- 907 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ULUS
Güneşin tutsak edildiği yer.
Bartın’ın bir ilçesi olan Ulus, haşin doğanın sevimli çocuğudur. Pamuk beyazı bulutları yırtarak gökyüzüne yükselen büyüleyici güzellikteki dağların, dış dünyadan kıskançlıkla gizlediği saf bir çocuğa benzer. Bu yönüyle adeta bir bilmece gibidir. Onu çözmek için, sırrını paylaşmak ve küçücük dünyasında kaybolmak gerekir.
Karadeniz’in dünyaca ünlü turizm bölgesi Küre Dağları Milli Parkı, hemen Ulus’un arka bahçesinde yer alır. Diğer bir ifadeyle, yeşil yolculuğun ya da eko turizminin başladığı yer olarak da tanımlanabilir.
Bölge, dört mevsimde ayrı ayrı güzelliklere bürünür. Kış karla, ilkbahar çiçeklerle, Sonbahar yeşilin ve sarının tüm tonları ile süslenip muhteşem bir tabloya dönüşür. Yaz aylarındaki aşırı sıcaklarda bile yaylalar, oh denilebilecek bir yer olarak insanları karşılar.
Ulus’un, binlerce ya da milyonlarca yıllık geçmişinde oluşmuş Uluyayla, Ardıç(Kumluca Beldesi), Gezen(Kumluca Beldesi), Kokurdan gibi yaylaları ile Ulukaya Şelalesi ve daha birçok değeri, doğanın kendi kendine yaratıp sakladığı önemli izlerdir. Bunun yanında, Ulus/Süleymanlar mahallesi yakınlarında “Centaurea cadmea Boiss “ isimli endemik bitki doğanın diğer bir bahşişidir.
Tabiat ile bu kadar iç içe olan Ulus’ta her yıl Ağustos Ayı’nın ilk haftasında üç gün süreli “Doğa Festivali” kutlanır.
Öyleyse yaylaları, şelaleleri, obrukları, çok çeşitli faunası ve florası ile olağanüstü bakir bir turizm potansiyeline sahip ve yeşilin cennet imajına büründüğü Ulus’u, biraz daha yakından tanıyalım:
Ulus’un tarihi M.Ö.3000 yılına kadar uzanmaktadır. Yöreyi sırasıyla Hititliler Gaskalar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti yurt edinmişledir.
Uluslu İbrahim Hamdi Efendi, 18.yy başlarında kaleme aldığı " Atlas " isimli eserinde " Ulu Yaylak ve Gökbeli ormanları değil Osmanlı’ ya, bütün cihana yeter " diyerek bölgedeki bitki deseni hakkında bilgi vermiştir.
DOĞAL VE KÜLTÜREL VARLIKLAR
ULUKAYA ŞELALESİ
Ulus’un 25 km. güneydoğu yönünde Ulukaya Köyündedir. Kastamonu’nun Pınarbaşı’na uzanan eski karayolu, şelaleye paralel şekilde geçmektedir.
Bu dünyada güneş tutsak edilebilir mi diye bir soru sorulsa, bu olgunun Ulukaya’da gerçekleştiği söylenebilir. Evet, yanlış okumadınız. Güneş Ulukaya kanyonunda hep tutsak edilir. Göğe doğru uzanan kayalar, öğleden sonra yarım ya da bir saatliğine güneşin kanyonda gezinmesine izin verirler. Günün diğer saatlerinde güneş tutsak, hava buğulu ve esrarlıdır. Sur gibi dimdik vaziyetteki kayalar derin ve 1km. uzunlukta bir kanyon oluştururken, yaklaşık 500 metrelik bölümde şelale suları, egzotik bir görünüm kazanarak, ardı sıra Karadeniz’e doğru bitmeyen bir yolculuğa çıkarlar...
Ulukaya şelalesi, tarif ettiğimiz kayaların bağrından hışımla doğmakta ve 25 metrelik bir yükseklikten kanyonun tabanına düşmektedir. Düşme sonunda havaya karışan su zerrecikleri güneş ışığına kırıcı bir ortam hazırlayarak, tayf oluşmasına sebep olmaktadır.
AŞK ACILARINI DİNDİREN ŞELALE
Ulukaya şelalesi ulusal ve uluslar arası camialarda “Aşk Acısını Dindiren Şelale” olarak ün salmış ve bunun neticesinde turistlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Öyleyse şelaleyi gizemli hale getiren olay nedir?
Selamnos bir doksan beş boyunda iri kaslı, iri vücutlu, yeşil gözlü yakışıklı bir delikanlıdır. O küçük yaştan beri, koyunları ve keçileri dağlarda otlatarak yaşamını sürdürüyordu.
Hera ise yaratılırken Tanrı’nın biraz özen göstermesinden olsa gerek; mavi gözlü, uzun ve sarı saçlı, süt beyaz ten özellikleriyle, yöredeki delikanlıların iç geçirdiği bir genç kızdır.
Esintili günlerde yürürken, arkaya savrulan saçları rüzgârın içinde haleler oluştururdu. Zaman zaman, uğur saydığı sincapların ağzından düşen cevizleri yakalardı. Ormanların içersinden odun elde ederdi. Solunum güçlüğü çeken babasının suyunu içerek rahatladığı; reçine, papatya, nergis ve ıhlamur toplamaya giderdi.
Bir gün Selamnos ve Hera, yeşilin firuza renk tonunda, derelerin çağıldayarak aktığı, güneşin ağaçların arasına girmekte zorlandığı ve orman güllerinin kızıl bir renk oluşturduğu dağın bir kesitinde karşılaşırlar. Öyle bir karşılaşma ki, Hera ve Selamnos birbirlerinin gözleri içersinde adeta sörf yapmaya başlarlar. Bir, iki, üç buluşma derken neticede bir aşk doğar. Bu aşk seli büyür gider. Ulukaya’dan Drahna’ya ve oradan da Paflagonya’ya sığmaz olur. Sonuçta Hera’nın ailesi pek istemese de evliliğe karar verilir. İlerleyen süreçte muhteşem bir düğün yapılır. Anlatılanlara göre, düğün giysileri gerek Hera’ya ve gerekse Selamnos’a oldukça yakışır. Selamnos’un delikanlılığı iyice ortaya çıkarken, beyaz gelinlikler içindeki Hera bir melek görünümüne bürünür. İşte böyle bir düğünle dünya evine girerler.
Evliliğin ilk yıllarında çift mutluluğu doyasıya yaşamaya başlar. Ne var ki, aniden bir rahatsızlık vuku bulur ve eşlerden Selamnos yatağa düşer. Sebebi anlaşılamamıştır bu hastalığın. Birçokları nazara bağlar. Kocakarı ilaçları yapıp getirenler olmuştur. Ama hepsi boş… Günler, haftalar ve seneler su gibi akıp gider. Koskoca delikanlı zaman içersinde erir. O iri kaslı, iri vücutlu Selamnos gitmiş, yerine zayıf çelimsiz biri gelmiştir. Dahası çok çirkin bir hale de bürünmüştür.
Hera nedeni anlaşılamayan bir tavır içersine girer. O artık seven kadın değil, kocasından ve hayattan nefret eden biri haline gelir. Duyan herkesi çıldırtır. “Olamaz” dedirtir. Bundan böyle onun yeni adı “Nankör Hera” olur. Nankör Hera, kocasına manevi destek vereceğine, ondan kaçmaya başlar...
Durdurulamayan zamanını içinde, düşündeki bütün çıkışlar kapanmıştır Selamnos’un. Yaşamak artık bir hiçtir. Bulabildiği tek çözüm intihar etmektir. Kendine ait zamanı durdurmaya karar verir. Eylemini gerçekleştirmek için bir mekân olmalıdır. Birkaç yer aklından geçse de hemen karar veremez. Öyle bir yer bulmalı ki, atladığında geriye dönüş olmasın… Öyle bir yer bulmalı ki direkt ölüme gitsin. Bu tariflere uyan bir yer aklına gelir. İşte orası Ulukaya’dır.
Sabahleyin yatağından kalkıp penceresinden son defa derin bir nefes alarak, yaşamının geçtiği yerlere doya doya bakar. Güzel elbiselerini giyer. Kapısını kilitleyip yola koyulur. Nefes nefese Ulukaya’nın zirvesine çıkar. Yankı yapan dağlara “Heraaaaaaa…” diye seslenir. “Heraaaaaaa… Sesleri kayalara çarpıp geri geldikçe inadına bağırır… Bir defa daha… bir kez daha derken Hera’nın masum yüzünün hayaliyle boşluğa bırakır kendini…
Aşk Tanrıçası Eros başlangıçtan bu yana müdahale etmemiştir olaya. Göz pınarlarını dolduran facianın böyle sonuçlanmasını istememektedir. Onun için Selamnos’un bedenini, yere değer değmez akıp giden yeraltı suyu ve ardından şelale şekline dönüştürür. Su sekline de gelse değişen bir şey yoktur Selamnos’ta. Yine başını taştan taşa vurarak akıp gider Karadeniz’e doğru. Ulus Dağları, Ulus Ovaları Aşk feryatlarını almaz olur. Börtü böcek de bu ağlayışa katılır. Tanrıça Eros olayın sonlanması konusunda çözümler arar. Birilerine sorar. Diğer tanrılara danışır. Neticede Selamnos’un ızdırabını azaltmak için Ulukaya’ya bir kutsiyet verilir. Kutsamaya göre; her kim Ulukaya şelalesinden bir yudum su içerse, bir mendil ıslatırsa ya da yüzünü yıkarsa, Selamnos’un acılarının azalmasına sebep olur. Bunun yanında su içen, mendil ıslatan ve yüzünü yıkayanlar, içlerinde gizemli kalmış ve tutsak oldukları sevgi kırıntılarından arınırlar.
Birileri var ki, gizemleri ile birlikte yaşamak zorundadır. Kırıntılardan arınmak onlara nasip olmayacaktır. Kimler olduğu mu merak ediliyor? İfade etmek zor ama sorumluluğu üzerimizden atmış olalım. Evet, onlar evli çiftlerdir. İçlerinden birinin gizemli aşktan kurtulma isteği, bu sefer aile faciasına dönüşmektedir.
İster inanınız, ister inanmayınız. Ulu Kaya’daki gizem böyle...
ULUYAYLA
Uluyayla, Ulus İlçesine 27 km. uzaklıktadır. Ortalama yükseltisi 1.000 metredir. Dağlık alanın yüzölçümü 86.000 hektar olup, saha el değmemiş bir orman varlığıdır. Yayla olarak tabir edilen kısım ise18.225 hektardır. Yine ağaçsız kısımda yer alan “Kalkanlı Mevkii”nin yüzölçümü de 60 hektardır. Uluyayla’nın bitki örtüsü iğne ve yayvan yapraklı ağaç türleri ile yüzlerce çeşit alt floradan meydana gelmektedir.
Uluyayla’da kışın kardelen çiçekleri açar. Onlar beyaz duvaklarıyla baharı beklemeden, güneşe dönerler yüzlerini. İhtiyaç duymazlar bir damla suya. Eriyen karın sularından kana kana içerler. Kışın soğuğunda bembeyaz, boynu bükük duruşlarıyla adeta sevgilileri anımsatırlar.
Kardelen çiçekleri ile ilgili çok hikâye anlatılır. Uluyayla’da en fazla anlatılanı biz size nakletmiş olalım:
Zamanın birinde, iki kır çiçeği birbirine sırılsıklam âşık olur... Bahara kadar, güneşin batarken gökyüzünde bıraktığı kızıllıkta saklarlar aşklarını. Nisan ayı geldiğinde diğer çiçekler gibi yeni güne “merhaba” derler... Kırlangıçların, rengârenk kelebeklerin uçmaya başlayıp, arıların çiçek ziyaretlerinde, çiçeğin biri diğerine “Biz diğerleri gibi bahar başlangıcında açacağımıza herkesin soğuktan kaçtığı tabiatın beyaz örtüyle örtündüğü günlerde açalım ki bütün doğa bizim olsun” der ve ikisi de o bahar kesinlikle açmamaya ve kışın kar yağdığında buluşmaya karar verirler.
Biri açmak için kış gelip karın yağmasını beklerken, diğeri dayanamayıp yazın açar. Ama olanlar olmuştur.
Aşkın kutsallığını ifade eden bembeyaz karlar yağdığında açan çiçek, her yerde sevgilisini arar ama bulamaz. Gözyaşlarını, göz pınarları denilen hücreye mahkûm eder. Karın ayazında boynunu bükük kalır. Soğuğa daha fazla dayanamayıp, ölür gider.
İşte, Ogün bu gündür Uluyayla’da kar yağınca açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe Kardelen denilmektedir.
KOCAGÖZ KONAĞI
Kocagöz Konağı Ulus’ta Cumhuriyet meydanındadır. 1932 yılında lakabı “Kocagöz” olan varlıklı bir aile tarafından yaptırılmıştır.
Plan şemasına göre, açık sofalı ve üç katlıdır. Alt kat da dâhil tamamen ahşaptan yapılıdır. Batı Karadeniz ev tiplerinde alt kat hayvan barınağı olarak kullanılsa da, Kocagöz Konağında bu kısma üç adet dükkân yerleştirilmiştir. Bu mekândan üst kattaki sofaya bir merdivenle ulaşılmaktadır. Orta ve üst katlar insan yaşamına göre düzenlenmiştir. Orta katta Sofa(Antre), bu sofaya açılan bir oda, bir mutfak ve kiler yer alır. Bunlara “içer” denilmektedir. Sofada ve mutfakta ise birer adet ocak yer almaktadır. Ayrıca oda içersinde yıkanmaya olanak veren “Kustane Dolabı” vardır.
Merdivenin devamı üst kata ulaşır. Bu kattaki oda tasarımları orta kattaki gibidir. Yalnızca mutfak yer almaz. “Kustane Dolabı” yine odanın vazgeçilmez bir öğesidir.
Pencere boşlukları ışığın bol miktarda alınması için geniş tutulmuştur.
Saçaklar geniş olup, mertekler çıkıntılar üzerine yerleştirilmiştir. Çatı örtüsü kiremit kaplamadır.
Bu tip evlerde yer alan aileler oldukça kalabalıktır.
Kocagöz Konağı asıl sahipleri tarafından satılmıştır. Birkaç kez el değiştiren binayı, 2000 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı satın almıştır. Binanın dış onarımı 2002’de, iç onarımı da 2009-2010 yıllarında Bakanlık tarafından yaptırılmıştır.
Konak zaman zaman film çekimlerine sahne olmuştur. Başrollerini Zuhal Olcay ve Fikret Kuşkan’ın oynadığı “Gizli Yüz” isimli filmin iç mekân sahneleri burada çekilmiştir. Söz konusu film; 1991 yılında “Antalya Film Festivali”ne katılarak en iyi senaryo, yine aynı yıl “Montreal Yeni Sinema Festivali”nde en iyi film ödüllerini almıştır.
AKSU ÇAYI ŞELALESİ
Ulus-Kumluca Beldesi’ne 18 Km. uzaklıkta Kızıllar Köyü’nün Umar Tepesi mevkiindedir. Umar Tepesi’ni 10 Mt. genişliğinde ikiye bölen Aksu Çayı, üç aşamalı olarak 35 Mt. lik bir yükseklikten düşerek takım şalelerini oluşturmaktadır.
HZ. ALİ’NİN ATININ AYAK İZLERİ
Ulus-Kumluca Beldesi’nin Kızıllar Köyü yakınlarındaki Umar tepesinde bulunan kayalıklardaki izlerin, Hz. Ali’nin atının ayaklarına ait olduğuna inanılmaktadır.
Anlatılanlara göre Hz. Ali, darda kalanlara atı düldülle birlikte dağdan dağa koşarak yardım etmeye gelir. Umar Tepesi’ndeki kayalıklara geldiğinde düldül sertçe bir taşa basar. Bastığı taşın üzerinde atın ayaklarının izi kalır. Yörede yaşayanlar bu izi kaybolmasın diye bir kayaya nakşederler.
Bundan böyle Umar Tepesi’nde kaya kutsaldır. Anılan yerde adaklar adanır. Kurbanlar kesilir. Yağmur duası yapılır.
ULUS’TA YER ALAN BAZI İNANÇLAR
* Evin yakınlarında köpek ulursa veya “Kuku” kuşu öterse evden birisi ölür. (Yukarıdere Köyü)
* Sabah güneş doğmadan evin kapısının önünde sağ tarafta melekler, sol tarafta Şeytan bekler. Kapı erkenden ve Besmeleyle açılırsa Melek evin o günkü nasibini verir. (Zafer Köyü)
*Sacayağının üstü ocakta boş bırakılmaz, işi bitince –yorulduğu için- kaldırılır. Boş bırakılırsa ölü suyu ısınır. ( Zafer, Yukarıdere, Uğurlu, Özbaşı, Eldeş Köyleri).
* Ocaktan alınan kül herhangi bir yere, ayakaltına değil; yemişin dibine, bahçenin kenarına ya da dere kenarına dökülür. Küllüklerde cin peri tayfası eğleşir. Külün üstüne basılırsa (üyük derler) cin peri zapt eder ( Zafer, Yukarıdere, Uğurlu, Eldeş, Özbaşı Köyleri).
* Bayramlarda, kandillerde veya Cuma akşamları ocakta un helvası yapılır, bir parça da ocağa atılarak kokutulur. Çünkü ölülerin ruhu bacanın ağzına gelip beklermiş. (Eldeş ve Yukarıdere Köyleri)
* Ocağa veya çıraya tükürülmez, mekruhtur, tüküren fakir olur(Eldeş ve Zafer Köyleri).
*Çıra tükürülerek söndürülmez. Çünkü çıra güzel kokar, güzel kokmasının nedeni Peygamber Efendimizin terinden meydana gelmesindendir (Zafer Köyü)
*Akşam namazından sonra evden yoğurt vermek gerekirse üzerine odun kömürü atılır, evin bereketi kaçmasın diye. (Yukarıdere Köyü)
* Tuvalette konuşanın ölürken dili tutulur (Zafer Köyü).
Yeni gelin evin eşiğinden geçerken kucağına çocuk verilir, yumurta yedirilir çok çocuğu olsun diye. Eşiğe yağ sürülür yağ gibi geçinsin diye, bal sürülür eve yapışsın diye. (Yukarıdere ve Zafer Köyleri)
*Nazara karşı atnalı, kurbağa ölüsü, kaplumbağa kabuğu, yumurta kabuğu, ayakkabı, çarık, muska, gökboncuk ve sarımsak kullanılır
İsmail AKTAŞ
Profesyonel Turist Rehberi