ÖLÜMÜ HİSSETMEK
Uzandığınız televizyonun karşısında saate baktığınızda vaktin oldukça geç olduğunu farkedip elinizi kumandaya uzatıyorsunuz ve bazılarının müzik olduğunu iddia ettiği aslında gürültünün süslenmiş versiyonundan kurtuluyorsunuz.
Asıl büyüleyici sesin sessizliğin çığlıklarında olduğunu farkedip kendinizi dinliyorsunuz. Gözleriniz iyice ağırlaşıyor. Uykunun gizemli kucağında bir kedi masumiyetiyle kıvrılırken bedeninize gün boyu yorgunluk veren tüm işlerinizin ağırlığından da sıyrılıyorsunuz. O kadar dalgınlaşıyorsunuz ki annenizin size seslendiği bile duymuyorsunuz. Öyle bir garip hal ki; gözünüz görmüyor, kulağınız işitmiyor, eliniz tutmuyor. koku alamıyorsunuz. şiddetli bir darbe olmadan dokunuşları hissetmiyorsunuz, nefes alış verişleriniz de olmasa yaşamsal hiçbir fonksiyonunuz gözlenemeyecek.
Ve o anda dank ediyor kafanıza... Bu bir ölüm! Evet bu bir ölüm! Saniyenin sene hükmünü taşıdığı bir zaman parçacığında sıçrıyorsunuz yatağınızdan. Her gün en az bir kez yaşadığınız bu ölümün sizi hakikate uyandıramadığını farkedip irkiliyorsunuz. Her gün uyandığınız bu uykudan uyanamayacağınız en büyük uykuyu düşünüyorsunuz. Ve ben de tıpkı benden öncekiler gibi öleceğim diyorsunuz. Bakmaya kıyamadığınız, seyretmeye doyamadığınız güzel yüzlerin mezarda bürüncekleri şekli dehşetle ve tiksintiyle düşünüyorsunuz. Elma gibi yanakların toprakta nasıl kararıp çürüdüğünü, küçücük narin burunların yerinde nasıl standart bir boşluk kaldığını; ceylana benzer gözlerin yerinde nasıl iki büyük delik kaldığını görüyorsunuz. Kendi güzelliğini sergilemek uğruna kılıktan kılığa giren 20 yaşındaki alımlı bir mankenle 80 yaşındaki bir ninenin kafatasını gözünüzün önüne getiriyorsunuz. Acaba hangisi hangisiydi diye sorup duruyorsunuz. "Toprakta gezen bedeninizin birgün elbette toprak olacağını" biliyorsunuz. Peki o halde neden ölümü kendinizden bu kadar uzak görüyorsunuz.
HALA FARKETMEDİNİZ Mİ: ÖLECEKSİNİZ. HER GECE UYDUĞUNUZDA BİTİRDİĞİNİZ GÜNÜN ÖMRÜNÜZDEN EKSİLMİŞ BİR GÜN OLDUĞUNU HİSSETMİYORMUSUNUZ.