- 1070 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Köylü Yüzüm (öykü)
Köylü Yüzüm
Topraklarımızı tırnaklarımızla kazıyarak yetiştirdiğimiz mahsulleri satıp, önceki yıllardaki birikimimizi de ekleyerek bir Tempra aldım. Geçmiş yıllarda çocuklara ; ‘Bir gün size sıfır araba alacağım’ dediğim zaman eşim ; ‘Yine pasaklı hayallerin tuttu’ demiş, birlikte gülüşmüştük…
Kazmanın sapına yetişemeyen boyum, Karacoğlan türküleriyle büyüdü. Rahmetli babam türküleri dokunaklı söylerdi. Umutlarının hep ucundaydım, türkü gözlü köylü çocuğunu yeleleri göğe değen doru bir ata bindirirdi. Malaz ovasında güneşi koparıp getirmek ister gibi at koştururdum.
Tarla işleriyle cebelleşmeye ara verdiğimiz, avuçlarımızın terlediği temmuz ayında, kayınımla birlikte denize gitmeye karar verdik. Kayınım Veyis’in arabasına iki odalı çadırı ve bazı eşyaları, benim arabaya da yatacak yastık yorgan gibi şeyleri yerleştirdik. Bize ardına kadar açılan Mersin asfaltında düğün konvoyu gibi şamata yaparak gidiyoruz.
Güneş, Çukurova’nın üzerine dilini sarkıtmış, temmuzun sinek çatlatan sarı sıcağı ılgım salkım, ortalığı kavuruyor. Dillerimiz bir karış dışarıda!.. Bizi ellerimizden tutan hayata sıkı sıkıya sarıldık… Mutlulukla, güzellikleri yaşadığımız zaman güzellikler daha da bir anlam kazanıyor. Ötekisi berisi fark etmez, köylüler gibi hayatın sillesini yiyen başka birileri yok.
Yılan Kalesi ardımızda karartı gibi kalırken kavrulan asfaltın üstü ıpıl ıpıl ediyor. Hazreti Ali solumuzdaki Cebenur dağının üzerinden tepsi gibi duran Çukurova’ya bakarak; ‘Cehennem buranın ya altında, ya da üstünde’ diyerek geri dönmüş derler.
Ben, Veyis’le birlikte çadırları kurarken çocuklar çoktan denize girdiler. Güneş Toros dağları yamaçları arkasına yavaş yavaş dolanıyor. Akdeniz meltemi tenimizi okşarken dalgalar sahile atlayacak gibi koşuyor. Palmiyelerin yaprakları sazın telleri gibi sesler çıkarıyor.
Meltemin savurduğu ardışık dalgalar sahildeki kuma dil atıp duruyor. Gözlerim görebildiği kadar uzaklarda geziniyor. Dalgaların kıyıya ritmik vuruşu, iç çeken kumrunun sesi gibi içimi okşuyor. Yanımdan geçen beyaz tenin albenisi yüreğimi havalandırıyor. Adı beşinci mevsim olan böyle bir hayatı ömür boyu yaşamak ne kadar güzel olurdu. Acaba cennet denilen yer, böyle bir yer mi?
Kargıpınar’daki üçüncü günümüz, güneş Toros dağlarının ardına iniyor. Akdeniz melteminin mangalımızı yellemesini az bulup elimdeki gazeteyi ha bire sallayıp duruyorum. Çocuklar yer sofrasını simit gibi çevirdiler, pişmekte olan kuşbaşı kebabın bir an önce gelmesini bekliyorlar. Bir anda herkes birden sustu, üç uzun namlulu silahın üzerimize çevrildiğini eşimin beni dürtmesiyle fark ettim.
Kaderlerimize çomak sokanlar üç kişi, tenleri bufalo derisi gibi, kaba kalın bıyıklı olanı bana, ananı şimdi belleyeceğim der gibi bakıyor. ‘Bakın agam, bu Tempra’yı geçici olarak xyz örgütü adına alıyoruz,’ dedi.
Terör, bizi köyümüzde gelip bulacak hali yoktu ya, plajda yakaladı. Ne şanssız adamım!.. Kirli sakallı, dalsız bodur ağaç gibi duran terörist, bana anasının kırığını görmüş gibi bakıyor. ‘Anahtarı at,’ dedi. Kimseden çıt çıkmıyor, bize en yakın çadır en az atmış yetmiş metre ötemizde. Anahtarı cebimden çıkarıp ayaklarına doğru atıyorum. Arabayı çalıştırdı, diğerleri de koşarak bindiler. Hepimiz donmuş gibi Tempra arabamızın arkasından bakakaldık.
Başıma kan oturdu, köylü yüzüm alaca düşmüş siyah üzüm salkımı gibi alacalı bulacalı oldu. İçime gece çöktü, bu arabayı almak için gecemi gündüzüme katarak yıllarca çalıştım. Bundan böyle hatırladıkça sigaram acı acı tütecek.
Teröristler, bize ölümün soğuk yüzünü gösterdiler, akşamımıza yüksek tansiyon gibi geldiler. Gözü kara teröristler pars gibi atak davranıp arabamı götürdüler. Hayat bu kadar güzelken insan onların üzerine atlayabilir mi? İçimden, ‘mal canın yongası da olsa, değmez’ dedim kendi kendime. Hem de çocuklarımın saçının bir teline zarar gelmesini istemem.
Kargıpınar karakoluna çıta gibi uzun boylu Veyis’in arabasıyla gidiyoruz, askerler bizi kapıda çok iyi karşıladı. Karakol komutanına durumu detaylı şekilde anlattım. Adresimi ve telefonumu aldılar; ‘Bir gelişme olursa sizi ararız’ dediler. Mehter marşıyla geldiğimiz yoldan Çanakkale marşıyla dönüyoruz, kafamız çok bozuk.
Tavsiyeler üzerine köye dönüşümüzden iki gün sonra, Veyis’i de yanıma alarak Mersin Emniyet Müdürlüğüne gittik. Olup biteni onlara da anlattık, iyice dinlediler. Müdür ; ‘Bu örgüt işi, zaman alır. Teröristler okullara girip sınıflardaki öğrencilerin ellerine kağıt tutuşturuyor, bu kağıtta yazılı olan yerde askerlik yapacaksınız, diyorlarmış. Duyumlarımız var’ dedi. Eve dönerken biz yolu, yol da bizi tüketti, abanoz ağaçları gibi terledik.
Köy kahvesinde oturuyoruz, Tecir Mehmet yanımıza gelip oturdu.
-Selamın aleyküm.
-Aleyküm selam.
-Geçmiş olsun Ertuğrul.
-Sağ ol, Mehmet aga.
-Havuzlu Bahçe de bir hoca var. Çalanın çırpanın yerini söylüyor. Valla ben olsam. Yanına gider şansımı denerim.
-Yerini biliyor musun?
-Kolay. Size onun yerini bilen arkadaşın evini tarif edeyim.
Ne de olsa köylüyüm, şehirli gibi uyanık değilim. Dinimizin tutkalı hocaya gitmeyip de kime gideceğim. Hocayı bulmak için Çolak Kâmil’in yanına gittik. Adam tam bir psikopat!..
-Abi, ben size pahalıya patlarım. Beni, Limonluk’daki Doktor’un yerine (Kayacı Vadisi) götüreceksiniz. Orada ruhumuzu iyice cilâlayacağız ki… Hocanın mayası iyi tutsun. İyi mi arkadaş!
Hep birlikte Doktor’un yerine gittik. Mangal sefası yapıyoruz, keyifler gıcır. Kayınım ısmarlıyor, rakı şişeleri sepil… Felekten bir gün çalıyor Çolak..!
Keklik gibi sekiyor cıvıldaşan kuşlar
yeşil başlı, dört kanatlı kelebekler
oynaşıyor Lemas çayının üstünde.
Beyaz habbeciklerde geziniyor gözlerim
mor sümbülü ağdalıyor uğurböceği
suya yatmış yeşile kesen kavak
birbirinin gölgesinde büyümeyen ağaçlar
göğü kucaklamış Çukurova’nın en görülmeli yeri.
Yapıştığı kayacığı pembeye boyamış yonca
kim saklıyor Lemas’ın sırrını? Ağaçlar suskun
dalları sarmalamış eflatun çiçekli sarmaşıklar
büyüleyici doğaya sarkıyor karganın çığlığı.
dolgun uzun bacaklı çınar ağaçları
kamufle ediyor günahlar coğrafyasını
içime anason düştü düşeli
belleğimden taşıp dökülüyor anılarımın izleri
yüreğime iniyor arabamın ılgımları
böğürtlenin dikeni sırnaşıyor içime.
Hocanın evi villa gibi, bu dünya da hoca olmak varmış. Ev beş dönümlük portakal bahçesinin ortasına inşa edilmiş. Hemen her pencereye klima taktırmış. Çolak Kamil ile Veyis bahçe de kaldılar. Hoca divanın üzerine ebem karı gibi bağdaş kurmuş.
-Selamın aleyküm.
-Aleyküm selam. Hoş geldin.
-Hoş bulduk.
Biraz havadan sudan sohbet ettikten sonra.
-Hocam, bir çuval para verip bir araba almıştım. Geçen hafta çocuklarla birlikte Kargıpınar’a gelmiştik. Elin gavuru zorla gasp etti. Hocam, lütfen bana yardımcı olun. Bu iyiliğinizin altında kalmam valla...
Elindeki tespihi bırakıp önünde duran işlemeli kitabı aldı, mırıldanarak okurken durup bana baktı.
-İçine beş milyon at.
Emekleyerek yanına varıp sayfanın arasına bıraktım. Yaklaşık iki dakika okudu, para ver der gibi başını kaldırdı, cebimden onluk çıkarıp kitabın üzerine koydum. Bir dakika kadar daha okuyup kitabı kapadı.
Kendi kendine “Araban Konya Ereğli’de” der gibi mırıldandı, emin olamamış gibi sustu. Başını kaldırarak bana tekrar baktı.
-Bir haftaya kalmadan Allah’ın izniyle arabanı bulacaksın.
-İnşallah Hocam. Diline sağlık. Hocam yine dua edin, araba bulununca tekrar geleceğim.
Dedikten sonra elini öpüp oradan ayrılıyoruz.
İki ay geçmesine karşın arabamdan bir ses çıkmadı, yaklaşık altı ay kadar sonra, köy kahvesinde otururken garson seslendi.
-Ertuğrul abi, koş telefonun var.
-Alo.
-Beyefendi gözünüz aydın. Arabanız bulundu. Emniyet Müdürlüğü’nün önünde duruyor. Gelip alabilirsiniz.
-Çok teşekkür ederim efendim. Sağ olun, Allah razı olsun.
Dedim, sevinçten uçuyorum, kahvedekiler de sevindiler. Herkese çay ısmarlayıp eve koştum.
Tempra’mı gasp edenler, arabama Silifke’de çaldıkları bir at arabasının plakasını takmışlar. Mersin’in varoşlarında çeşitli amaçlar için kullanılmış. Örgütten biri işkence de çözülüp arabamın yerini söylemiş. Biraz hasarlı da olsa, yapılacak bir şey yok. Buna da şükür, alın terimdi. Arabamı alıp köyüme döndüm.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.