- 645 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
KORKUSUZ SELİM (37)
Aylin, birdenbire parladı:
-Sofraya rakı gelirse inan ki kalkarım!
Yüzüne şamar gibi inen bu sözler karşısında Korkusuz Selim, neye uğradığına şaşırsa da bozuntuya vermedi. İlk kez böyle bir tepki ile karşılaşıyordu. Hem de aşık olduğu sevgilisi tarafından. Bir kadın tarafından çocuk gibi azar işitmek hoş bir şey değildi ama aldığı bu azarın tepkisini ölçmeye çalıştı.
Aylin, bu çıkışın ardından müsaade isteyip elini yüzünü yıkamak için lav obaya yöneldi. Kadınlar bölümüne geçip,ihtiyacını giderdi.Aynanın karşısında,dağılan saçlarını, suyla ıslayıp geriye doğru elleriyle düzeltti.Kendisini fazla olmasa da yine de güzel buluyordu.Çirkin de değildi.Boyu,kısa değil,uzun da sayılmazdı.Bir yetmişlere yaklaşıyordu.Bir genç kız için hiç de kısa değildi.Siyah saçlarını,her zaman geriye doğru tarar arkadan at kuyruğu yapardı.Doğru düzgün kuaföre gidip de saçlarını yaptırmamıştı bu zamana dek.Doğal olmayı severdi.Bu konuda kaprisli değildi.Geçim derdi ile uğraşmaktan saçı ile başıyla uğraşmaya doğru düzgün zaman ayıramamıştı.
Bazen arkadaşları, “kızım ne bu hal? Erkek gibi dolaşmaktan bıkmadın mı? Kuaföre git, kendine biraz çeki düzen ver” derlerdi. O ise sadece gülüp geçer; “ Ben böyle de güzelim. İstersem her erkeğin kalbini yerinden hoplatırım diye geçiştirirdi.
Aynada bir kez daha aksine baktı. Bluzunun altından sutyenini sağa sola çekiştirip, memelerinin üzerine kapattı. “Eh, fena sayılmam “ diye kendi kendine gülümsedi. Bu gülümseyişinde içerde bekleyen Korkusuza karşı ironik bir his vardı.
Lavabodan çıkıp, masadaki yerine oturdu. Onun oturuşuyla Korkusuz Selim:
- Demek rakı içmemi istemiyordun küçük hanım?
Aylin, aynı rahatlıkla:
- Şimdi Allah için doğruyu konuşmak gerekirse, sen beni buraya yemek yemek için getirmedin mi? Rakı, biraz fanteziye kaçıyor bana göre.Hem havada çok sıcak canım! Cin çarpmışa dönersin valla!
Yine gülümsedi. Bu gülümseyişinde karşısındaki adamın sağlığını düşünüyor olmanın erdemliği yatıyordu.
Korkusuz, hareketlerinden ve konuşmalarından taviz verip, doğal halinden kopmayan bu kıza daha bir aşkla bakmaya başladı.
“ Pazarlarda gerçek yaşamla iç içe olmanın getirdiği bir özellik olsa gerek” diye düşündü.
Korkusuz:
- Görüşmeyeli, ne kadar oldu dersin?
Bu sorunun yanıtını vermek çok kolaydı aslında. Bir hafta, on gün kadar diye geçiştirebilirdi. Ama öyle yapmadı. O da içine düşen aşkla bu süre içerisinde yanıp tutuşmuş; onu, düşünmüştü. Geceler, bir türlü geçmek bilmiyordu. Hasretiyle aşkı; gittikçe yanar dağ gibi alevlerini etrafa saçmaya hazırlanıyordu. Suskun kaldı.”Tam on gün!”diyemedi.
Korkusuz, sorduğu sorunun yanıtını kendisi vermekte gecikmedi:
- On gün!
İkisinin de düşünceleri aynı sayı üzerinde odaklamıştı.
Çok geçmeden masa her çeşit yemekle donatılmaya başlandı. Tabaklarda gelen somon balığına gözleri takıldı,Aylin’in.Bırak balığı,doğru düzgün et yüzü bile görmüyordu kaç gündür.Ekmek parası kazanacağım diye canı çıkıyordu koşuşturmaktan.
Masaya gelen küçük rakı, geldiği gibi geri gitti.
Korkusuz’un:
- Şimdilik kalsın! Sözüne, garson.
- Emrin olur ağabey! Siz nasıl isterseniz.
Korkusuzun, rakıyı geri göndermesi Aylin’in hoşuna gitti. İlk raundu kazandım diye içten içe sevindi.
Korkusuz:
- Biliyor musun Aylin, yaşadığın pazar ortamı hala gözlerimin önünde canlanmaya devam ediyor. Neydi öyle ya! Adeta mafya babaları kaynıyordu ,pazarda.Yok çaycı,yok poşetçi,yok tahtacı daha aklıma gelmeyen bir sürü mafya
- Ne yazık ki öyle Selim bey! İnsanların yaşantıları, mafyaların koymuş olduğu kanunlarla işliyor sanki. Ülkenin çivisi çıkmış ya. Yasalar artık dumura uğramış durumda. Yasaların,yaptırım gücü kalmamış baksana.
Korkusuz, suskun kaldı. Aylin’in konuşması pürüzsüz ve etkiliydi. Lokantaya ilk girdiği konuşmasını değiştirmişti adeta. Ya da kendisine öyle gelmişti. Yasalar, falan filan…Biraz düşündü.”Bu kız,sıradan biri olamaz.Her haliyle biraz mürekkep yaladığı belli.
Önlerindeki yemekler, bitmek üzereydi.Doğrusu Aylin,hiç çekinmeden çatal ve bıçağını kullanıp mideye masadakilerden doldurmakla meşguldü.
Garson, masanın etrafında dönerek:
- Başka bir şey getireyim mi efendim?Tatlı ister misiniz?
Aylin’in gözlerine baktı. Ne arzu edersin dercesine.Yanıt gelmeyince:
- İki porsiyon cevizli baklava lütfen.
- Emredersiniz!
Tatlılar da yenmiş, kahve faslına geçildi.Korkusuz,havadan sudan konuşup zaman öldürmek istiyordu.
Aylin, ondan erken davranıp:
- Ben, sizin peruk işine hala aklım ermedi.Kör değilsin,kel değilsin.Nedir sizdeki bu gariplikler.Yoksa kaçıp kurtulmak istediğin birileri mi var ya da korktuğun düşmanların mı?Doğrusu anlamış değilim?
“Benim ne yaptığımı anlıyor anlamasına da,konuşturmak mı istiyor .Bunu anlamamak için polis hafiyesi olmaya gerek yoktu.Kendisini,Arnavut İdris’in adamlarının elinden kurtardığımı nasıl olsa biliyordu.Lokantada yemek yerken yan masada oturan adamlarımı da görmüştü zaten.Eee,böylece her şey çıkmıyor muydu ortaya…” diye düşüncelerini beyninde yoğunlaştırdı.
- Yoksa siz de “mafya baba”sı mısınız?
Bu kelimeleri, birden bire yüzüne karşı söyleyeceğini beklemiyordu,her ne kadar tahmin yürüttüğünü sezinliyor olsa da.
- Boş ver Aylin!Şimdi öyle konuşmaların bir anlamı yok bence. Biz kendi dünyamızda mutlu olmanın yollarına bakalım. Güzel bir şarkı dinleyelim mi,ne dersin?
Garsona el işareti yapıp yanına çağırdı,cd.çalara Zeki Müren’in “ Eller Ayırmasın” şarksını rica etti.
DEVAM EDECEK!