- 817 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DAMALI MİNİBÜSLER
Eskiden köyümüze yolcu taşıyan atmış üç model minibüsler vardı. Çoğu; kırmızı, sarı ya da beyaz renkli, soluk boyalı eski püskü arabalardı. Bu araçların ticari amaçla kullanıldığını belli eden boyalı şeritleri vardı. Onları yarı belden saran şeritlerin rengârenk kuşağı andıran damalı oluşları beni en çok cezbeden taraflarıydı. Beni köyüme ulaştıran bir rüzgâr gibi görüyordum onları.
On iki yaşlarımdaydım. Ortaokula yeni başladığım yıllardı. Trabzon’da okuyordum. Babamla hafta sonları köye gider, pazartesi sabahı erkenden kente dönerdik. Hafta sonu dediysem öyle cuma günü değildi yolculuğumuz… Cumartesi günü giderdik Babam esnaf olduğundan tatili, memurlar gibi cumadan başlamazdı. Cumartesi günü iple çekerdi benim gibi o da yolculuk akşamını. Dükkânı kapattığı gibi bir solukta durağa varıp ön camında tabelaya “Derecik” yazan minibüste bulurduk kendimizi. Araç tıka basa dolunca yola koyulurduk. Yol boyunca inen olmazsa eğer, ben hep ayakta durur ya da babamın dizine oturarak giderdim.
Ön koltuklarda erkekler oturur, ama şoförün yanındaki “şoför mahalli” dediğimiz ikili koltuk hep sakallı yaşlılara verilirdi. Kadınları şoförün yanındaki “şoför mahalli” dediğimiz koltukta otururken hiç görmedim. Onların yeri arabanın en arka koltuklarıydı.
Ayakta yaptığım yolculukta, yol boyunca yanan ışıkları ve köy dönüşü yol kenarlarında alçalıp yükselen elektrik tellerini göremezdim. Araba tutmasına karşı ellerinde naylon torbalar bulunan kadınlar ağızlarına gem vurur hiç konuşmazlardı. Duraktan hareket edip asfalt yoldan köye ayrılan sapağa varmadan arabanın içinde bir hışırtı duymaya başlardım. Naylon torbaların ağzı açılır hazır vaziyette ellerde tutulurdu. Arabamız taşlı toprak yolda ağır aksak ilerleyip birkaç viraj döndüğümüzde kadınların midesi bulanır başı dönerdi. Sonra da naylon poşetlerden arabanın içine bir koku yayılırdı. Torbalar usulca ve sıkıca bağlanıp minibüsün penceresinden fırlatılırdı. Yolda patlayan arabanın içinden atılan torbaların etrafa yayılışını görmeye can atardım.
Araba bazen virajları dönerken, bazen bir rampayı çıkarken yavaşlar, duracak gibi olur ve birden egzostan gelen bir bağırtıyla ağır aksak devam etmeye çalışırdı. Köye çalışan minibüsler eski olduğundan, arabamızın bozulduğunu sanır böyle durumlarda yolda kalacağız diye ödüm kopardı. Kimi yolculuklarda zorunlu molalar verirdik.
Köye giden yolun ikinci rampasında duraksayan, sonra hareket etmeye çalışan minibüsün önünden dumanlar çıkmaya başlardı. Şoförümüz yolculardan bir kaçını indirip tekrar hareket etmeye çalışırdı. Rampanın bitiminde başlayan düzlükte muavin, arabanın altına taş koyup bagajdan kaptığı gibi; boş bidona yamaçtaki evden su doldurmaya giderdi. Arabadan inip bekleşirken yolcular, çevredeki tütün tarlalarına bakar rençperlikten dem vururdular. —Tütün bölgenin her şeyiydi o zamanlar. Tarım politikası olmayan hükümetlerin yanlış ekonomik kararlarıyla tütünden azığını çıkaramaz olmuştu rençper. Sonradan tütünün yerini tutmadığı gibi fındık üreticisi haline gelen köylü, yine aynı durumla karşı karşıya kaldı. Kısaca; yine kaderine terk edildi şimdi- Muavin arabanın ön kapağını açıp getirdiği suyu; dar yassı ve köyde arı kovanımızın peteklerine benzettiğim siyah demir kutunun içine boşaltırdı. Şoför arızayı merak eden yolcuların meraklı sorularına kızar, gaz pedalına yüklenirdi. Araba rampa aşağı hız aldıktan sonra muavin motorun hararet yaptığını söylerdi.
Diğer şoförler gibi o da yolların bozuk olduğundan şikâyetçiydi. Yolcuların yolda kalmamak için arabayı tıka basa doldurduğuna kızıp söylenirken; benim gözüm şoförün elindeki direksiyonu nasıl çevirdiğini pedallara hangi durumda ne zaman bastığını gözlüyordu. Arabanın içinde ayakta olduğumdan bunları rahatça gözetleyebiliyordum. Onun için koltukta oturmaktan çok, ayakta ya da babamın dizine yaslanarak gitmek daha gizemli gelirdi bana. Keşke; boyum biraz kısa olsaydı… Boynum arabanın tavanında iki büklüm, sigara dumanı arasında şoförün her hareketini pür dikkat izlerken, bazen kasketli bazen aksakallı adamların kaçak tütünden sardığı sigarayı kaç fırt ta bitirdiğini bile sayardım. İzmariti sigara bitince, yırtık muşambalı önündeki koltuğun arkasındaki küllükte söndürmeye çalışırdı. Kapağı aralı kalan küllüğün arasından süzülen sigara dumanı arabanın içinde 1–2 viraj alarak yükselir, burnumun dibinden nazlı bir şekilde kavis yaparak şoförün yanındaki camdan esen rüzgarın ahengine kapılarak çıkardı.
Meraklı bakışlarımın arasında sigara dumanı beni rahatsız ederek camdan uçup giderken; oturduğumuz koltukların altlarına hıncahınç sıkıştırılan örme seleler, gümüş renginde kalaylı bakraçlar ayaklarıma basacak yer bırakmazdı. Böyle durumlarda kendimce sinirlenir kızardım. Bazen de rengârenk desenli yamalı bohçaların içinde ne olduğunu ayakuçlarımla yoklar sonrada üzerlerine basar ezerdim. Böylece koltukta oturmamanın intikamını almış olduğumu sanırdım.
Bir keresinde; minibüs süratle viraja girdiğinden, sebze bohçasıyla yan yana duran yoğurt bakracı ve yumurta sepeti devrilip arabanın içine yayılmıştı. Terler, nar gibi kızarmış olan yüzümden boncuk boncuk akmıştı. Kendimi suçlu hissetmiştim. Sonraları; çok sonra, damalı minibüslerle köye giderken babamın yanında oturduğumda, bohçaların arasında ayaklarıma itinayla yer aradığımı hatırlıyorum. Her minibüse binişimde, bu olay hala aklıma gelir. Her aklıma gelişinde yüzümde tatlı bir tebessüm belirip ayaklarımın kanatlandığını hissederim.
İyi bir insanın yaşamının en iyi bölümü, göstermiş olduğu nezaket davranışlarıdır. Duygularımızla olmasa bile davranışlarımızla saygı göstermemiz her zaman mümkündür.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.