- 620 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAT HİKAYEM-2
12 Eylül 1980 Askeri darbesinde, ben ortaokul birinci sınıftaydım. Günlerce, sokağa çıkma yasağı nedeniyle, bahçe dışına çıkamamıştık. Ortaokul döneminde olduğum için darbeye neden siyasi olaylara, şans eseri karışmamıştım. Bu da işin sevindirici yanıydı. Fakat, her ne kadar girmesem de, büyüklerimin anlattıklarından, yaşananları az çok biliyordum. Hatta darbeden önce, alışveriş için hep beraber çarşıya gitmek için yola çıkmış, tam Hükümet konağının yakınına gelmişken, göstericilerin seslerini duymuştuk. Babam tedirgin olmuş ve geriye dönmüştük. Ortaokul ikinci sınıfın sonuna kadar aynı evde oturduk. Anneannem, dedem ve babamın babası, hepsi aynı köyde oturuyorlardı. Köyden uzaklaştığımız için her zaman gidemiyorduk. Yakup dedem, babaannemin ölümünden sonra hep evlenmek istemiş fakat bir türlü evlenememiş. Köyde olduğumuz dönemde de, arada bir kaybolur, sonra da ortaya çıkardı. Sonra annemle, babamın yüzlerinde bir muzip gülümsemeyle ona ;
“ Ne o baba, cici anne bulamadın mı yine ? “ Diye sorduklarında anlardım nereye gittiğini. O bu soru karşısında, sesini çıkarmaz, suratını asar ve bir köşeye çekilir otururdu. Sanırım onun istediği sadece bir arkadaştı. Evde bir ses, soluktu. O evde yapayalnız kalmıştı. Yanımıza da gelmeyince, ilk kez şansı yaver gitti ve ona bir babaanne bulundu. O da onun yaşlarındaydı. Çok becerikli bir insanda değildi. Konuşmayı ve gezmeyi çok severdi. Dedem, muradına ermiş ve yetmiş beş yaşından sonra tekrar evlenebilmişti. Bizimkiler de rahatlamışlardı. Aradan üç ay geçmeden, dedemin hastalığı ortaya çıktı. Teşhisin sonucunda, mide kanseri olduğu anlaşıldı. Babam, onu eve getirdi. Hastalığı, yaklaşık bir buçuk ay sürdü. Fedakar anacığım, devamlı yattığı için altını temizledi ve baktı. Son suyunu da annemin elinden içti. Annemden başka iki gelini ve iki oğlu olduğu halde onlar çok fazla ilgilenmemişlerdi. Yattığı süre içinde, annem altını temizlerken utanır, bir taraftan da dua ederdi. Dedemi kaybettikten sonra babam, cici büyükannenin bütün ihtiyaçlarını karşılamaya devam etti. Hatta yanımıza bile getirmeyi düşünmüş fakat ev küçük olduğu için yapamamıştı bunu. Her hafta sonu gidiyordu. İhtiyaçlarını da giderken temin ediyordu. Yine bir hafta sonu köye gitmişti. Döndüğünde, moralinin çok bozuk olduğu anlaşılıyordu. Annem, bir tersliğin olduğunu fark etmiş ve ;
- Hayırdır Bey. Canın bir şeye mi sıkıldı. Annemler hasta mı yoksa ? Kötü bir haber mi var ?
Sorusuyla, babam ağlamaya başladı.
- O benim babamın emanetiydi. Ben ona bakacaktım. Hiç olmadı, gideceğini söylemiş olsaydı o kadar kahırlanmayacaktım. Gitmiş. Başka biriyle evlenmiş.
Babam, çok iyi bir insandı. Gerçek annesi olmadığı halde ona Ana diye hitap ederdi. Dedemin ölümünden sonra onun gitmesi onu çok üzmüş olmalıydı. Biraz daha zaman geçtikten sonra onu gittiği yerde bulduk ve ona bir miktar para verdi ve helalleşti.
Üçüncü sınıfa geçtiğim yıl, evin küçük oluşu nedeniyle, tekrar kiralık ev aramamak için ev almaya karar verdik. Daha sonra kayınpederim olan ev sahibimizin tavsiyesi üzerine, bir apartmanın en alt katını satın aldık. Alırken de, o zamanların en revaçtaki otomobili olan Murat- 124 marka bir otomobilimizi ve annemin kolundaki bileziklerle, tarlada yetiştiğimiz patatesten elde edilen geliri birleştirerek alabilmiş ve hatta biraz da borçlanmıştık. Babamın maaşı ile harcamalar, kıtı kıtına denk geliyordu. Bizim okul masraflarımız ve evin masrafları için de, babamın yetiştirdiği arılarının bal paraları imdada yetişiyordu. Annem, çok iktisatlı bir hanım olduğu için bir şekilde altından kalkıyorduk. Mesela, köyden getirdiğimiz un ile fırında ekmek yapıyor, ekmek parası vermiyorduk. Harçlık olarak da, babamın günlük olarak verdiği harçlıkları harcamıyor, biriktiriyordum. Gerekli olduğunda da harcıyordum. Yaklaşık bir yıl kadar bu şekilde idare ettik. Sonunda, sıkıntılarımız epey azalmıştı. Yazları boş durmuyor, okullar tatil olur olmaz gidiyorduk yine. Fakat, liseye başladığımda, amcamların bir iki kinayen konuşmasına kızan babam tarlaları ekmeme kararı verdi. Sadece, arılar ve tatil için gidiyorduk. Sonra da zamanla daha az gitmeye başladık. Liseye başlayacağım zaman, hangi liseye gideceğime karar verememiştim bir türlü. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Ben ise bir an önce işe girme isteği duyuyordum. Zaten en kötü huyum aceleciliktir. İlkokula, altı yaşımda başlamıştım. Sanki bir yere yetişme, geç kalmak gibi bir korkuya sahipmişim gibi hareket etmişimdir. Babamla, kayıt için çıktık. İki tane lise aynı yerdeydi. Tam ortaya geldik. Babam bana döndü ve ;
- Kızım, hangi okula gitmek istiyorsun ? Karar senin. Hangisini istersen, oraya kayıt yaptıracağım. Dedi.
- Ticaret meslek lisesine gideceğim baba dedim.
Gittik ve kaydımı yaptırdık. Yine acele karar vermiştim ve bunu yıllar sonra anladım. Oysa, benim hayalimdeki meslek öğretmenlikti. Okuyabilir miydim ? Okuyamaz mıydım bilemiyorum fakat denerdim en azından. Meslek liseleri o zamanlar daha avantajlıydı. Mezun olunduğunda, çok çabuk iş imkanı oluyordu. Muhasebeci olma imkanına sahipti. Liselerde de matematik, fizik, edebiyat ve Kimya dersleri vardı bizden farklı. Biz daha çok meslek derslerini görüyorduk. Ne çok başarılı, ne çok başarısız bir öğrenciydim. Üç yılın sonunda, üniversite sınavına girmek için hazırlanmaya başladım. O zamanlar, Bolu’ da ÖSYM merkezi olmadığı için başka şehirlere gidiliyordu. Ağabeyimle İzmit’ de girdik. O tekrar girmişti sınava. Kazanamamıştım. Tabii ki beklediğim sonuçtu. O zamanlar dershaneler var mıydı ? Hiç hatırlamıyorum. Olsaydı da gidemezdim herhalde. Kendi çabalarımla ne yaptıysam o şekilde girmiştim sınava.
Lise bitmiş ve ev kızı olmuştum. Fakat vakit geçmiyordu. Öyle kafasına göre gezen birisi d değildim. O zamanlar, daha kapalıydı çevremiz. Akşamları saat dokuzdan sonra tek başına sokağa da çıkılmazdı. Aşk- meşk gibi şeylerle de hiç ilgim olmadı zaten. Ne lise de, ne lise sonrasında. Kimseyi yanıma yaklaştırmazdım da. Katı kurallarım vardı. Bu kez, iş imtihanlarını araştırmaya başladım. Bir iki sınav açıldı o dönemde. Sınavlarda, yazılıyı kazanıyor fakat ne hikmetse sözlü sınavda eleniyordum. O sınavlarda meğer kartvizitler elenmiyormuş. Bunu da elendikten sonra öğreniyordum. Bir tanesinde, yedekte kalmıştım. Ondan da çağrılmadım zaten. Sonra, Maliye Bakanlığının sınavı açıldı. Çok ağrıma gitmişti önceki başarısızlıklar. O yüzden de, sınava bir ay kala ders çalışmaya başladım. Hiç evden dışarıya çıkmıyordum. Sadece hava almak için çıkıyor, sonra tekrar çalışmaya başlıyordum. Girdiğim sınavı yüksek bir not ile kazandım. Benim işe başladığım yıl alınacak personel sayısı çok fazlaydı. Sözlü için kullanabileceğim bir kartvizitim de yoktu zaten. Ben bu tür şeyleri haksızlık olarak görüyordum. Yüreğimin temizliği ve adalete güvenim sayesinde, sözlüde başarılı oldum ve atamamın yapılması için hazırlıklara başladım. Sınava girerken daha on sekiz yaşımı doldurmamıştım. Tam işe başlayacağım zamanda o engel çıkmıştı karşıma. Neyse ki Ticaret Meslek Lisesinin faydasını orada gördüm. Babam, bir dava açarak bana “ Kaza-ı Rüşt “ kararı aldı. Evraklarımı tamamladıktan sonra atamamın yapılmasını beklemeye başladım. Yaklaşık on beş gün sonra da, atandığım İlçe belli oldu. Mudurnu’ ya atanmıştım. Doğduğum ilçeye…
DEVAM EDECEK !
YORUMLAR
Canım ilk bölümünü okumaya henüz vakit bulamadım ama en kısa sürede okuyacağım. Senin gerçek hayat hik'ayen sanırım.
Geçmişi tekrar yaşamak ve okuyuculara aktarmak, geçmişle yüzleşmek zordur. Sana kolaylıklar diliyorum bir tanem.
İkinci bölümü beğenerek ve birazda yazıda kendimi görerek okudum.
Çok güzeldi...
Sevgilerimle...