BUGÜN KADINLARA AİTTİR
BUGÜN KADINLARA AİTTİR
Cengiz memur emeklisi bir babanın çocuğuydu. Babası, oğlunun yüksek öğrenim görmesini ve iyi bir iş sahibi olmasını istiyordu; ama düşündüğü gibi olmadı… Bırakın yüksek öğrenim görmesini, ortaokulu bile bitiremedi, ikinci sınıftan terk etti. Bu duruma ailesi üzüldü. Sonra, babası onu ünlü bir fotoğrafçının yanına çırak olarak verdi. Nedense bu işi ve işyerini çok sevdi, bir süre sonra kalfa oldu… Çırak olarak girdiği bu yerde -ustasıyla iyi anlaştıkları için- askere gidinceye dek çalıştı. Vatani görevini yaptıktan sonra -ailesinin de yardımıyla- çarşı içinde küçük bir fotoğraf stüdyosu açtı. Cengiz artık iyi bir zanaatkârdı…
Bir gün fotoğraf çektirmeye gelen sarışın, yeşil gözlü, alımlı bir kızla tanışmış, işi pişirmişti. Kaderin cilvesi olsa gerek, birçok damat adayını elinin tersiyle iten kız, bu kez gönlünü Cengiz’e kaptırmıştı…
Kızın ailesi Yugoslav göçmeniydi. Menderes döneminde, Makedonya’dan gelen ilk kafiledendi. Babası, İzmir Basma Fabrikası’nda usta başıydı. Emekliliği hak ettiği halde, tekne kazıntısı oğlunu okutabilmek için çalışıyordu.
Cengiz, dünya evine borçla girdiği için ana- babasıyla aynı evi paylaşmak zorunda kalmıştı. Babasının emekli aylığı olduğu gibi düğün borçlarına gidiyordu. Kendi kazancıyla da -yaşlılarla birlikte- yiyip içiyorlardı. En azından bu borçlar ödeninceye dek birlikte oturmak zorundaydılar. Mutfak eşyaları, banyo-tuvalet ortak kullanılıyordu. Yeni evliler için asıl sorun banyo ve tuvaletti. Hele banyo… Genç kadın bu durumdan çok rahatsızdı. Çoğu zaman ihtiyarlar uykuya daldıklarında ya da sabaha karşı yıkanıyorlardı. Bazen uyuyakaldıkları da olmuyor değildi. Atalarımız “Dağ, dağ üstüne olur; ev, ev üstüne olmaz,” diye boşuna dememişler.
O gece, yeni evliler seviştikten sonra yorgun düşüp uyuyakalmışlardı. Karısı uyandığında ortalık günlük güneşlikti. Geç kaldıklarını anlayınca telaşla kocasını dürttü.
-Cengiz kalk! Uyuyakalmışız!
Genç adam derin uykudaydı, uyandırılınca neye uğradığını bilemedi. Kendine gelince cünüp olduğunu anladı.
Karı-koca yataktan fırladılar…
Kocası hemen pijamalarını çıkarıp, giyinmeye başladı. Bu arada, karısı tuvalete gitti.
Yaşlılarsa erkenden kalkmışlar; ön taraftaki balkonda sabahın taze güneşinden yararlanıyorlardı.
Genç kadın yatak odasına dönünce kocası:
-Gülüm, ben hamama gidiyorum, dedi.
-Yaa?
-Evet.
-Peki, ben ne yapacağım?
-Ne bileyim? Şu an aklıma bir şey gelmiyor.
Karısı sinirlendi.
-Ayy! Ay! Şu evden bir kurtulsak…
Cengiz karısının bu sözü karşısında çaresiz kaldı.
-Haklısın.
-Haklıyım da hakkımı veren yok.
Kocası bu kez kurnazca güldü.
-Gece verdim ya…
Karısı ters ters baktı.
-Erkeklerin aklı fikri hep orada.
-Şekerim, dünya onun üstüne kurulmuş.
-Sen şimdi şekeri lokumu bırak. Ben o işi nasıl yapacağım?
-Hangi işi?
Karısı kaşlarını çattı.
-Yıkanma işini.
-Haa! O işi mi?
-Evet.
-İdare et.
-Ne demek idare et?
-Kocası alttan aldı.
-Yani diyorum ki…
-Ne diyorsun?
-Babam çarşıya çıkınca…
Karısı şaşırdı.
-Eee?
-O zaman yıkanırsın.
-Oof! Oof! Dünyada erkek olmak varmış.
-Ne alakası var?
-Var hem de bal gibi.
-Yaa?
-Yağ değil, yoğurt.
Cengiz yalandan üstüne doğru yürüyerek:
-Kızım beni deli etme.
-Ben senin kızın değil, karınım.
-Belle ki kızımsın.
-Değilim!
-Peki senin dediğin olsun.
Kocası senin dediğin olsun deyince bir an suskunluk oldu. Sessizliği fırsata dönüştüren genç adam, gülümseyerek karısının dudağına öpücük kondurdu. Sonra aniden allahaısmarladık deyip, hızla çıktı gitti.
Genç kadın olup biteni anlayamadı…
Bu arada, kocası çoktan hamamın yolunu tuttu.
Şehrin tek hamamı vardı. En az yüzyıllık olduğu söyleniyordu; ama yapılış tarihini kesin olarak bilen yoktu. Mimarisinden anlaşılıyordu Osmanlı döneminde yapıldığı. Şimdiki sahibine babasından miras kalmıştı, ona da dedesinden. Uzun yıllar babası çalıştırmış, o da beş yıl önce rahmetli olunca bu kez başına kendisi geçmişti. Haftanın altı günü erkeklere açıktı, bir günü kadınlara. Erkek günlerinde çoğunlukla hamam sahibi işin başında kendisi durur; ancak özel durumlarda oğlunu bırakırdı. Kadınlar günündeyse karısı bulunurdu.
Hamam sahibinin karısı çenesi düşüğün biriydi, yıkanmaya gelenlerle çene çalardı çoğu zaman. İçerde konuşacak kimse bulamayınca bu kez kapının önüne çıkar, gelip geçen kadınlarla konuşurdu. Bazen hamamı başıboş bırakır, bir şeyler alma bahanesiyle ortadan kaybolur, dakikalarca gelmezdi.
Peki, genç kadın nasıl banyo yapacaktı? Yaşlıların işkillenmesini istemiyordu. Acaba çamaşır yıkama ayağına mı yatsaydı? Olmazdı; daha dün yıkamıştı leğen dolusu çamaşırları. Teyemmüm yapsa?... O da olmazdı. Ne yapsaydı Ya Rab? Düşünüyordu; birden aklına iki sokak arkadaki ablası geldi. Acaba orada mı yıkansaydı? Sonra içinden “Büyük ihtimal, eniştem evde yoktur; işe gitmiştir. Ablama bir şey sorma bahanesiyle gider, beş dakikada yıkanır gelirim,” dedi. Ablasından çekinmezdi. Hem ne diye çekinecekti? Yabancı mıydı ablası?...
Baba evinde –genç kızlığa adım attıktan sonra- cünüpken yapılan her işin günah olduğunu, bastığı yerlerin bile kendisinden davacı olacağını söylemişti annesi. Açıkçası kendini diken üstünde hissetmiyor değildi. Ayrıca büyük teyzesi de cünüp durmak günah demişti ona. Bunlardan şu sonucu çıkarmıştı: Cünüpken mecbur kalmadıkça yenilip içilmeyecekti…
Genç kadın yatak odasını derleyip topladı. Üstündeki giysilerini değiştirdi. Üzerine çöken manevi sıkıntıdan bir an önce kurtulmak istiyordu.
Balkonda güneşlenen kaynanasının yanına gitti.
-Anne ben ablama kadar gideceğim. Öğleye kalmaz, gelirim, dedi.
Kaynanası biraz tafralı:
-Kocan bir şey demezse git.
-Haberi var.
Kaynana bu kez yumuşadı.
-Madem haberi var, öyleyse git.
Genç kadın ablasına gitmek üzere evden çıktı…
Cengiz’in kafasına “Şu evden bir kurtulsak…” tümcesi takılmıştı. Evet, birlikte oturmaktan kendisi de yakınmıyor değildi; ama şu an elinden bir şey gelmiyordu.
Ah! Kendilerine ait bir evleri olsaydı!..
Akşamları baş başa yemek yerler; sevişirlerken yaşlılar çığlığımızı duyacak diye kendilerini frenlemezler, boşalırlarken diledikleri gibi çığlık atarlardı. Birde hafta sonlarında istedikleri gibi gezer tozarlar, yatar kalkarlardı. Kimse karışmayınca ne güzel olurdu. Acaba o günler gelir miydi?
O gün hamam sırası kadınlarındı. Giriş kapısının yan duvarındaki küçük tabelada “Bugün Kadınlara Aittir” yazıyordu; fakat Cengiz bunun farkında değildi. O, her gün erkeklere açık olduğunu sanıyordu… Hamama geldiğinde ne bir görevli ne de bir müşteriyle karşılaştı. Daha önce, çok kere gidip geldiği için hamam sahibini tanıyordu. Bu nedenle kendini yabancı gibi hissetmedi; raflarda bulunan peştamal ve havlulardan aldı. Tahtadan bölmelerle oluşturulmuş, sıra halinde uzanan kabinlerden birinde soyundu. Peştamalı beline doladı, havluyu da sol koltuğunun altına kıstırdı. Ayağına geçirdiği nalınlarla yıkanma yerine doğru yürüdü. Kafası o kadar dalgındı ki içerden gelen kadın seslerini duymadı. Koridoru geçip, yıkanma yerinin kapısını açınca gözlerine inanamadı. Anadan üryan, sarışın, alımlı, körpe bir kadın. Göbek taşının üstünde, hem de boylu boyunca… Sonra diğerleri: Çırçıplaklar ve belleri peştamallılar… Hepsi şaşkınlık içindeydiler. Bir yandan elleriyle apış aralarını, göğüslerini kapatıyorlar, bir yandan da çığlık atıyorlardı. Şaşkına dönmüştü Cengiz. Gerisin geri nasıl çıktığını bilemedi. Baltayı taşa vurmuştu, hem de çok kötü…
Az sonra, kadınlardan biri kendine gelince:
-Ayy! Ne duruyoruz? Bu kadın deli mi ne? Pezevengi ne diye saldı üstümüze? Gidip yakasına yapışayım, dedi.
Diğerleri kadının bu düşüncesini desteklediler.
Bu arada, Cengiz kaşla göz arasında giyinmiş, toz olmuştu.
Destek alan kadın, belindeki peştamalıyla hamam görevlisini ve Cengiz’i arıyordu.
Hamam görevlisi ise olan bitenden habersiz -bakkaldan aldığı öteberiyle- içeri girince
destek alan kadın kızılca kıyameti kopardı. Sesi duyan diğer kadınlar yarı çıplak halde dışarı fırlayarak, hamam sahibine saldırmaya başladılar.
Ekim 2009
Çiğli-İzmir