- 1593 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ERDEM AÇISINDAN DEMOKRASİ VE POLİTİKA
Halit Özdüzen
Erdem açısından demokrasi ve politika, ilkeli insanların azınlıkta kaldığı dünyamızda aydın ve akademisyenler arasında tartışma konusudur. Özellikle altını çizerek belirtmek gerekirse erdem, ahlaki bir değer; demokrasi ise siyasal bir sistemdir. Teoride demokrasi, halk yönetimi olarak belirtilmekte ve yönetim için halk iktidarı hedeflenmektedir. Ancak pratikte her ülkenin “beyazları” iktidara gelirken “ siyahlar(ın)a” yönetilmek, hatta bazen, amiyane tabirle, güdülmek düşmektedir. Burada “siyahlar” ve “beyazlar”dan kastımız insanların deri renkleri değildir. Bazı ülkelerde yönetimde siyah derili beyazlar bulunduğu halde birçok ülkede, beyaz derili beyazlar, beyaz derili siyahları yönetmektedir.
ERDEM
Erdemin eski çağ filozoflarından Platon’dan günümüze birçok tarifi yapılmıştır. Platon, erdemin özünün tanrısal olduğunu belirtmektedir. Alman toplum bilimci ve feylesof Kant (1724-1804) “Pratik Aklın Eleştirisi “ isimli kitabında :”İnsanın ahlaklılığının ölçüsü (……) ahlak yasalarına gösterdiği saygıdır.” diye başlayıp devamla “Ahlak yasalarına istençli bir eğilimle değil, en azından emre dayanmayan, kendiliğinden seve seve bir çabayla uyulur. Böylece insanın içinde bulunacağı her türlü ahlaksal durum erdemdir.” diyerek, doğru bir tesbitle erdemle güzel ahlakı özdeşleştirmiştir.
Erdem ve güzel ahlakın, bazı ilkeleri itibariyle toplumdan topluma değişim göstermekle beraber, kökleri insanlık tarihinin derinliklerine kadar uzanmaktadır. Ahlak kuralları, devletin veya toplumsal otoritenin yaptırımı olmadan benimsenerek uyulan kurallar olduğu için, kişinin vicdan yapısıyla şekillenmektedir. Bu yönüyle de insanın huy ve karakterini oluşturmaktadır.
Din açısından incelendiğinde; İslam dini, ahlakı ön planda tutmuş, gerek ayet-i kerimelerde ve gerekse hadisi şeriflerde İslam ahlakı ile ilgili hassasiyetin ön planda tutulduğu bilinmektedir. Nitekim Hz Peygamber (SAS) “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” demekle kalmamış, çevresiyle beraber yaşayarak güzel ahlakı kurumsallaştırmıştır.
Bununla insanın:
1. Allah’a karşı görevleri
2. Ailesine karşı görevleri
3. Topluma ve vatana karşı görevleri
4. Kendine karşı görevleri
5. Bütün insanlara karşı görevleri
6. Çevre, doğa ve tüm canlılara karşı görevleri olarak, altı ana ilkede toplanabilir.
Toplumsal yönetime talip olan bireylerde;
a. Emin ve güvenilir olmak,
b. Doğru ve dürüst olmak,
c. Bencil olmamak,
d. Kul hakkına riayet etmek,
e. Helal rızık peşinde olmak,
f. Zenginlik hırsı taşımamak,
g. Sabır, sebat, kanaat, tevazu, edep, cömertlik gibi hasletlere sahip olmak,
h. Bilgi birikim beceri yetenek ve cesaret sahibi olmak gibi, ahlaki ve sosyal değerlerle donanımlı olmak gerekmektedir.
İslam, toplumun yönetimini oluşturacak şura (meclis) ve insanlar arası müşavere (görüşüp-tartışma sonunda sonuca varma), uygulamada ise adalet, eşitlik ve özgürlük istemektedir. Bu idealleri gerçekleştirebilmek için de hak ve hukuku koruyacak adaletli denetim mekanizmaları önermektedir. Bize göre demokrasinin uygulamaya yönelik kurum ve kuruluşları, erdemli kişiler eliyle oluşturulması ve yürütülmesi şartıyla ilke ve idealleri bakımından İslam’la çelişmemektedir.
DEMOKRASİ
Yerkürede, ilk insan topluğundan itibaren kitleleri yönetmek için sürekli güç ve iktidar mücadelesi yaşanmıştır. Mücadeleler çoğu kez “kutsal ve erdemli idealler”le maskelense dahi amaç, yönetimi ele geçirerek diğer insanlara karşı iktidar gücünü kullanıp pastadan daha fazla pay almaktır. Tarihin ilk dönemlerinden günümüze dek insan egosunun iktidar mücadelesinde yarattığı savaş ve kargaşalar milyonlarca insanın yaşamımın sonlanmasına sebep olduğu gibi, geride kalan dul ve yetimlerin üzerinde ömür boyu süren sosyal ve ekonomik kapanmaz yaralar da açmıştır.
Sonunda insanoğlu silahtan daha güçlü olan politika/siyaset denilen -ince ayar -bir iktidar aracı keşfedip, rakiplerini “kanuni” yoldan alt ederek yönetimi ele geçirmeyi “meşru” hale dönüştürme becerisini göstermiş ve iktidarların kansız bir şekilde el değiştirmesini sağlamıştır.(!) O günden sonra bazı ülkelerde iktidara gelmenin en önemli aracı, birçok ideallerle çerçevelenmiş fakat içi yeterince doldurulamamış olan ve adına “Demokrasi” denilen sihirli formül olmuştur.
Demokrasi: Halk İktidarı anlamına Yunanca bir kelimedir. Sosyal bilimcilerin köklerini Yunan Site Devletlerine kadar götürdüğü sistemin ortaya çıkışı ile Avrupa’da Orta Çağdan sonraki Rönesans evrelerinde İngiltere ve Fransa’da Monarşik (tek kişinin iktidarı) ve Oligarşik (Zümre iktidarı) sistemlere karşı yapılan başkaldırılar sonrasında aydınlar ve onların sürüklediği kitlelerin kanlı bedeller ödemesi sonrası gerçekleşmiştir.
İktidara yürüyenlerin toplumları ajite ederek örgüt-parti gibi teşkilatlar oluşturmaları ve belirledikleri amaca yönlendirebilmeleri için yukarıda da belirtildiği gibi kutsal bir erdem ideolojiye dönüştürülerek bayraklaştırılmıştır. Partinin en önemli unsurunu lider ve çevresinde, çoğunun içinde geleceğin liderliği saklı, iktidara susamış ve meyvelerini toplamayı arzulayan kadrolar oluşturmaktadır.
Kadroları yönlendirmede liderlik yeteneği yanında maddi kaynaklara da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle amaca yönelmede reklam, tanıtım ve promosyonun gücü oldukça önemlidir. Gelişmiş ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde kitlelerle aralarındaki propaganda ve iletişimi sağlayan basın-yayın gibi medya araçlarını harekete geçirmek için para, önemli anahtar konumundadır. Her ne kadar Demokrasi için halk iktidarı tanımı yakıştırılmaktaysa da uygulamada temelleri kapital/para üzerine oturabilen “parti” denilen oligarşik oluşum gerçekleştirmeden iktidara gelme şansının, (ihtilallar dışında) pek de mümkün olamadığı sosyolojik gerçekliliktir.
Demokrasi tarif edilirken “Egemenliğin halktan kaynaklandığı siyasal sistem…” olarak nitelenmiş olmasına rağmen, istisnalar saklı tutulursa, halk hiçbir zaman gerçek anlamdaki iradesini sandığa yansıtamadığı gibi kendi temsilcilerini de seçememektedir. Hele Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde parti ve lider tarafından seçilenleri seçmeye zorlanmakta, böylece de halkın seçilmişler üzerinde hiçbir söz hakkı ile baskı ve yaptırım gücü oluşmamaktadır. Buna bir de parti tüzüklerindeki antidemokratik maddeler ve “Parti Disiplini“ anlayışı eklenince halkın seçtiğini zannettiği temsilcilerin ikbal ve idealleri liderin iki dudağı arasında bulunmaktadır.
Teorik olarak demokrasi düşüncesinin temelinde “Toplum yaşamını yönetecek otoritenin, toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğuna dayanması, herkese eşit mesafede olması, yönetime muhalif gurupların dahi hak ve hukukunun titizlikle koruyarak, toplumu adaletle yönetmesi…” gibi ilkeler bulunmakta; bunları sağlamak için yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız ve her birinin, diğerinin alanına müdahale etmemesi kuralı getirilmişse de, pratikte ve gerçek anlamda bunlar ancak Kaf Dağının arkasındaki bir masal ülkelerinde uygulanabilmektedir?
Bir başka realist söylemle “ Demokrasi, yüksek ideal ve ilkelerle donatılmış, fakat bu ideal ve ilkeleri hayata geçirecek yeterli mekanizmalar bünyesinde oluşturulamamıştır!” Gelişmekte olan toplumlarda günümüze kadar oluşturulan tek mekanizma anayasa metinleri olup, bunlar da birçok ülkede tepeden inme siyasal belgeler olarak tartışmalı konumdadır.
POLİTİKA
Demokrasinin uygulamasına yönelik gerek bilimsel gerekse de siyasal, onlarca eleştiri bulunmaktadır. Burada tamamına değinmek bu yazının formatını aşacağından birkaçına değinmekle yetineceğiz:
1. Demokrasi sosyal bir sistem olduğundan, uygulandığı ülkenin tarihi, sosyo-kültürel yapısı, daha önce o ülkede uygulanan siyasi sistemler, kapsamını daraltıp genişletmekte önemli toplumsal refleksleri oluşturmaktadır.
2. Uygulamanın başarılı olabilmesi için toplumda oluşmuş belirli hukuki alt yapıya ihtiyaç duyulduğundan ülkenin ortak paydasını oluşturan kolektif şuurun, hak ve hukuku içine sindirmiş olması gerekmektedir.
3. Teoride yurttaşların tamamının seçime katılarak iradelerini sandığa yansıtacakları varsayılmışsa da, pratikte seçime katılabilmek için 18 yaşını doldurmuş seçmen olmak yanında, seçmen kütüğüne kayıtlı olmak ve o bölgedeki sandıkta oy kullanmak gibi formel şartlar getirilmektedir. Buna göre 16-18 yaş arası gençler, silâhaltındaki erat, seçim günü seçim bölgesinde bulunamayanlar gibi pek çok yurttaş seçime katılamamakta ve bunların iradeleri şekli de olsa sandığa yansımamaktadır. Ayrıca “hiçbir şeyin değişmeyeceğine“ inandığı için seçime katılmayan “zorunlu seçmen”ler ve seçim barajları eklenirse, hiç de azımsanamayacak yurttaşların “iradesi” seçimde yok sayılmaktadır.
4. Seçim olgusu belirli bir bilinç düzeyini gerektirdiğinden o düzeye erişememiş toplum bireylerini “siyaseten aldatmak” oldukça kolay olmaktadır; nitekim uygulamada bu olguya oldukça sık rastlanmaktadır.
5. Bir ülkede Demokrasinin uygulanabilmesi için, seçmenin ekonomik bir düzeyde olmasına ihtiyaç vardır. Yoksulluk sınırının altında olan birey, yarın kendisine tavuk vaat eden parti ve liderden çok, bu gün için yumurta vaat edenle birlikte hareket edecektir. Bir başka deyişle, realist söylemden çok popülist söylemle yaklaşanların arkasından yürüyecek ve sonunda hayal kırıklığına uğrayacaktır. Seçilenlerin vaat ettiklerini gerçekleştirip gerçekleştirmemesinin herhangi bir hukuki yaptırımı olmadığından, özellikle gelişmekte olan ülkelerde aday ve partiler “havada uçan kuşu” bile seçmene vaat edebilmektedirler.
6. Sistem her türlü olumlu ve olumsuz etkileşime açık olduğundan, ordu, meslek grupları, siyasallaşmış bazı tarikat ve cemaatler, özellikle büyük sermaye kulüpleri, yasama ve yürütme üzerinde rahatça baskı unsuru oluşturabilmektedirler. Bu kuruluşlar kurumsal veya şahsi çıkarlarını zedeleyen yasa ve uygulamaları engelledikleri gibi, bazen iktidarları alaşağı ederek, birçok siyasi partiyi tarihin arşivine gönderecek gücü ellerinde bulundurmaktadırlar.
7. Gelişmekte olan toplumlarda siyaset arenasında olağan sayılan “ ayak oyunları” nedeniyle yetkili ve sorumlu mevkilerde ilkeli ve erdemli insanlara oldukça zor rastlamaktadır. Buna rağmen toplumların politik değişim ve gelişimi genellikle o noktalarda ayakta kalabilmiş birikimli, ilkeli ve erdemli zatların eliyle gerçekleşmektedir.
8. Teoride bulunmadığı halde, birçok insan politikacılığı bir iş kolu haline dönüştürmüş, kasaba ve şehirlerde çoğu esas işinden memnun olmayan çeşitli meslek mensupları ve bürokratlar bu işten rant sağlar hale gelmişlerdir. Bundan daha acısı, çeşitli akademik kuruluşlarda bilim kürsüsü işgal edip isminin önünde birkaç unvan bulunan zevat dahi o kürsüleri terkedip siyasete atılmak için liderlerden işaret beklemektedirler. Bütün bunlardan amaç “bir nefer olarak vatana hizmet(!)” etmektir. Başka bir deyişle “siyasi vatan hizmeti”nin askere alma şubesini parti merkezleri oluşturmaktadır (!)
Bu maddeleri bazı politikacıların kirli çamaşırlarını deterjan gereksinimi duymadan hangi yöntemlerle yıkadıklarına kadar uzatmak mümkündür. Fakat o takdirde temizlik firmaları kepenklerini kapatma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler. Neticede politikacılar da toplumun içinden çıkmış ve o toplumun ahlaki ve kültürel özelliklerini yansıtan ortak karakterini taşımakta olan insanlardır. Toplum hangi düşüncelerle malul ise, onlar da o düşüncelerin esiri olmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Yeri gelmişken -az bilinen- bir fıkrayı burada tekrarlamakta yarar var: Kasabanın birinde oldukça mahir, yaşlı bir semer ustası yaşamaktaymış. Bir gün “Emr-i Hak” vuku bularak vefat etmiş. Bunu duyan ve çayırda otlayan merkep sürüsündeki hayvanlar neşe ve sevinç içinde anırıp, zıplayarak dans etmeye başlamışlar. Fakat içlerinden en yaşlısı hiçbir sevinç ve neşe emaresi göstermeden sakin sakin otlanmaya devam etmekteymiş. Onu gören genç merkepler şaşkınlıkla yanına gelip:
- Duymadın mı semerci ölmüş, sen niye neşelenip dans etmiyorsun? Demişler.
Yaşlı merkep,
– Ölmüşse ölmüş… Neden bu kadar seviniyorsunuz.?
Genç merkepler hep bir ağızdan,
- Niye sevinmeyelim artık bize kimse semer vuramayacak ve belimiz yara bere içinde kalmayacak, demişler.
Yaşlı merkep, pişkince gülmüş.
- Sevineceğinize üzülün, demiş. İki gün sonra köylü toplanır eli makas ve çuvaldız tutan birini semerci seçerler, o da acemi olduğundan sert keçe ve yeni otlardan semer imal ederek sırtımıza vurur. Böylece usta semercinin yumuşak keçe ve otlardan yaptığı semer bizi daha az yaralarken, genç semercinin yapacağı semerler sırtımızda derin yaralar açar, demiş.
Bunu duyan merkepleri derin bir üzüntü sarmış. İçlerinden biri:
- Peki, bundan kurtulmanın çaresi yok mu? Diye merakla sormuş.
Yaşlı merkep hiç tereddüt etmeden cevap vermiş:
- Var var! Çaresi eşeklikten kurtulmak !...
Demokrasi yukarıdan beri sıralayageldiğimiz pek çok aksaklığına rağmen, gerek tarifi gerekse teorisindeki özgürlük, eşitlik ve halk egemenliğine bağlı olarak oluşması önerilen Hukuk Devleti gibi yüksek ideallerle bezenmiş olduğundan, siyasal model olarak cezbedici ve şimdilik alternatifsiz kılmaktadır! Aksaklıkların düzelmesine gelince, her şeyden önce Demokrasinin alt yapısını oluşturan toplum bireyleri ve S.T.K.’larının erdemli donanımlara sahip olmasına bağlıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.