- 1718 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
NOSTALJİ
İnsanoğlu, yaşlandıkça geçmişe özlem duyar. Bu dün de böyleydi, eminim yarın da böyle olacaktır. Hâli sevmeyen mâziye yönelir. Ömür için tutulan çetelede çentikler arttıkça geçmiş özlemi daha da çoğalır. Ne kadar geçmişte kalmak doğru değil dense de bazen bir şarkı, bazen de bir şiir insanoğlunu ister istemez gerilere götürür. Bu götürüş, bazen gözyaşlarıyla noktalanır, bazen de neşeli kahkahalar gözlerden yaş getirir.
Yaşını altmış altıya bağlamış bir fâni olarak benim de “ Hey gidi günler, hey” dediğim anlar çok olmuştur. Biliyor musunuz, insanoğlu yaşlandıkça çok uzak olan geçmişleri çok çabuk hatırlar da, hemen, dün gibi olanları ise unutuverir. Mesela, ben 7-8 yaşlarındayken her gün mahallemizden geçen o naneciyi hiç unutmam. Bizim yörenin tabiriyle kodespina giyinir, biryantinli saçlarıyla mahallemiz ablalarının yüreklerini hoplatırdı. Sokağımıza yönelip, “Aman, ne dilber nane şekerim var” diye seslendiğinde bütün genç kızlar pencerelere üşüşür, ondan nane alır, manili niyetler okuturdu. Sesi de fena değildi. Gemiciler için söylenen bir söz vardır “Her limanda bir sevgilisi vardır” diye. Bizim nanecimizin de sanırım her mahallede bir sevgilisi vardı. Boylu poslu, yakışıklıydı. Naneciğin modası mı geçti, yoksa sevdiği kızlardan biriyle evlenip terki diyar mı eyledi? Bir daha sokaklarımızda görünmedi.
Sonra biraz daha büyüdük. Delikanlılığın harman olduğu yer diye övündüğümüz Ilıca Mahallesi’nden, başka bir delikanlıların harman olduğu yer olan Selahiye Mahallesi’ne taşındık. Hani derler ya, “Ev sahibinin bir evi, misafirin bin evi” diye, bizimki de o hesap. Geçenlerde üşenmedim, saydım. Kendi evimiz oluncaya kadar tam 10 ev değiştirmişiz.
Gün olmuş, “Ya taksim, ya ölüm” ibareli Kıbrıs’a ait pankartlar taşımışız caddelerde, meydanlarda. Gün olmuş ülkeyi güya komünistlerden kurtarmaya çalışmışız. Askere ya da okumaya giden arkadaşımızın sevdiği kızı koruyup kollamak adına mahalle kavgalarına karışmışız. Dövmüşüz, dövülmüşüz, ağız, burun kırmışız, ağzımız, burnumuz kırılmış.
Daha sonra olgunlaşmış, baba harçlığından kurtulup iş, güç sahibi olmuşuz. Dertlerimizi, kederlerimizi ve de mutluluklarımızı, şairin “Meyhane mukassi görünür taşradan amma…” dedikleri o yerlerde sırlarımızı göztaşı şaraplar dolu kadehlere açar olmuşuz. Ünlü şairlerin ünlü şiirlerini okumuşuz bu yerlerde. "Nokta noktam" demişiz, "Agora Meyhanesi" demişiz, "Marya" demişiz, "İspanyol Meyhanesi" demişiz. Daha sonra atarak son kadehte torusunu ürkekliğin, malum ORTA SOKAK’ta erkekliğin ispatına soyunmuşuz.
Eski hükümet konağının karşı arasındaki “Üç Nal Meyhanesi”nin duvarları dile gelse de… Ne duvarından bahsediyorsun be adam? Meyhanenin kendi kaldı mı ki, duvarları kalsın. Neyse, o zamanların bizce ünlü ÜÇ NAL MEYHANESİ’nde o ünlü şiirler yanında ünlü Türk Sanat Müziği şarkıları da okur olmuşuz. Adımız meyhanenin diğer elit müdavimlerince bellenmiş. Onlar bizden şarkılar isterken, biz onlara makamları öğretmeye kalkmışız. Hiç olmazsa şarkı isteyenlere her şarkının bir makamı olduğunu, o makama gelinmeden o şarkının söylenmesinin zor olduğunu onlara da belletmişiz.
Bizim o zamanlardaki masa grubumuzda ülkücü de vardı (benim gibi), devrimci de (Bıdık Mustafa gibi). Her masaya oturduğumuzda hararetli bir ülke kurtarma ağız dalaşına başlar, birbirimizin neredeyse gırtlağına yapışır, ama o anda masamızdan yükselen “Sağmışsın, gelenler dedi” diye başlayan sözcüklerle irkilir, hemen kendimize gelir, arkadaşımızın kaldığı yerden biz devam ederdik: "Gelin olmuş, ele varmışsın. Hala güzelmişsin gün gibi, ama biraz sararmışsın…"
Bütün bu yazdıklarım, geçmişe özlemin bir tezahürü mü? Cevap evetse, ne diye inkar edeyim ki, ben o “Geçmişini bellediğim” geçmişi özlüyorum arkadaş.
YORUMLAR
dün, çoğu zaman uzantılarını geleceğe bile saklıcak kadar güçlü köklere sahip bir zamandır. bir günü diğerine oranlamak; aslında günü mekan ve meta olarak bir durumla ilintili hale getirip bu orana bu durumları karşılaştırmaktır. yoksa geçmişi muhafaza etme iç güdüsü, insanın benliğini muhafaza etme iç güdüsünün bir parçasıdır. geçmiş bireysel ve kolektif kimliğin zeminidir. nostalji işte bu bakımdan geleceğe yumuşak iniş yapamadığımz anlarda sıkça dikiz aynasında görünen güzel bir resimdir.
Yüreğinize sağlık.Hâli sevmeyen mâziye yönelir sözünüz gayet çarpıcı olmuş tebrikler.