- 883 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
KANAATKAR MEMUR!
Adamcağız yıllarca devlet memurluğunda tek maaşa talim etti. Az yedi, yamalı pantolon giydi ama kimseye borçlanmadı. Evinin geçimi için cambaz gibiydi.Ekonomi uzmanları neydi ki;sol ve sağ cebinden çıkarırdı hepsini…Bazen “maliye bakanı ben olacağım ki;bak o zaman memleket nasıl düzlüğe çıkıyor “diye kendi kendine hayıflandığı olmuyor değildi.Düşüncelerini dışarıya yansıtmazdı.Bulmaca gibi bir adamdı.Eğer yanılıp da söylemiş olsa ,kendisine:
“Ulan sen zaten adamın kıtlığında devlet memuru olmuşsun. Şimdiye kalsaydı avucunu yalardın! “ diye alay edeceklerini adı gibi biliyordu. Zaten adını da pek sevmezdi. Ayhan. Bu nasıl isimdi ya.Tam da hayvan sıfatlamasına yatkındı. Bu isimden başına gelmediği kalmamıştı çocukluğunda. Biraz haşarıydı. Arkadaşlarını kızdırdığında : “hayvan aşağıya ,hayvan yukarıya diye bağırıp öfkelerini dindirmeye çalışırlardı.
On sekiz yaşını bitirdiğinde :
“Ben reşit oldum! Mahkemeye başvurup Ayhan’ı Kayhan olarak değiştirecem “diye evde ilk isyanını oynadı.
Babası ,elindeki kalın tespihini göbeğine doğru şakırdatarak:
- Ulan ha Ayhan, ha Kayhan, ha da hayvan! Ne fark eder. Beni boşuna masrafa sokma mahkeme kapılarında. Otur oturduğun yerde.
Çivilenip kalmış, hevesi kursağında düğümlenmişti. Neyse zamanla alıştı hayvan olarak çağrılmasına da. “ bari ayı(!) diye çağırmayın beni. Madem hayvan olduk.
“ Ne diye çağıralım seni?
“Aslan”
“Ulan sen de amma aslan tipi var,ha…Bir üfürüklük canın var zaten.”
Güçsüz ve çelimsiz olduğunu bildiği için bilinç altına yerleştirmişti; etkili bir hayvan sıfatlamasıyla çağrılmasını. Bunun için:
“Bana aslan diye seslenin “ diyordu.
Böylece kıvrak zekasıyla isimdeki pürüzü de halletmiş oldu. Artık kendisini aslan sanmaya başlamış, yürüyüşü bile değişmişti. Bazen yolda yürürken sağa sola bakıp, kimseler olmadığını anlayınca aslan gibi kükrerdi .Bu kükremesi zamanla alışkanlık haline gelince kalabalığın içerisinde bile kükremesini yinelerdi.Milletin panik halinde kaçışmasının gerçek ve kendisinin ne derece güçlü bir erkek olduğu sanısına kapılırdı.
Devlet memuru olduktan sonra aslanlığı falan kalmadı.
“Ayhan bey!” oldu. Kapıcısından müdürüne dek :
“Ayhan bey!” Diye hitap etmeleri karşısında gerçek kimliğini buldu.Kömür ütüsüyle ütülenen elbisesi yalım yalım parlıyordu.Karısı,dalgınlığına gelip de ütüyü ceketinin tam ortasında unutunca orta büyüklükte bir çember şeklinde yanmıştı.Elbisesinin rengine uyan bir bez parçasıyla yama yapıp yeni elbise almaktan kıl payı kurtarmıştı kendisini.
Elektronik çağda olmasına rağmen ,elektrik eşyalarında gözü yoktu.
“Bunlar gerekli ama benim gibi tek maaşlı bir memur için gereksiz” derdi.
Eşi, o kadar ısrar etmesine rağmen ütüyü yenilememişti. Eşinin unutkan bir kadın olduğunu bildiği halde.Belli bir zaman sonra takım elbisesi,ütünün gazabına uğradıkça o ise yılmadı.Hemen yama yaptı.
Kimseye borcu yoktu. Memur arkadaşları, kasabın,manavın önünden geçemezken;o ise göğsünü gere gere yürürdü.
”Et yiyeceğime kemik yalarım daha iyi “
Kasaptan köpeklere satılan kemikleri alır gelir, eşine “bunları tencerede kaynat, suyuna kuru ekmekleri doğrayıp yiyelim “ diye tembihlerdi.
Evinde yaz kış, sebzesi eksik olmazdı. Daireden çıktıktan sonra havanın alaca karanlık olmasını bekler,sebze pazarlarında çöpe atılan ezik sebze ve meyveleri toplardı.Eve getirdiğinde çürük yerlerini kesip sağlam tarafını böylece değerlendirmiş olurdu.
Üç tane çocuğu olduğu halde onları aç ve açık bırakmadı. Yardımları asla kabul etmezdi. Kim tarafından olursa olsun geri çevirirdi. Evde baş köşeye oturduğunda bir zamanlar aslan kükremesi aklına gelir:
“ Ben sizlerin babası ve ananızın sadık kocası olarak ümüğünüzden haram lokma geçirmemeye ant içtim. Bunun için anlımın teriyle ne getirdiysem yiyecek ve giyeceksiniz .İmkansızı isterseniz yakarım çıranızı bilmiş olun!”
Çocuklar, bir pantolonu, bir gömleği iki üç senden aşağıya giymezlerdi. En büyüğüne alınan bir libas, sırayla en küçüğüne dek giyilirdi.
Memur arkadaşları, kredi kartları ve kameralı telefonlar kullanırken o ise T.C.kimliğinden başka bir şey taşımazdı üzerinde.Bazen evin içerisinde sesi yüksek çıksın diye kağıdı megafon şekline getirip sivri ucunu ağzına yaklaştırıyor ve bağırıyordu evdekilere.Çocuklar,gülseler de azarlardı hepsini:
- İşte size ucuz telefon.Daha ne istiyorsunuz,bela mı?Ben enayiyim ha sizlere telefon alacak kadar.İşin yoksa kontör parası yetiştirmeye çalış.Ne için, keyif için.
Memur arkadaşları, sık sık çay, kahve içerlerken o su içerdi. Parasız olsun diye çeşme suyunu tercih ederdi.
Arkadaşlarının çoğu, lükse düşkünlükleri yüzünden icralık olup evleri ocakları satılırken; o, oturduğu kulübenin kirasını aydan aya şakır şakır öderdi.
Arkadaşlarından bazılarının, bunalıma girip intihar edenleri bile vardı. Ya da geçim sıkıntısı yüzünden yuvaları dağılanlar oldukça çoktu. O ise demir yumruk gibi ayakta duruyordu.
Çoğu taksitle aldıkları arabalarına binerken; o, yaya olarak koşup gidiyordu daireye. Kimsenin arabasına binmezdi. Bu yüzden de oldukça zindeydi. Ciğerleri kalay yapan çingen kadınlarının körüğü gibi sağlıklı çalışırdı.
İsyan etmedi,devletine.Buna da şükür dedi.Mütemadiyen çıkış noktaları aradı.Kafası sürekli meşguldü.
Sonunda buldu! Taksitle kazak örme makinesi aldı.Bir haftalık kursa karısı ile birlikte katıldı.Altı ayın bitiminde acemiliklerini attılar.Kendisi daireden geldikten sonra sabaha kadar çalışıyordu. Gündüzleri uyur gezer olmuştu.Uykusuzluktan sallanıyordu ama yine de direniyordu.Göz kapaklarını zoraki açık tutuyordu.
Yavaş yavaş bu çalışmalarının semeresini almaya başladı.Cumartesi pazar günleri,evinin yanındaki Pazar yerinde tezgah açmaya başladı.Altındaki bisiklet,kamyon gibi işe yarıyordu.Ortasına ve terkisine yatırdığı çuvalları pazara taşıyordu böylece. Bir gün dalgınlığı sonucu bisikletini çaldırdı. Dünyası yıkıldı.İlk kez insanları farklı bir şeklide yorumlamaya başladı.Emeğe yapılan saldırıya gönlü razı olmadı ve kin kustu buna tenezzül edenlere.
İki yılın bitiminde; yüklü bir para biriktirdi. Çok geçmeden müdürün gözüne battı.
- Bak Ayhan bey!İstersem seni memurluktan atarım.Çünkü ticaretle uğraşıyorsun. 657 sayılı devlet memurları yasasına göre bir memurun ticaretle uğraşması suç teşkil ediyor. Ya memurluk ya emeklilik ya da istifa.
Çalıştığı süre askerliğini de borçlanırsa emekli olmasına kafi geliyordu.
O yıl hemen emekli oldu.Çok geçmeden işlerini büyüttü.Makinelerinin sayısını artırdı.Taşra kendisine dar gelmeye başlamıştı artık.Gözü büyük şehirlerdeydi.
Ankara’ya yerleşmeyi düşünüyordu.Aldığı kararları uygulamasını severdi. Yaz tatilinde gelip Ankara Batıkent’ten yüz on metre karelik üç artı bir daire aldı.Hem de peşin parayla.Devletten kredi bile çekmedi.
O yıl, göçünü toparlayıp Batıkent’teki evine yerleşti.Çocuklarına:
“Artık, burada,Ankara’da yaşayacağız. Doğduğumuz yer değil,doyduğumuz yer bizim toprağımız bundan böyle”
DEVAMI VAR
(HIZLI YÖNETİCİ OLARAK...)
YORUMLAR
"Sonunda buldu! Taksitle kazak örme makinesi aldı.Bir haftalık kursa karısı ile birlikte katıldı.Altı ayın bitiminde acemiliklerini attılar.Kendisi daireden geldikten sonra sabaha kadar çalışıyordu. Gündüzleri uyur gezer olmuştu.Uykusuzluktan sallanıyordu ama yine de direniyordu.Göz kapaklarını zoraki açık tutuyordu."
Nedense bu paragrafı yazının tümünden ayırdım . Şiirsel bir akıcılık var bence bu paragrafta. Öykünün bütünü çok güzel evet de nedense bu kısım bana başka geldi. Neyse ;arkadaşların öykünün gerçekçiliğine, dilinizin sadeliğine, akıcılığına yönelik yaptıkları yorumlara ben de katılıyorum. Öykünün devamını sabırsızlıkla bekliyorum. Tebrikler, başarılar.