıymış. İmkansız diye bir şey yokmuş, sadece biraz zaman alıyormuş…”
“Demek ki!”
“Ama bunu bütün okul benden önce duymuş.”
“Sen uyumaya devam et oğlum daha neler duymayacaksın. Bakalım özde mi biliyorsun kimyayı, yoksa sözde mi?”
“Sorular gelsin hocam…”
Hoca soruları sordukça ben en güzel cevapları verdim. Serpil hoca soru sormaktan ve kitap gibi cevaplar almaktan sıkılmıştı? Çantasını açtı ve gözlüğünü taktı. Elini çenesine dirseğini masaya koydu. Derin derin bana baktı. Ben gülme pozisyonuna geçtim.
“Çocuk sen nasıl bir şeysin?”
Sadece ben değil bütün sınıf güldü bu soruya. Sonrasında sesleri susturan cırtlak sesli Süleyman oldu. Peltek ve cırtlak sesi vardı Süleyman’ın birde cüce boyu…
“Hocam o Çılgın Marslı!”
“Sen uykunda ders mi çalışıyorsun? Tüm bunları nasıl bu kadar ayrıntıları ile anlatabiliyorsun? Senin olduğun yerde ben sussam daha iyi herhalde. Diğer derslerinde bu kadar iyi mi?”
“Hocam böyle soru yağmuru iyi olmadı, tek tek sorarsanız cevaplamaya çalışacağım.” Sınıf yine gülmeye başladı. Gürültünün frekansı bu sefer düşüktü.
“Diğer derslerin nasıl?”
“Matematik ve Fizik en az Kimya kadar iyi. Edebiyat Coğrafya ve Tarih biraz daha rayı bozuk, ama benim tembelliğimden o da, sevdiğim dersleri çalışmak daha iyi. İngilizce kursuna gitmiştim yazın o da iyi gibi bir şey?”
“Daha önce uyku problemin oldu mu?” Kafamı salladım hayır anlamında. Yeni soru geldi:
“Sen, sen uyurken ders mi çalışıyorsun?”
“Galiba.”
BN CN/MARSLI
06/09/2010-02/11/2010
LİSE YILLARI 5 MARSLI’NIN KOPYALARI
Kim demiş Marslı kopya çekemez diye? Yalan, küllüm yalan! O kopyanın alasını çeker. Hem de en kıyak haliyle.
Resim dersinde birinin burnu kanarsa bundan kim çıkar sağlar? Bilgisayar dersinde oyun oynayan Baran ve Sevinç nasıl yazdı İstiklal marşının on kıtasını?
MARSLI
“Anlayanlar, anlamayanlara anlatsın.” “İmkansız diye bir şey yoktur, sadece biraz zaman alır.” Çok sevmesem de, yine de sevdiğim Fizik öğretmenim, koca göbekli Ogün hocamın sözleri. Anlatacağım. Onu da anlatacağım. Sabredin. Önce biraz havaya girelim…
BN CN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.