“GARAKTERİN G’Sİ”
“Gardaş gusura galma ama garakterin g’si yok sende” diye başlıyoruz bugün. Garaktere çok gereksinim duyduğumuz ve her şeyin garakterlisinin - ki sebze ve meyveler de buna dâhildir- kıymete bindiği bir dönemde bunu yazmamak olmaz değil mi?
Her şeye dek sinecek olan bir “garakter” eğitimini tez elden fiiliyata sokmamız gerekir. Bu hormonlu sebzelerden ki yolda büyüyen salatalıkları mutlaka duymuşsunuzdur, hormonlu danalara değin - ki kurbanda kilosu daha ağır bassın diye iğne vurulup hormonlaşan- kasaplarda satılan at eşek etlerinden fırınlarda fareler ve kirli üst başlar arasında yoğrulan ekmeklere değin, makam mevki için yalakalığın çok çabuk filizlenip dallandığı ve meyveye durduğu ana değin her yerde her şeyde ve herkeste ciddi bir “garakter” eğitimi yapılmalıdır.
Her türlü kanserin artık grip gibi, kişilere bulaştığı ve yayıldığı bir zamanda ahlaki olan her şeyin rafa kalktığı bir dönemde, Allah korkusunun olmadığı, insanlara acımanın esamisinin dahi okunmadığı günlerde, beyin kanamalarının strese bağlı olarak düğün dernek kurduğu, kalp krizlerinin bir sünnet şöleni gibi sağımızda solumuzda bittiği anda “garakter”li olmamız lazımdır.
Elazığ’da bir çayevi. İki arkadaş sohbete dalmış o esnada yanlarına oranın müdavimi olan deli diye addedilen esasen veli olan bir adam da gelir oturur ve onların sohbetlerine kulak misafiri olur.
Biri diğerine; “İlmel Yakîn, Aynel Yakîn ve Hakkel Yakîn ne demektir?” diye sorar.
Diğeri hemen yanıtlar sözlük manalarıyla:
“İlm-ül-yakîn; ilimle bilmek,
Ayn-ül-yakîn; gözle görerek bilmek,
Hakk-ul-yakîn; her şeyi ile bilmek, vakıf olmak demektir.”diye…
Bizimkisine, “Anlatabildim mi?” diye de soruverir.
“Hayır, hiçbir şey anlamadım.” der bizimkisi…
Tam bu esnada bizim deli atılır ve hemen söze başlar. Onların şaşkın bakışları altında “Siz bunların manasını bilmiyorsunuz öyle mi? Yazık size…” diyerek söz konusu kavramları açıklamaya başlar:
“Keban Barajını biliyor musunuz?” diye sorar iki kafadara. Onlar da “Evet biliyoruz.” diye yanıtlar. Bizim yarı deli yarı veli hemen açıklar:
“İşte onu bilmeniz ilmel yakindir.”
“Peki, gidip onu gözlerinizle görürseniz bu ne olur?” diye sorar tekrar. Bizimkiler sus pus olmuştur. Yarı deli yarı veli yanıtlar sorusunu:
“Bu da aynel yakin olur.”
“Peki, oraya gittiniz Keban barajına girerseniz ne olur?” diye tekrar sorar yarı deli yarı veli… Bizim iki kafadara fazla şık kalmadığından hemen bağırıverirler tek bir tonda:
“Elbette ki hakkel yakin olur.”
Bizim yarı deli yarı veli hemen alkışlar onları; “Evet bildiniz, bravo size…”diyerek çekip gider. Bizimkiler şaşkın ve bir o kadar mahcup sessizce oturmaya ve tefekkür etmeye devam ederler.
Kim deli acaba?
Delilik ve deha arasındaki fark bir bıçak sırtı gibidir. İki tarafa da yakın olma hali… Adam çıkmış dışarıya bağırıyor habire: “Beni bu delilerden kurtarın” diye… Dışarıdakiler mi deli yoksa tımarhanelerdekiler mi deli?
Bir akıllı bir deliye dedi ki; “Sana acıyorum ey deli!” deli de dönüp kendisini akıllı zanneden rezil rüsvaya baktı ve dedi ki; “Herkes eksikliğini başkasında arar!”
Bir başka akıllı daha bir başka deliye laf sokmak istemiş ama bizim deli ağzına tıkamış lafını akıllının: “Gardaş gusura galma ama garakterin g’si yok sende” biraz g’li bir cümle oldu ama elifi elifine böyle…
“Ne gariptir ki toplum olarak aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana, yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız.” diye yazmış Halil CİBRAN.
Ne kör ne sağır ne lal bir millet olmuşuz da haberimiz yok. Etrafımızda tecavüzler oluyor herkes sağır kesiliyor, hırsızlık oluyor herkes kör kesiliyor haksızlık yapılıyor herkes lal kesiliyor.
“Gardaş gusura galma ama garakterin g’si yok sende” şeklinde biraz illensek kimse umursar mı acaba?
Rumi şöyle anlatır mesnevi’de: “Öküz, ansızın Bağdat’a gelir, şehri bir baştan öte başa gezip, dolaşır. Bütün o zevki, hoşluğu, tadı, tuzu görmez de göre göre karpuz kabuğunu görür.” Günümüz insanı da ahlakı, erdemi, doğruluğu, hakkaniyeti, insaniyeti rafa kaldırmış ve onların yerine tesis etmeye kalktığı onca rezaleti görüp yaşamaya çalışıyor.
Yazıklar olsun.
...... Dergisi’nin facedeki bir paylaşımını burada belirtmek istiyorum:
Erzurumlu dedeye sorduk: ’Dede küresel ısınma hakkında ne düşünüyorsun?
’ Dede dedi: ’vallah gardaş sobanın yerini heç bişe tutmir’
Mazeret olarak kışın kulaklarının çok üşüdüğünü öne sürerek Erzurum’ da okuduğu üniversiteyi terk edip ana kucağına baba ocağına dönen hemşerimiz aklıma geldi nedense? Nedense benim de kulaklarım üşüdü birden; yâr çekimi yer çekimi var ya! Hemşeri olunca da canlar, orada üşürse o, burada bizim burnumuz salya sümük akıyor ya!
Biz de Türkiyeli herkese soruyoruz: “Millet, küresel silah-için-sızlanma!” Garakterli ol desek herkese…
Cevap: “Sızlanmaya evet silaha hayır gardaş” olsa n’olurdu? Tam aksine: “Silaha evet sızlanmaya hayır!” olurdu yanıt, açık ve net!
Son olarak bir Elazığ fıkrası ile bitirelim yazımızı.
Adamın biri kahveye girer ve oyun oynayanlara hitaben: "Hop abeler, bi dakka. Hanımından gorhanlar ayağa gahsın."Ani bir gürültü, haydaaa herkes ayakta. Bir kişi hariç. Kahvenin tamamı hayretler içinde. Soruyu soran adam, oturan adama yaklaşır ve:
"Abe helal olsun be, deliganlı adam mışsın. Harbiden sen hanımından korkmaz mısın?"
Adam nefes nefesedir. Heyecanı biraz geçince: "Yav gardaşım ele bi laf ettin ki, dizlerim bağı çözüldü, galhamadım." der.
Bugün bir şeylerden korkanlar yerinden bir daha kalkamıyor. Yerinden kalkanlar ise korkularını yenebilen ve bir şekilde korkularıyla yüzleşebilenlerdir.
Havanız nasıl olursa olsun ama garakterli olsun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.